• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0

'Dua müminin en stratejik silahıdır!'

Yeniakit Publisher
Haber Merkezi Giriş Tarihi:
'Dua müminin en stratejik silahıdır!'

Handan Özduygu Baran Haber'de yazdı: “Kafirlerin hoşuna gitmese de siz Allah’a, Allah için dindar muhlisler olarak dua edin!..” Bu hızlı dönen kadim dünya, ilk günden son güne kadar malumunuz hak-batıl savaşının arenasıdır. Bundan yüzyıllar önce muhtemelen Gazze topraklarında yine bir hak-batıl savaşı yaşanmıştı.

Handan Özduygu Baran Haber'de yazdı: “Kafirlerin hoşuna gitmese de siz Allah’a, Allah için dindar muhlisler olarak dua edin!..” Bu hızlı dönen kadim dünya, ilk günden son güne kadar malumunuz hak-batıl savaşının arenasıdır. Bundan yüzyıllar önce muhtemelen Gazze topraklarında yine bir hak-batıl savaşı yaşanmıştı.

Bakara Suresi, Talut’la Calut’un savaşını bize anlatırken Tâlût’un askerleri, o günün Netanyahu’su Calut’un ordusu ile karşılaştığında savaşırken, “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” dediler. Bu ayrıntı bizim için çok önemli bir ipucudur. Daha sonra da Âl-i İmran Suresi'nde:

“Nice peygamberler var ki kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever. Onların sözleri ancak şöyle demekten ibaretti: ‘Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve ayaklarımızı sabit kıl! Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”

Adamlar savaştalar; top, tüfek, kılıç, kalkan her neyse... Lakin o hengâmede onlar, tövbe-i istiğfar ediyorlar, taşkınlıkları için özür diliyorlar ve düşmana karşı yardım diliyorlar. Müthiş bir dua. Allah bize dua etmenin edebini, adabını öğretiyor; adeta bir iç hesaplaşma gibi, önce eksikler, kusurlar, günahlar itiraf ediliyor. Genelde insan, yaptığı olumsuz şeyleri görmezden gelmeye, hafife almaya meyillidir. Önce bir hizaya gelip haddini bilme bilinci ile işlerimizdeki taşkınlıkların, sınır ihlallerinin bağışlanması isteniyor. Dua öncesi tövbe edilmesi, af dilenmesi gerekiyor; sonra ahd-i misak, sözleşmeye sadık kalma yani sırat-ı müstakimde sabit olma isteniyor. Öyle ya, sözleşmeye sadık olmayanın taleplerine niçin itibar edilsin? Söz gelimi biz dahi, iş hayatında ya da birebir ilişkilerimizde hukuku muhafaza etmeyenin taleplerini çoğunlukla görmezden geliyor, cevap vermiyor, beklentileri karşılamıyoruz. Tövbe-i istiğfardan sonra “Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” ifadesi yer alıyor. Nitekim bu duadan sonra, Allah’ın izni, lütfu, ihsanı, keremiyle onları yeniyorlar. Demek ki duanın kabulü için bu işlem basamaklarını çalıştırmak, işletmek gerekiyor, yoksa bu esas ve usulden uzak, dilde kalan dualar pek de yerini bulmuyor. Talut’un ordusunda, henüz ilk gençlik yıllarında olan Davud Aleyhisselam, Calut’u öldürüyor. Bu şekilde tesbih etmenin karşılığı başka bir ayet-i kerimede: “Allah da onlara dünya nimetini ve daha önemlisi ahiret sevabının güzelliğini verdi. Allah iyi davrananları sever.”

Yine Kur'an'ın ifadesi ile tüm mevcudatın, tüm canlıların Allah Azimüşşan’ı tesbih ettiğini biliyoruz. Kur'an-ı Kerim’in talimatı, Peygamberimizin yol göstermesiyle neredeyse her an ve her hâl için ayrı tesbihatlar, dualar edilmesi gerektiğini öğreniyoruz. Evet, her hâl ve her an için başka bir tesbihat, başka bir dua söz konusu. Allahu Sübhanehu ve Teâlâ bize imtihanları gönderiyor, Kur'an-ı Kerim’de ve sünnette ona göre dualarla, tesbihatlarla yönelmemiz bekleniyor. Savaş zamanı zaten doğası gereği en canhıraş duaların yapıldığı ve yakîn kesbedildiği zaman dilimleridir. Kur'an’ın neredeyse yarısında peygamberlerin imtihanları ve nasıl tesbih ve dua ettikleri örnekleri verilir. Düşmanın tasallutuyla çember daralırken ya da Gazze'deki gibi zulüm görülmemiş boyutlara ulaştığında fiilî savaşa geçemiyorsak çok ciddi bir yönelişle dualara sarılmamız gerekiyor. Aslında tüm ibadetlerimiz; namaz, hac, oruç neticede fiilî ve kavli dua edişlerimizdir bizim.

