Bayram sonrası düşünceler
Bayram sonrası düşünceler
YAŞAR DEĞİRMENCİ
Kurban Hz. Adem’den beri var olan Allah’a yakınlaşma ibadetidir. Habil ve Kabil’in kurbanları Maide suresinde zikredilir.
Ama genelde Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ile olan imtihan hatırlanır/hatırlatılır.
Hz. İbrahim’in sadakati ve İsmail›in teslimiyetinin kurban sevincine dönüştüğü günümüzde her gün onlarca Gazzeli, gözlerimizin önünde bombalarla parçalanarak kurban(!) ediliyor. Ne İbrahim’i ne de İsmail’i hak ediyor İslam dünyası.
İbrahim kıssaları bize aklımızı kullanmayı ve imanımıza sadakati öğretiyor.
İsmail kıssası ise, Allah tarafından “Emrolunanı yap beni sabredenlerden bulacaksın.” diyerek ilahi emre teslimiyeti öğretiyor. Öğrendik mi?
Elbette öğrenenler vardır ama Kurbanın en önemli özelliğinin Allah’a karşı sorumluluk diye tarif edebileceğimiz takva olduğunu hatırlatmak isterim. Çok dinlesek de duysak da amel edilmeyen, düşünülmeyen Hacc Suresi 37. ayetin meali; Rabbimiz: “Kurbanların etleri ve kanları kesinlikle Allah’a ulaşmayacaktır. Fakat sizin takvanız ulaşacaktır.” buyurmaktadır. Esas olan Allah’ın emrine uymaktır.
Gösteriş için böbürlenmek için kesenlerden değil, ancak Allah’ın emrine uymayı şiar edinenlerden kabul edilir.
Kurban’ın önemli özelliği de paylaşmaktır. Buzdolabına et stoklamak için kesilen kurban kurban değildir. Kurban eti ne kadar çok paylaşılırsa kurban kesen kimse o kadar yatırım yapmış demektir.
İslam paylaşma dinidir.
Kuran-ı Kerim namazla birlikte sürekli zekâtı zikrederek paylaşmanın ehemmiyetine dikkat çeker.
Zekât, öşür, sadaka ve kurban eti gibi farz vacip nafile mükellefiyetlerin tamamı başkalarıyla özellikle ihtiyaç sahipleriyle paylaşımı teşvik eder.
Kurban Bayramı da paylaşım bayramıdır.
Elbette ki bütün bayramların olduğu gibi Kurban Bayramının en önemli özelliklerinden biri de muhabbetin meveddete dönüşmesidir. Muhabbet kalpteki sevgidir, soyuttur. Meveddet ise sevginin tezahür etmiş hayat tarzına girmiş halidir.
Birini kalben seviyor olabilirsiniz o sevgi mesela bir güzel söz ile, bir güzel hareket ile, bir basit hediye ile meveddete dönüşebilir.
Meryem Suresi 96. Ayetin meali “İman ederek, hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirenler, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayanlar, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olanlar, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenler için, Rahmet sahibi Rahman olan Allah kullarının gönüllerine bir sevgi yerleştirecektir.”
Aynı şekilde bayram ziyaretleri, mesajlar, dargınların barışması hediyeleşmek de muhabbetin somutlaşması yani meveddete dönüşümüdür ki toplumu güçlendiren insani vasıfların dini veçhesidir.
İsmail, teslimiyetin timsalidir. Babasına “Emrolunduğun şeyi yap!” diyecek kadar adanmış, kendi geleceğini Allah’a teslim edecek kadar iman doludur. Bugün bu İsmailî ruhu taşıması gereken kurumların başında eğitim sistemi, aile yapısı ve gençlik teşkilatları gelmektedir. Ancak eğitim sistemi, adanmayı değil, yarışmayı öğretiyor. Gençlik, idealizmi değil; garantili maaşlı bir gelecek arıyor. Teslimiyet, kadercilik zannediliyor; iman, başarı için bir aksesuar. Modern İsmail’ler yerine “Ben ne kazanacağım?” diyen hesapçı zihinler yetiştiriliyor.
Aileler de İsmail yetiştirmiyor, ‘risk almayacak çocuklar’ yetiştiriyor. Oysa İsmail olmak, kurban olmaya razı olmak değil midir? Bu nesil, İsmail gibi secdeye varmadan kariyer planlarına dalıyor. Teslimiyetin yerini tüketim, adanmışlığın yerini aidiyet almış.
Gençlik, anlam boşluğu içinde ideallerin değil, algıların peşinde koşan bir zihin yapısı yaygın. Teslimiyet değil, tatmin arayışı hâkim. Aile, eğitim, toplum üçgeninde İsmail’ce bir karakter eğitimi eksik.
Azerbaycan’lı MTO temsilcimiz Vuqar Azizof satırlarıyla bitireyim.
“İsmail, kurban olmaya değil; görünür olmaya, alkış almaya hazırlanıyor. Teslimiyetin değil, tüketimin öznesi.”
Günümüzde adalet, çoğu yerde güçlüden yana işliyor. Kurban, eşitliğin değil, etkinin göstergesi olmuş. Sosyal yardımlaşma kurumları ise adaletli bir paylaşımın değil; görsel şovların sahnesine dönüşmüş durumda.
İktisadî sistem ise ihsana değil, istismara dayalı. Kurban; paylaşımın değil, yılda bir kere yapılan “et dağıtım etkinliğinin” adı olmuş. Oysa Kurban, toplumun her hücresine adaletin sinmesi demekti. Bugün ne sosyal adalet, ne de iktisadî ahlâk Kurbanlık ruhunu taşıyor.
Kurbanın sembolize ettiği “yakınlaşma, paylaşma, arınma” ruhu yerine gösteri, alışveriş ve sosyal medya kültürü baskın.
“Kurbanlık hayvan var ama ‘kurban’ yok. İhsan yok, rahmet yok, infak yok. Et var ama rahmanî tat yok.”
İbrahim, İsmail ve Kurban üçlüsü, her çağda medeniyet inşasının ruhunu taşır. Bugün bu üçlü yeniden dirilmezse, Kurban sadece etle sınırlı bir ibadet olarak kalmaya mahkûm olur. Ama eğer dirilirse, bu topraklarda yeniden bir İbrahimî çağ başlayabilir.
Zaten bizim dinimiz doğumdan ölüme bütün hayatı kuşatan mükemmel bir din olduğunu unutmayalım!