Ve devlet konuştu
Devlet aklı, kendi mantığının doğrularıyla hareket eder. Bu doğruların hem zamanlama hem de içerik bakımından izafi değerler katmanlarında birer anlam kazanacağında kuşku yoktur. Bu bakımdan da devlet, dün ak dediğine bugün kara; bugün kara dediğine de yarın ak diyebilir; bu tezat ya da tenakus görünümü, ne onun yanılgısına ne de tutarsızlığına delil olur. Bu ifade ile, asla devletin yanılmazlığını savunmuş olmuyoruz; sadece devletin kendi doğrularını tespit ederken kendi mantığını kullandığını söylemiş oluyoruz. Yani bu mantığın, özel bir mantık olduğunu, güncellediğini kendi zaman algılamasına göre ayarladığını; olayları geçmiş- gelecek ve hale aynı anda bakarak değerlendirdiğini, hükümlerini de böylesi bir değerlendirme üzerine bina ettiğini ifade etmiş oluyoruz.
İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmelerde, Amerika, süper devlet oluşunu ilan edip İngilizlerin elindeki imparatorluk mührünü alınca, özellikle Ortadoğu’daki hakimiyetini terk etmek istemeyen İngilizler, Amerika’ya ve Amerikan müttefiki devletlere sancılı bir coğrafya bırakmak düşüncesiyle bir strateji geliştirdiler. Bu stratejinin bir parçası da, o güne kadar hep destekledikleri askeri Kürt ayaklanmasını, bir Kürt halk hareketine dönüştürmek emeliydi. 1974’lü yıllarda, Amerika- Türkiye ortaklığında, İngilizlerin bu stratejisine bir karşı strateji geliştirildi ve bugün en çok bilinen adıyla PKK örgütü kuruldu. Bu örgütün ana hedefi, her türlü Kürt hareketinin inisiyatifini bünyesinde toplamak ve olası bir Kürt halk ayaklanmasını denetlemek, kontrol altında tutmak ve önlemekten ibaretti.
Bu noktada başarılı da olundu. PKK konuyla ilgili bütün inisiyatifleri bünyesinde topladı, diğer Kürt hareketlerini de pasifize etti. Fakat örgütün büyümesi oranında, başka dış güçler de örgüte dahil oldu. Örgüt kuruluş maksadıyla hiç alakası olmayan bir yönde faaliyetlerini sürdürdü. Silah ve uyuşturucu işine girdi; hatırı sayılır güçte bir uluslararası mafya yapısına büründü. Elde edilen imkanlar açısından ve bu imkanları servis eden güçler bakımından PKK vazgeçilmesi zor, gözden çıkarılması imkansız bir konuma konuşlandı. Zaten, asıl kuruluş maksadına ilişkin bir varlık gerekçesi de kalmadı. Öcalan, kendisine örgütü kurduran iradenin dışında bağlantılara girdi. Bu meydan okuyuşu İmralı süreciyle noktalandı.
HDP’ye yol açılması, PKK’yı meşru zemine çekerek, yavaş yavaş silahtan arındırma ve askeri yönünü tasfiye etme denemesiydi. Çözüm sürecinin, bu bağlamda önemli bir fırsat tanıma olarak okunması gerekiyordu. Fakat PKK, böyle bir fırsatı iyi okuyup pozitif yönde değerlendirme yerine, paralel yapıya entegre olmayı tercih etti; elinden zaten bırakmadığı silahı tekrar ateşledi. Örgütü tasfiye etmede devleti silah kullanmaya zorladı. Ve devlet de ona anladığı dilden konuştu, anlayacağı dilden cevap verdi ve veriyor..
Devlet, kuruluş döneminin şartlarına mutabakattan kaynaklanan bir zaruretle, kendi bünyesine dahil ettiği ve milli dokusuna hiç de uygun olmayan ve uyum da sağlamayan bazı yapay dokulardan, vakti geldiği, şartlar da hazırlandığı için artık arınmak istiyor. Bünyeyi muhkem kılmak adına da, bazı sarsıcı, ırgalayıcı faktörlere geçit veriyor. İç dengeyi korumak adına kendi eliyle kurduğu zıt kutupları, ihtiyaç kalmadığından dolayı devre dışı bırakıp alternatif partnerlere dönüştürmeye çalışıyor. Siyaset alanında görünen örneğiyle söyleyecek olursak, Ak Parti’ye yaşatılan kısa dönemli fetret, yeni döneme geçişin sinyallerini de veriyor. Yani, Ak Parti tek başına iktidar olsun; fakat ana muhalefete de, solun hiçbir işlevi kalmadığından, MHP çizgisinde sağ bir parti geçsin, denilmek isteniyor. Sanırım, milli irade de bu fıtri çağrıya, önümüzdeki seçimde olumlu cevap vermeye hazırlanıyor..
FETÖ, hükümeti fetrete sokacak; ama kendisini de tamamen bitirecek kıyam zokasını yuttuğu günden beri çok ciddi bir çöküş yaşıyor. Devletin başı ne kadar çok ağrırsa benimle o kadar az uğraşır, umuduyla PKK’yı çok yönlü destekliyor; devlet karşıtı her oluşumla hiçbir değer ölçüsü kaydına girmeden buluşuyor, aynı doğrultuda faaliyet gösteriyor.
Devlet mekrinin, finalde topluma anlatabileceği hiçbir haklı mazereti kalmasın diye ona bilerek açtığı bu alanda, aklıselimle izahı mümkün olmayan bir derbederlik ve dağınıklıkla yol alıyor. Bedava etin ancak kurt kapanında olabileceğini ya gerçekten bilmiyor ya da öğrenilmiş çaresizlik sendromu yaşadığından bilmezden geliyor.
Sulh, elbette hayırlıdır. Lakin her söz yerinde söylenirse anlamlıdır. Savaş öncesi, kan dökülmemesi, kaos yaşanmaması, çeşitli mağduriyetlere sebep olunmaması için yapılan sulh çağrısının bir anlamı vardır. Savaş sonrası, mağlup tarafın teslimiyetini tescilleyen sulh talebinin de bir anlamı, bir karşılığı vardır.
Fakat ilan edilmiş bir savaş henüz yaşanırken, yenileceği belli tarafı iltizam adına yapılan sulh çağrısının ne bir anlamı ne de makul bir karşılığı vardır. PKK, DAEŞ, FETÖ ve benzeri terör örgütleri, mağlup edilip teslim olmayı kabullenir ve tasfiyelerini gerçekleştirirlerse, ancak o zaman bir sulhtan bahsedilebilir. Gerisi laf ü güzaftan ibarettir..