"En güzel isimler Allah'ındır, O'na o isimlerle dua edin.” buyuruluyor. Ayrıca muhtelif ayetlerde öyle düz metin okur gibi değil, son derece duygu yoğunluğu içinde, tam bir yönelişle, hatta Kur'an’daki ifadesiyle tebettülle “yalvarıp yakarma” vurgusu yapılıyor. Ve elbette rububiyet ve ubudiyetin tezahürü için zaten olmazsa olmazımızdır dua. Nitekim gayet açık ve net olarak da “Duanız olmasa ne kıymetiniz var?” buyurulmuş. Her ne kadar “Düşmana karşı elinizden geldiği kadar güç ve silah hazırlayın.” buyurulsa da Talut-Calut savaşı örnek gösterilerek ve daha birçok ayet-i kerimede zaferin, galibiyetin yapılan dualarla tecelli ettiğine vurgu yapılmış. Buna istinaden hadis-i şerifte de “Dua, müminin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.” buyurulmuş.

Bayraktar ailesinden ve Cumhurbaşkanımızdan Allah razı olsun, savunma sanayinde ülkemiz çığır açtı elhamdülillah lakin manevi silahımız dua ile olması gerektiği kadar teçhizatlanmadığımız aşikâr ki Allah’ın nusreti ve burhanı tecelli etmiyor. Dünya genelinde Müslümanların gafletiyle orantılı bir mağlubiyet söz konusu ve maalesef yüz kızartıcı bir zillet yaşanıyor. Bugün Nuh Aleyhisselam’ın, “Fe dea Rabbehu innî mağlubun fentasir…” (Ey Rabbim yenilgiye uğradım, yardım et!) dediği gündeyiz. Genelde Doğu Türkistan gündeme bile gelmiyor, Gazze için ah edenlerin sosyal medyadaki ifadeleri sadece “Gazze’yi konuşmaktan vazgeçmeyin.” oluyor. Teyakkuzda olmak için elbette gündemde olması gerekiyor lakin ifade keşke “Gazze için dua etmeyi bırakmayın.” olsaydı, dua vurgusu yapılsaydı. Buluşmalar, yürüyüşler yapılıyor; o yürüyüşlerde Talut’un ordusunda olduğu gibi toplu dualar yapılsa, meydanlarda, camilerde kahhariyeler okunsa, rahmet-i ilahinin daha hızlı tecelli etmesine vesile olunurdu belki.

Elbette dünyanın her köşesinde duası makbul nice yanık gönüller içtenlikle nice dualar yapıyordur lakin bu vahim durum için belki de toplu bir uyanış, yöneliş ve yakarış gerekiyordur. İçinde bulunduğumuz bu ağır gafletten uyanmamız için depremlere, sellere, yangınlara, düşman zulmüne maruz kalıyoruz ama bazen birkaç saat sonra, bazen de birkaç gün sonra gaflet sarmalına yeniden dönüyoruz. Sosyal medyada rastladığım çok güzel ve çok acı bir tespit var: “Aslında tüm dünya esir, sadece Gazze hariç…”

