Tıp Eğitiminin Doruğu: “Savunma sporu!?”
Geçen hafta, İstanbul’daki bir vakıf üniversitesi tıp fakültesi öğrencilerinin aldıkları eğitime dair kendi değerlendirmelerini aktarmış ve bu durumda böyle bir fakülteye yeni atanan dekanın, okulu bitirmesine, yani doktor olmasına sadece dört ay kalmış bir öğrenci için ne yapabileceğini sormuştuk. İşte cevabı:
- Evladım senin ne kadar kalmıştı?
- Hocam bir yılım var.
- Peki, kendini nerelerde, hangi noktalarda eksik hissediyorsun?
- Hocam, vallahi ne desem...
- Tamam; sana da diğer arkadaşının programını uygulayalım.
- Peki, çocuklar! Şimdiii... Kim kaldı?
- Hocam, ben varım!
- Haaa, Ahmet! Seni unuttuk! Senin ne kadarın kalmıştı? En kıdemli sensin galiba?
- Hocam dört ay.
- Sadece dört ay mı?
- Evet, Hocam.
- Hay Allah!.. Şimdi sana ne yapalım?
- Hocam valla bilmem ki?
- Yok, oğlum yok! Yani, ben öylesine, kendi kendime düşünüyorum işte!.. Şimdi sen, altı ay sonra doktor olacak ve muhtemelen mecburi hizmete gittiğin yerde, yani Anadolu’nun bir köşesinde hasta ile baş başa kalacaksın değil mi?
- Evet Hocam.
- Peki, Ahmet; bu sahneyi düşününce kendini nasıl hissediyorsun? Yeterli bir eğitim aldığına, hastaların üstesinden gelebileceğine inanıyor musun?
- ... (cevap yok)
- Peki, Ahmet, o zaman soruyu biraz daha özelleştirelim: Özellikle korktuğun bir alan var mı? Ya da alanlar?
- ...Hocam, mesela; Acil!
- Neden? Acil’in diğerlerinden çok mu farkı var?
- Evet, Hocam. Bizim Acil’e gelen hastaların çoğu ya ÜSYE (üst solunum yolu enfeksiyonu) ya da enterit (ishal). Dolayısıyla başka bir şey görmedik.
- Yani?
- Yani Hocam, bu bilgilerle, bu pratikle başka bir Acil’de çalışırsak bizi döverler!
- Hımmm!.. Bak Ahmet, gerçekten önemli bir noktaya değindin; doğru söylüyorsun! Pekiii, sence şimdi biz ne yapmalıyız?..
- Hocam, bilmem ki?
- Yaa, Ahmet; sesli düşünüyorum dedim ya! Cevap vermek zorunda değilsin. Ama “Hocam şunu benim için yapar mısınız” dersen de memnun olurum; bana yardımcı olmuş olursun.
- ... (cevap yok)
- Diğer arkadaşlarının biraz daha zamanları var; onları toparlarız da seni... Yani altı ayda ne yapabiliriz ki? Acili yoğun hastanelere rotasyona göndersek, simülasyon merkezlerinde pratikler yaptırsak!?. Ama kalan zamanın bunlar için de yetmez!?
- Evet Hocam!
- Haah! Evet, evet, tamam!..
- Nedir Hocam?
- Ahmet, deminden beri çok kıvrandım ama sonunda buldum! Ve bunu bulmama sen vesile oldun, teşekkür ederim; bana yol gösterdin!
- Estağfurullah, Hocam!
- Yok, yok! Doğru söylüyorum: Demin “...bizi döverler” dedin ya! Cevap işte o!
- Nasıl, Hocam!?
- Bak şimdi Ahmet, yavrum; biz bu dört ayda ne yaparsak yapalım seni bu “dövülme” hadisesinden kurtarabilecek tamamlayıcı bir eğitim veremeyiz, belli. En iyisi biz sana, kalan sürede, judo, tekvando, karate gibi savunma sporları öğretelim!. Böylece hastanın hayatını kurtaramasan da hiç olmazsa kendi hayatını kurtarırsın!
O Dekanın Mezuniyet Töreni Konuşmasından Notlar...
Zavallı dekan, altı ay sonra Mezuniyet Töreninde o genç hekim ve arkadaşlarına seslenmek durumundaydı...
“Çok sevgili ‘en genç’ meslektaşlarım” diye başladı konuşmasına... Ve devam etti; birkaç gün önce intörn uyum dersleri açış konuşmasında şöyle demiştim:
“...Çocuklar, siz şimdiye kadar, tıpkı bir sürücü adayı gibi teknik bilgileri öğrendiniz, arabanın motorunu, diğer aksamlarını tanıdınız ve direksiyona geçiyorsunuz. Evet, tek başına sorumlu değilsiniz, yanınızda hocanız var ama hasta başında zaman zaman direksiyon sizde olacak. Bunu yapmadan, yani arabayı bizzat kullanmadan ‘ben şoförüm’ diyemezsiniz. Yoksa hiçbir yolcu kendini size emanet etmez! Ya da emanet eden “yolcu” olur! Tabii niyet ettiği yere değil de başka bir yere, başka bir dünyaya!.. Böyle bir durumla karşılaşmamak için sihirli değnek; hep daha çok bilgi, daha çok pratiktir.”
Şimdi, buna mutlaka şunları da ilave etmem gerekiyor: “Dakik” olmalısınız... Kıyafetiniz doktora yakışmalı... Asgari muayene gereçleri her an yanınızda bulunmalı ve her durumda muayeneye, müdahaleye hazır olmalısınız. Çünkü siz hayatınızın her anında doktorsunuz, her yerde, her koşulda görevlisiniz... Bütün bunların yanında tabii ki size en çok lâzım olan gereç “aklınız”dır ve onu mutlaka korumalısınız! Eğer bu mesleğin hakiki bir mensubu olacaksanız sarhoş olmaya, işinizi yapamayacak derecede kendinizi kaybetmeye hakkınız yoktur.
¥
Hekimbaşı Ahmedi (1334-1413) bir hekimin taşıması gereken özellikleri şöyle sıralıyor:
“Amma, tabip dahi gerektir ki, üstad-ı akıl ve zeyrek-i dâna (Bilginlerin anlayışlısı) ola, çok okuyup bimarhanelerde (hastanelerde) çok duruşmuş (durmuş) ola. Nasih-ı rastgüy (doğru öğütler veren) ve Pakize-i huy (temiz huylu) ve sahih-ül mizaç (gerçekçi yaratılışta) ve sadık-ul kavl (sözünün eri) ola. Hekim, önce hastalıklardan kendini koruya, kendini beğenmiş olmaya, dünya malına tamah etmeye.”
¥
Meslekten bir ağabeyiniz olarak hakkım olduğunu düşündüğüm bir isteğim var sizlerden; uyarsanız mutlu olurum. Aslında bu sizi de mutlu edecek bir düsturdur: “Çok değerli genç meslektaşlarım, bu mesleğin en büyük değeri; beyaz önlüğüdür. Doktor, onu onurla taşımalı, ona asla leke sürmemeli, her kim sürmeye kalkışırsa da zinhar müsaade etmemelidir.”
Hepinizi ayrı ayrı tekrar tebrik ediyor, alınlarınızdan öpüyorum. Yolunuz, bahtınız ve de kanımca en önemlisi, “alnınız” açık olsun.
(*) Basılmamış kitabım “Doktor ne Yaşar ne Yaşamaz”dan alınmıştır.