• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Şaban Şimşek
Şaban Şimşek
TÜM YAZILARI

İsrail ile Yeniden Siyasi İlişki: “Bismikallahumme...” (2)

21 Temmuz 2016
A


Şaban Şimşek İletişim:

Hudeybiye’de arkadaşları itiraz etmişlerdi. Anlaşma metninde, imzalayacak kişi hanesine “Muhammed Resulullah” diye yazılmazsa “Vallahi, biz razı olmayız” demişlerdi...

Kutlu Peygamber (SAV) onları anlıyor ve hatta bu tavırlarından içten içe memnun da oluyordu. Ama fiili durumu da gözden kaçıramazdı; Ali’ye (RA) eliyle işaret etti, “sil” dedi. Ali’nin “Hayır, vallahi o kelimeyi silemem” diyen figanını görünce, “bana o kelimeyi göster” dedi. Ali gösterdi. Ümmi Peygamber, gösterilen yeri, bizzat kendi elleriyle sildi... Elbette bir bildiği vardı, “esinlerin muhtarı, vahiylerin mazharı” oydu çünkü.

Anlaşmanın ana maddesinin gereği olarak müminler o sene Kâbe’yi tavaf etmeden Medine’ye geri döndüler; içleri buruk, kalpleri kırık, gönülleri mahzun... Anlaşmanın bir başka can sıkıcı maddesi de “Kureyşlilerden Müslüman olup Medine’ye gidecek olanların, kabul edilmeyerek geri gönderilmesi şartı” idi ki Müslümanlar bunu, Mekke’de Kelime-i Şehadet getirip Allah’ın dinine girecek olanlara yapılan büyük bir haksızlık, bedbahtlık, zillet olarak görüyordu.

Evet, düz akılla “kabul edilecek şey değil” gibi görünen bu anlaşma “Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık” âyetinin müjdelenmesiyle kutsandı; Feth-i Mübîn (Açık-parlak zafer) olarak vasıflandırıldı ve sonuçları itibarıyla İslam tarihinin en büyük siyasi başarılarından biri oldu... Bununla İslam dini müşrikler tarafından resmen kabul edilmiş oldu. Ambargolar, zulümler, ötekileştirmeler bitti. Müslümanlara on yıl boyunca dokunulmadı. Yalnız ibadetleri değil, İslam’ın tebliğine yönelik çalışmaları ve ticari faaliyetleri de engellenmedi. 

Ve bu on yıl sonunda, bütün Arap Yarımadası ile doğal olan-olmayan hinterlandı İslam’la şereflendi... Naçizane, “eğer Mekke’nin alınması maddi anlamda İslam’ın Fethü’l Fütûh’u ise, Hudeybiye de mana anlamında İslam’ın Fethü’l Fütûh’udur” diye düşünmekteyim.  

Şimdiii... 

Gel gelelim günümüze; Mavi Marmara’ya ve İsrail’le kesilen diplomatik ilişkilerimizin altı yıl aradan sonra, hem de isteklerimiz tam olarak karşılanmadan yeniden kurulmasına!? 

Yani, yukarıda canlandırmaya çalıştığım bu fevkalâde örnekten sonra ne diyebilirim ki? Ayet ise ayet, Sünnet ise Sünnet; her şey apaçık ve net. Düşünen ve inanan insanlar olarak bunların üstüne ne söylenebilir. Sadece konuyu biraz açalım:

Ekonomik ilişkiler, ticaret...

Zaten hiç kesilmedi ki o! Dahası son 7-8 yılda arttı ve neredeyse ikiye katlandı!? Şimdi burada da “Yaa! Olur mu böyle şey?” diyenler olacaktır elbette ama unutmayalım, günümüzün ekonomi ilişkileri artık hükümetlerin dışında, hatta üstünde; hükümetlerin değişmesinden ya da devletler arasında bozulan siyasi ilişkilerden fazla etkilenmiyor. 

Haa! Bunun peygamberimizin hayatında örneği var mıydı derseniz, vardı. Başkaları da mevcuttur mutlaka ama ben bildiğim bir tanesini söyleyeyim; belki de en çarpıcı olanı da budur: Kutlu Peygamberimiz, ahrete irtihal ettiğinde, geriye dünyalık olarak (Kur’an ve Sünnet dışında) bir kılıç, bir boz katır, din için vakfettiği küçük bir arazi parçası ve de otuz ölçek arpa karşılığında bir  Yahudi’ye rehin bıraktığı bir zırh gömleğivardı!.. Bilmem anlatabiliyor muyum; “BİR YAHUDİ’YE REHİN BIRAKTIĞI Bir zırh gömleği.”

Peki, ya bazı şartlardan imtina edilmesi...

Hazreti Ali (RA), Hudeybiye’den tam otuz yıl sonra, Muaviye ile yaptığı anlaşmada, kendi adına kullandığı “Müminlerin Emiri” başlığını, Muaviye’nin elçisi Amr bin As’ın itirazı üzerine silmek zorunda kalmıştı. O an, Hazreti Peygamberin “Rasulullah’ kelimesini sil” dediğini hatırlayıp öyle bir “Allahu Ekber” çekmişti ki etrafındakiler Allah’ın Arslanı’nın cezbeye geldiğini düşünmüş ve korku ile zangır zangır titremişlerdi...   

Hulasa...

Yani İslam ve insan gerçeklikten uzak kalamıyor; devran dönüyor, kervan yürüyor ve her durumda yoluna devam ediyor. O zamanın kervanları deve yüklü idi, bugün ise gemiler yüklü, TIR’lar yüklü vesaire; fark o kadar!

Bu arada... Sadece ticaret mi? Hayır. 

Daha geçenlerde, 28 ülkeden oluşan NATO’da, üyeliği olmayan İsrail’e Brüksel’deki genel merkezde daimi bir ofis tahsis edildi. Veto hakkı bulunan Türkiye buna itiraz etmedi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bu gelişmeyi “İsrail’in güvenliği için çok önemli adım” olarak değerlendirdi!.. Bir de seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin darbeyle devrildiği Mısır’la kesilen diplomatik ilişkileri yeniden kurma girişimleri var. Darbeci General (Pisi) SİSİ, Netenyahu benzeri bir laf edecek mi bilmiyorum ama gerçekten nefse ağır gelen şeyler bunlar; hilafsız, Hz. Ali’nin, Hz. Ömer’in, ashabın karşı karşıya kaldığına çok benzeyen durumlar...

Bütün bu anlaşma ve dış politikaların sonuçları inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda çok daha iyi anlaşılacak ve daha doğru değerlendirilecektir. Ülkeyi idare edenlerin gerçekten feraset sahibi olup olmadıkları da asıl ve ancak o zaman görülecek. 

Şimdilik başka bir şey söylemeyecek ve bir prensibimi dile getirmekle yetineceğim: Söz ve davranışlardaki tutum, zamanın Arap şairlerinin başı Kab’ın Kelime-i Şehadet getirdikten sonraki ilk şiirinde olduğu gibi  “Sadece Allah’a! Ne Uzza’ya ne de Lat’a” olursa sorun yoktur. Bu durumda gerisi teferruattır. Ama öyle değilse, bu sefer de esasla ilgisi yoktur; ortası da, ilerisi de, gerisi de teferruattır. 

Yazı dizimizi ilgili bir âyet-i kerime ile bitirelim: “Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki bir şey için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz! (Bakara, 216)

(Diyaloglar: İskender Pala, Bülbülün Kırk Şarkısı, Kapı Yayınları)     

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23