Elbette soru şu: Yahudiler maalesef İslam ülkeleri başta olmak üzere etkin tüm ülkelerdeki yönetimleri bir şekilde ele geçirip tüm dünya genelinde ekonomi, siyasi, askerî ve kültürel üstünlüğü sağlarken Müslümanlar neredeydi? Bu seviyeye bir anda gelmediler. Adamlar dinlerine çok bağlılar. Yüzyıllarca bıkmadan usanmadan her sahada çok sinsi ve detaylı çalışmalar yaptılar. Yaptıkları zulüm onlar için ibadet. Zamanın firavunu Netanyahu, gayet açık, sarih olarak katliamı tarihî ve manevi bir görevle büyük İsrail’i oluşturmak üzere icra ettiğini ifade etti. Daha önce de George W. Bush’un Irak işgali dönemindeki bazı açıklamalarda yine dine atıfta bulunarak işgali, dinî gerekçelerle yaptığını beyan etmişti. Bir yandan kendi uydurdukları sapık dinlerini gerekçe göstererek ülkeleri işgal ediyor, yakıp yıkıyor, her türlü sömürüyorlar; bir yandan da maalesef hak ve hakikat olan din-i mübin-i İslam’dan da inananları uzaklaştırmayı başardılar. Bu muazzam bir performans. Hâlâ İslami camiada çok büyük bir kesim, yaşanan tablonun vahametini idrak dahi edemiyor. Bu şuursuzluklarını en çok da yapılan katliamlara, aç bırakılmalara “İnsan hakları nerede?” derken, böyle bir hak hukuk olduğunu, medeniyetin, modernizmin var olduğu zannıyla ortaya koyuyorlar. Hülasa, karşımızda acımasız, devasa bir haçlı ordusu olduğu, Yahudilerin bu ordunun sadece serseri tetikçisi olduğunu göremiyorlar.

Neticede elan kıyasıya bir savaşın içindeyiz, büyük savaş kapımızda ve biz bu yüzden özellikle sünnet-i seniyyeyi çok iyi biliyor ve yaşıyor olmalıyız. En çok da Resul-i Ekrem Nebiyy-i Muhterem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin savaş zamanlarındaki stratejileri, duaları yazılmalı, okunmalı, dillerde pelesenk olmalıydı. İlk savaş ve ilk zafer olan Bedir harbinde inzal olan o muhteşem ayet-i kerimeyi çoğunluk biliriz ama tefekkür ederek çok iyi tahsil etmeliyiz.

“Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zaman sen atmadın, Allah attı. Allah bunu müminleri güzel bir imtihan ile denemek için yaptı. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve işitendir.

Bu iş böyledir, şüphesiz Allah kâfirlerin tuzağını boşa çıkarır.”

Bedir harbinde Kureyş’in, Akankal Dağı etrafından çıkıp Bedir vadisine doğru yürüdüğünü gördüğü zaman Efendimiz aleyhisselam Allah’a yönelerek, “Ya Rabbi! İşte Kureyş, senin Resulünü yalanlayarak olanca kibir ve gururu ile karşımıza geldi. Bana vaat ettiğini senden istiyorum.” diye dua etti. Cebrail Aleyhisselam gelerek, “Yerden bir avuç toprak al, üzerlerine at.” buyurdu. İki ordu karşı karşıya geldiği zaman Hz. Ali’den bir avuç toprak istedi ve “Şâheti'l vucûh!..”(Yüzleri sürtülsün!) diyerek üzerlerine doğru savurdu. Ve rivayet o ki “Attığın zaman sen atmadın.” hikmeti gereği tıpkı ebabil kuşlarının attığı taşlar misali, isabet eden müşriklerin tamamı helak oldu. O günün, o anın, onu okuyan dilin hürmeti, bereketiyle içerdeki, dışardaki düşmanların yüzüne sürekli okunması gerekir diye düşünüyorum.

Yine Resul-i Ekrem Nebiyy-i Muhterem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin sürekli okunmasına işaret ettiği bir diğer ifade “Hâ Mîm, lâ yunsarûn…” ifadesidir. Anlamı: “Yemin olsun ki kâfirler size karşı muzaffer olamayacaklardır.” Düşmanla her karşılaşıldığında, adı anıldığında bile sürekli okumakta hayır ve bereket vardır.

Elbette Efendimiz aleyhisselamın zor zamanlar için pek çok duası mevcuttur. Açıkçası yazımın başında zikrettiğim Âl-i İmran Suresi 147'nci ayet-i kerimeyi, birçok peygamber ve birçok rabbani kimselerin savaş zamanlarındaki duası olduğu belirtildiği için, tefsirini yaptığımız günden beri senelerdir her cuma derse başlamadan önce tesbih ederiz. Daha sonra Yasin Suresi 29'uncu ayeti, düşmanın sönüp gitmesi niyetiyle “İn kânet illâ sayhaten vâhıdeten fe izâ hum hâmidûn”(Sadece bir sayha oldu, sönüp gittiler.) ayetini ve ellerindeki teknolojik ve maddi üstünlüğün giderilmesi için de Musa Aleyhisselam’ın Yunus Suresi'ndeki “Rabbenatmis alâ emvâlihim veşdud alâ kulûbihim” (Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver.) duasını, daha sonra da azaplarına vesile olması için Fecr Suresi 13'üncü ayeti olan “Fe sabbe aleyhim rabbuke sevta azâb.” (Rabbin onların üzerine azap kırbacını indirdi.) ayetlerini tesbih eder, derse öyle başlarız.

