PKK-KCK-HDP savaşı kaybetti...
Evet, PKK-KCK-HDP savaşı kaybetti...
Çünkü “serhildan” gerçekleşmedi.
Gerisi hikâye! Ama yine de anlatalım:
Bir taraftan “barış-barış-barış” diyen öbür taraftan ise hendeği, kurtarılmış bölgeyi, devlete silah çekmeyi savunan Demirtaş’ın “mızrak çuvala sığmaz” misali dengesizlikleri, aynı minvalde Figen Hanım’ın arsızlıkları, Osman Baydemir’in kürsüdeki gözyaşları, dağdakinden, Sur’dakinden, Cizre’dekinden tek farkı sadece silahının elinde-belinde olmaması ve sivil giyimiyle TBMM’de bulunması olan bilmem hangi vekillerinin militanlıkları, hulasa HDP’lilerin içten içe, dıştan dışa debelenmeleri aslında hep bu yüzden.
Kürt halkını devlete başkaldırmaya, kalkışmaya, isyana sevk edemediler. Onları hayallerindeki özyönetime yani açıkçası bağımsızlığa(!) kavuşturacaklarına inandıramadılar. Sur’da bir evin bodrum katındaki sağlam ya da yaralı militanlarının, grup liderlerinin, muhtemel yerli ve/veya yabancı yardım ve yatakçılarının fena halde sıkışmış olması, belki bu işin ucunun çok yerlere dokunacak olması, bu arada yüzlerce Kürt çocuğunun-gencinin (acaba içlerinde ne kadar paralı militan var?) can vermiş olmasından da etkilenmiş olabilirler elbette ama içlerinde bulundukları halet-i ruhiyyenin asıl sebebi bu.
Bunları zafer kazanan tarafın bir seveni olarak söylemiyorum... Evet, Kürt ayrılıkçılar serhildanı gerçekleştiremedi ama ortada devlet adına zafer sayılacak çok şanlı bir durum da yok. Nihayetinde hükümran olunan topraklarda güvenlik sağlanıyor o kadar. Yani devlet asli vazifesini yapıyor ve bunu bozulmasına imkân verdikten sonra yapıyor hem de ne canlar bahasına! Devletin kavramsal özü açısından bakıldığında, bu canlar ister Türk ister Kürt, ister şehit ister adi ölü-ceset olsun fark etmez, çünkü hepsi onun vatandaşı. Yani her gün borsa haberleri verir gibi “şu kadar terörist etkisiz hale getirildi, toplam etkisiz hale getirilen ...” demek devlet adına bir kazanç değil. Bence bu, psikolojik harbin bir parçası da değil.
Kanımca buradaki asıl kazanç Kürt halkının ayrılıkçıların yanında yer almaması ve devletin öyle üç-beş eşkıyaya pabuç bırakmayacağının ele güne, hem de ayan beyan gösterilmiş olmasıdır.
İşte Kürt ayrılıkçı hareketini bitiren budur! Şimdi, aynı minval üzere devam etseler müşterisi olmayan, kaçak, gayrimeşru bir malı yol kesip zorla satan “nitelikli eşkıya” olarak tescillenmiş olacaklar; devam etmeseler beslendikleri kaynak kuruyacak! Ne kadar zor bir durum değil mi!??
Kolay değil onlar için! Taa çocukluklarından itibaren “Serhildan Jiyane” (Yaşamak başkaldırmaktır) diye büyümüş, büyütülmüşler çünkü. Gerçi Şivan Perwer;
“Özgürlük tutsakları zindanda yaralı bir aslan gibi
Ki kafesinde yerinden kalkmayan
Bir kere silkinip kendine gelip
Dedi ki; isyan yaşamaktır, direnmek yaşamaktır
Dağlarda isyandır
Zindanlarda direniştir
Delikanlıların sesleri bana hoş gelir
Hele hele sevgi dolu kızların sesleri”.
diyerek her ne kadar gençlerin bağımsızlık duygularını ateşlemiş ya da onları ateşe atmış ise de sonrasında bunun yanlış sonuçlarını görmüş ve 2013’te yine kendisi gibi Kürt olan Mesut Barzani, İbrahim Tatlıses’le birlikte Başbakan R.T.Erdoğan’la barış üstüne tokalaşmış, gerçekten kardeşlik türküleri söylemişti ama o türkülerle yetişenler -bugünkü ayrılıkçılar- vazgeçmemişti serhildandan.
Onlar vazgeçmedi ama mutat Kürt vatandaşlarımız, “ortak toprak, ortak din, ortak vatan, ortak tarih, ortak sofra, ortak aile” diyen Anadolu’muzun hakikatli evlatları bu oyuna gelmedi.
İşte ayrılıkçıların şirazesini koparan bu. Zannettiler ki yüzde on üç oy aldık, ahali bizim arkamızda, yat dersek yatacak, kalk-kalkış desen kalkacak-kalkışacak; öz yönetim, bağımsız Kürdistan filan kurulacak!
Göz boyamak için saz çalmaktan göz korkutmak için adam öldürmelere, okul-cami yakmalara, her türlü sol örgütle kol kola girmekten büyük katliamlar için taşeron DAEŞ’le, kendilerine devlet kuracak olan(!) bütün it kopuk yabancı güçlerle iş tutmalara kadar her yöntemi denediler, her pisliği yaptılar ama olmadı, beceremediler.
Genetik kodlar tutmadı. İkiyüzlülük, işbirlikçilik, hainlik, alçaklık, kalleşlik, katillik bu toprakların, bu dinin, bu tarihin kültürü değildi çünkü. Feraset sahibi Kürt insanı akılsız da değildi; kim ister Suriye, Irak gibi bir ülkede ve ortamda yaşamak.
Halkı yanına çekemeyen bir hareketin teknik anlamda teröristlikten ve terörizmden kurtulması ve özgürlük savaşçısı olarak tanımlanması ve dünya kamuoyunda meşru sayılması mümkün değildir. Tabansız hırsızın kanundan ve toplumdan kaçtığı gibi görünmez olmak, sahneden çekilmek durumundadırlar.
Çünkü “serhildan” gerçekleşmedi.
Şimdi devlete düşen; kalıcı bir barışın temellerini atmak -ki bu bir cümle ile yeni anayasada eşitliklerini resmen tanımak ve Kürtçe eğitim hakkını vermektir- ve her şeye rağmen fiziki olarak ayrılıkçıların yanında yer almayan Kürt kardeşlerimizi gönül olarak da kendi yanına çekmektir.
İşte o zaman devlet bu savaşı gerçekten kazanmış olacak. Yoksa onlar kaybetmiş olsa da devlet kazanmış olmayacak, Sur’daki bodrum katı, ne kadar önemli olursa olsun sadece savaştan bir sahne olarak kalacak ve “sehildan azadi” şarkılarının sosyal ve psikolojik zemininde yeni Sur’lar örülmeye devam edecek.
Bu noktada, yüreğimi açıyor ve Leyla Zana’nın sözünü çekinmeden tekrarlıyorum: Bi hevîya aşîtî kî bi rûmet ü mayînde (Kalıcı ve onurlu bir barış umuduyla).