Fetö soruşturması ve ülkenin geleceği
Fetö soruşturmalarında baştan beri sıkıntı doğuran sebeplerden biri, birim amirlerinin bizatihi kendileri temizlenmeden önce onlara “temizlik yapın” denmesi idi; hem de kurumlar arasında ortak davranış prensipleri belirlenmeden ve neredeyse sınırsız yetkilerle!
Hukuk bilgisi ve bu bağlamda mesleki sorumluluğu olmayan kişilerce geri dönüşü olmayan, psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda idam hükmünde -ki ben buna “nitelikli idam” diyorum- ağır cezalar verildi maalesef. Kanımca suçla cezanın mütekabiliyeti prensibi yeterince gözetilmedi. Evet, olayın büyüklüğü, derinliği, vahameti, dehşeti, çok başlı ve kriptolarla dolu oluşu, dolayısıyla içinden çıkılmazlığı elbette göz ardı edilemez ama…
Bazı örneklerden anlaşılıyor ki Sayın Cumhurbaşkanının “At izi iti izi…” sözüne kadar, kendilerine gelen bilgileri, ihbarları, şikâyetleri aynen işleme koyan çok sayıda birim amiri var. Bunların hâlâ Fetö’nün hakim olduğu birimlerden gelebileceğini düşünemediler veya düşündüler de korktular, aksini yapamadılar ya da bir kısmının işine öyle geldi!
ByLock ve sonrası
Bugünlerde içimi rahatlatan bir gelişme ByLock adıyla tanınan özel bir haberleşme programının deşifre olması. Soruşturmanın geneli ve örgütün ana damarlarına ulaşmak için belki de en güvenilir kaynak bu. Amerika’da bir paravan şirket aracılığıyla yazılan programı kullananlar örgütten sayılıyor ve gerekli işlem yapılıyor.
Kanımca devletimiz bu noktada hiç de haksız değil. Çünkü örgütten iki kişinin referansı olmadan ve dört kodlama aşaması geçilmeden bu programa girilemiyor. Tabii olarak bu da örgütsel bağların çok güçlü olmasını, diğer bir deyimle “yüzde yüz güvenilir örgüt elemanı” olmayı gerektiriyor.
Rakamlar muhtelif olmakla beraber ByLock’da, ortak kullanım alanları dahil toplam 180 bin IP adresi tespit edilmiş durumda. Şimdiye kadar adı konmuş kullanıcı sayısı ise 165 bin… Yani bu kadar kritik “has örgüt elemanı” var demek ki; belki en yakınımızdaki iş arkadaşımız, belki okuldaki öğretmenimiz, belki marketteki tezgâhtar veya asker, polis, istihbaratçı, gazeteci, sporcu, oy verdiğimiz siyasetçi...
Başkasının adına kullanılan numaralar, ne zaman bu pisliğe bulaşıldığı, suçla cezanın mütekabiliyeti, cezanın şahsiliğideğerlendirilmek kaydıyla, buradaki suçlular mutlaka cezalandırılmalı ve bununla ülkeyi bölmeye, sosyal barışı bozmaya, milleti parçalamaya ve dahi dini tahrif etmeye dair etkinlikleri acil olarak azaltılmalıdır. Bunda asla tereddüt edilmemelidir.
Ancak belgesiz-delilsiz-zanna dayalı olarak içeri alınanlar, sorgusuz-sualsiz-savunmasız mahkeme kararı olmadan ihraç edilenlere dair itirazım, “insanlık, gelecekteki toplumsal barış, milletin ve devletin bekası” adına devam etmektedir.
Kurulan itiraz komisyonları da sıkıntılı…
Fetö melaneti buraları işlemez kılmak için herkese dilekçe verdirtiyor. Bununla bir yandan kaos oluştururken diğer yandan “herkes mağdur” algısı oluşturmaya çalışıyor. Taktik olarak, cepheyi genişletip, siyasi iktidarı “haksız, zalim, halkın desteğinden yoksun, kendileriyle mücadele edemez pozisyonlara” düşürmek istiyor. Bu arada 15 Temmuz’un o büyük dehşeti de hafızalarda giderek geriye itilirken, üzerine mercek tutulan kişisel ve lokal olaylarla devletin tepesindekilere diktatör-ceberut görüntüsü veriliyor, yabancı misyonlar nezdinde adeta deli gömleği giydiriliyor.
Sonuç olarak
Fetöcü ya da değil atılanların gelecekte ne olacağı sorusu masaya yatırılmalı bunun kişisel, ailesel, toplumsal, ekonomik, güvenlik, ahlaki, politik muhtemel sonuçları ve sonraki nesiler üzerindeki etkileri aklıselimle değerlendirilmelidir. Bu bağlamda öncelikle;
1) Atılanların suçları neyse, kendilerine ve gerektiğinde örneklerle kamuya anlatılmalıdır. Mesela “Alâkam yok” diyen dilekçelerden birkaç tanesi televizyonda gösterilmeli, aynı anda da varsa gerçek suçu neyse okunmalı ve bunun belgeleri halkla paylaşılmalıdır. Bu şekilde Fetö’nün işi sulandırma, akılları bulandırma oyunu bozulabilir.
2) İtirazlar cezayı veren kuruma değil bir üst kuruma iletilmelidir. Hadi “tükürdüğünü yalamak” demeyelim belki yakışmaz ama kendi kararını bozacak ve “Ben şu şahsı yanlışlıkla işten attım” diyerek bir bakıma, kişiye yaşattığı mağduriyetten dolayı kendini “suçlu” ilan edecek ve yarın kanun önünde hesap vermeyi göze alacak kaç kişi, kurum, kuruluş var ülkemizde?
3) Mağdur olduğunu düşünen insanlar büyük bir umutsuzluk içinde, zifiri karanlık bir boşlukta, yapayalnız hissediyorlar kendilerini. “Kendi seçtiğimiz insanlara, makamlara, hükümete ulaşamıyoruz. Vebalı gibi bizden kaçıyorlar. Seçtiklerimize ulaşamazsak kimin-kimlerin kapısına gideceğiz. Hak ve adaleti kim tesis edecek. Masumuz, haklıyız, mağduruz fakat zulüm görüyoruz. Zulmün azı çoğu, uzunu kısası mı olur? ‘Sabret’ demekle işin gidişatının doğru olduğuna, hak ve adaletin geleceğine, zulmün kalkacağına inanmak mümkün mü?..” diyorlar.
Onlara, mesela üç ay içerisinde durumlarının mutlaka netleştirileceğini, suçsuzluklarının tespit edilmesi halinde, KHK ile atılmış olsalar dahi görevlerine döneceklerini söylemek ve hem kendilerini hem ailelerini, hem de toplumu buna inandırmak gerekiyor. Aylardır tutuklu olduğu veya işten el çektirildiği halde hâlâ yeterli delil ortaya konulamayanlar ise kontrollü olarak serbest bırakılmalı ve işlerine, eşlerine, çocuklarına iade edilmelidirler.
Gerçek idareci, sadece ülkesinin bugününü değil yarınını da düşünür. Bir de bunun vebali, öbür dünyası var tabii; Hafazanallah.