Ayrıca yeri gelmişken zikir ve duanın bereketini Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nde nasıl yaşadığımızı anlatmak isterim. Fatih Sultan Mehmed’in vasiyetine rağmen emaneti, biliyorsunuz, esirdi. Açılması için zaman zaman mitingler, yürüyüşler, imza kampanyaları yapıldı. En büyük yürüyüşü organize eden eski meclis başkanımız İsmail Kahraman’ın kendisinden dinlemiştim. Malum, Topkapı Sarayı hünkâr girişi ibadete açılmıştı, ezan okunuyordu ama Müslüman turistler dışında namaza gelen yoktu. Ben bu işin imza, yürüyüş ve sloganla değil de o açık alanda namaz kılınır, Kur'an-ı Kerim okunur, dualar edilirse ancak asıl mekânın açılabileceğini düşünüyordum. Gönenli Mehmed Efendi'nin bir sohbetinde “İstanbul’un arifleri, kibarları cuma sabah namazlarını özellikle Ayasofya’da kılarlardı.” ifadesini okuyunca, cuma sabah namazları için Ayasofya’ya gitmeye başladım. İmam, “Ben o saatte gelemem, işte anahtarı istersen.” deyince kaçırır mıyım? Bir imam arkadaş her hafta gelip ezanımızı okudu ve namazımızı kıldırdı. Ondan, sünnet namazı kılındıktan sonra arada Yasin-i Şerif ve Peygamberimizin Uhud Savaşı dönüşü okuduğu duayı okumasını, mekânın açılışı için dua etmesini, daha sonra farzı kıldırmasını rica etmiştim. 2006’dan açılışına kadar Cenab-ı Hakk’ın nasibi ile bu hâl devam etti. Nihayet vade doldu, zaferi, açılışı yaşamak nasip oldu. Efendimizin Uhud dönüşü okuduğu duanın bereketinin inşallah katkısı olmuştur ümidindeyiz. Tabii bu zaman zarfında 2006’dan açılışa kadar orada ne hatıralar yaşandı, orası ayrı bir âlem, belki ayrı bir yazı konusu olur.

Hasılı, sonun sonuna yaklaşmışken tüm zorluklara karşı Efendimizin sünnet-i seniyesi, duaları ve Kur'an-ı Kerim’deki ayet-i kerimeler bizim için iksir-i azam hükmündedir. İstifade edebilme gayretini ve ayet-i kerimelerin satır aralarındaki hikmeti iyi okuyabilmeyi diliyorum.

Uhud Savaşı'ndan dönerken Allah Resulü:

“– Saf olunuz, Rabbime dua ve senada bulunayım!” buyurdu. Ashâb-ı kiram, Allah Resulü’nün arkasında saf oldular. Peygamber Efendimiz şöyle dua etti:

“Allah’ım! Bütün hamd ü senâlar Sana aittir!
Allah’ım! Senin yayıp bollaştırdığını daraltacak yok,
Senin daralttığını da açıp yayacak yok! Senin saptırdığını doğrultacak yok,
Senin hidayet verdiğini de saptıracak yok! Senin vermediğini verecek yok,
Senin verdiğini de engelleyecek yok! Senin uzaklaştırdığını yaklaştıracak yok,
Senin yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yok!
Allah’ım! Rahmet ve bereketini, fazl u keremini üzerimize saç!
Allah’ım! Senden asla değişmeyecek ve hiçbir zaman zail olmayacak ebedî nimetler isterim.
Allah’ım! Senden yoksulluk gününde nimet, korkulu günde emniyet dilerim! Allah’ım! Hem verdiklerinin hem de vermediklerinin şerrinden sana sığınırım!”

Aylık Baran Dergisi 43. Sayı Eylül 2025

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Abdullah

Bunun bir işe yaramadığını 2 yıldır Gazze'de gördük.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23