Bu da Bizim Bildirimiz(*)
Bizler...
Devleti, ülke-vatan denilen bağımsız topraklar üzerinde ortak yaşama iradesi gösteren insanların vücut verdiği; meşruiyetini insanların mal ve can emniyeti ile vatan topraklarının güvenliğini, adaleti, huzuru ve sosyal düzeni sağlamaktan, bir başka deyişle halkına-milletine hizmet etmekten alan; tarihten gelen damarı, atalarının-büyüklerinin kanı ve insanını gönlünden sarıp sarmalayan yanı ile kutsallığı da bulunan, bu bağlamda kudretli, müşfik ve kapsayıcı gölgesi herkesin üzerinde olan siyasi tüzel bir varlık olarak biliriz.
Bizler...
Ülke içinde biricik “meşru güç kaynağı”, ülke dışında ise “bağımsız” olmayı ifade eden “egemenlik” unsuru olmadan devletin de olamayacağını fakat aynı zamanda bu egemenliğin bir kişiye-aileye(monarşik), bir gruba-etnik unsura(oligarşik) veya bir dine-cemaate(teokratik) değil halka-millete ait olması gerektiğini de biliriz.
Bizler...
Devleti her şeye müdahale eden, bireyi kısıtlayan, mutlak güç ve yetkilere sahip “tiran devlet”(Leviathen) değil asli görevi toplumda hakemlik yapmak olan “çoğulcu devlet”(plüralist) ve devlete karşı insanı önceleyen “demokratik devlet” olarak biliriz.
Bizler...
Devletin olmadığı yerde, halkın-milletin vicdanının ortak sesinin, yani kanunların (Anayasa, yasalar) da ol(a)mayacağını, kanunun olmadığı ya da olup da ahlaksal, hukuksal ve tinsel manada işletil(e)mediği yerde insan hak ve özgürlüklerin, barışın, huzurun da olamayacağını biliriz.
Bizler aynı zamanda...
Günümüzde ülkelerin gelişmişliğinin, toplumun refah ve mutluluğunun bilim ve teknolojide kat ettikleri mesafe ile ölçüldüğü bunun da öncelikle finansal sermayeye değil, seven, duyan, gören, insan olmanın onurunu ve sorumluluğunu taşıyan, yurttaşlık bilincine sahip eğitimli bireylerin varlığına dayalı olduğunu biliriz.
Bizler aynı zamanda...
Bu kaynaklarının oluşturulmasında, baş aktörün, siyasilerden önce eğitimci ve bilim insanları olduğunu ve bunların da yetişme ve yetiştirme şartlarının kolay olmadığını biliriz.
Bizler aynı zamanda...
İlgili yasaların, bilimsel endişelere ve ülkemizi mutlu bir geleceğe taşıyacak gençleri yetiştirmeye matuf olmaktan öte, ihtilal mantığının bir uzantısı olarak rejimi korumak ve kollamak amacıyla hazırlanmış olduğunu ve on yıllardır akademi dünyasına kan kusturduğunu da biliriz.
Bizler aynı zamanda...
Konunun, “Ben gücümü halktan alıyorum, sorumlu olan ve hesap verecek olan benim, dolayısıyla bu işin dışında kalmam söz konusu olamaz!” diyen hükümetlerle “Yükseköğretim işi sadece benim işimdir, Anayasa ve yasalar bu görevi bana vermiştir, istediğimi yaparım” diyen darbe anayasasının beyinsel organı YÖK’ün kavgasını, bu çatışmayı cumhuriyetin temellerine kadar götürüp, rejim meselesi haline getiren, omuzlarında taşıdıkları “Ordu Göreve” pankartlarıyla ülkeyi antidemokratik düzenlere sürüklemek isteyen akademisyenleri, rektörleri, üniversiteleri de biliriz.
Bizler aynı zamanda...
Akademisyenlerin entelektüel bilinç, bilimsel namus ve etik ilkeleri ile insanlığın evrensel değerlerini içselleştirmiş, vizyonu ve misyonu olan liyakat sahibi insanlar olması gerektiğini; asıl işlerinin gençlere özgür, yetkin ve sorumlu bir kişilikle birlikte meslek kazandırılmak, araştırmalar yaparak toplumun yeni bilgiler, imkânlar sunmak, barışa dayalı sosyal bir düzen oluşturmak ve insanların-toplumların karşılıklı güven içerisinde yaşamasına yardımcı olmak üzere siyasilere ve kurumlara yol göstermek olduğunu biliriz.
Bizler aynı zamanda...
Akademisyenin bütün bunlara dair sorumluluğunu yerine getirirken kurumsal olarak özerkliğe, kişisel olarak da, siyasiler ve akademik kurumsal güçler dâhil herhangi bir karışma olmaksızın araştırma yapma, düşüncelerini üniversite içinde ve dışında yayma hakkına yani akademik özgürlüğe sahip olmasının da gereğini biliriz.
Sonuçta bizler...
Devleti ulu bir çınar, âlimi, akademisyeni, bilim insanını da Osman Bey-Edebâli misali bu çınara can suyu veren kaynak olarak görür ve yeri geldiğinde “ya devlet başa ya kuzgun leşe” denilmesi gereken“Devlet-i Ebed Müddet” olarak biliriz.
Sonuçta bizler...
Akademi dünyasının yaşadığı zorlukların temelinde, cumhuriyetimizin kuruluşundaki hâkim düşünce olan “toplumun esenliğinin öncelikle ve özellikle devletin bekasında görülmesi ve layüs’el kutsal devlet” anlayışının olduğunu da biliriz.
Sonuçta bizler...
Devlet-hükümet ve üniversite arasındaki ilişkinin “Ne mutlak devlet-hükümet otoritesi ne de akademik oligarşi. Herkes yerini, sorumluluğunu ve sınırlarını bilsin, başkalarının belirlediği saflarda değil kendi yerinde dursun ve kendi işine yapsın” şeklinde olması gerektiğini de biliriz.
Ama bizler...
İş sokaklarda hendek kazılıp bağımsız bölgeler ilan edilmesine, hastanelerin, okulların yakılmasına, çoluk çocuk, asker-polis, üniformalı-sivil demeden kör hedeflerin bombalanmasına kısaca milletin ve vatanın bölünmesine gelince, orada durur ve olmamız gereken yerden bilim insanı vakarımızla sesleniriz:
1. Öncelikle bizler kendi dilimizi konuşuruz; devletin, hükümetin, bir partinin ya da bir başka kurumun kişininkini değil, ayrılıkçıların ya da bir terör örgütününkini ise hiç değil.
2. Bizler yaşama hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan tüm hak ve özgürlüklerin kesinlikle yanında ve takipçisi olmakla beraber bu hakların kullanılması hususunda sorumluluklarımızı da biliriz.
3. Bizler sokaklara hendek kazarak bağımsız bölgeler ilan etmenin, bahsedilen hakların güvencesi ve sosyal düzeni korumakla görevli olan devletin bu bölgelere girmesine silahla karşılık vermenin, ambulansları, itfaiyeleri engellemenin, hastaneleri, okulları yakarak insanların tedavi olma-yaşama-eğitim haklarını ellerinden almanın demokratik hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilemeyeceğini de biliriz.
4. Bizler devletiyle savaşmanın, canlı bomba olmanın, kamyonlarca patlayıcıyla lojmanlara saldırmanın, üç yaşındaki bebeleri öldürmenin, çözüm sürecini kötüye kullanarak şehirleri cephe haline getirmenin, toprak altına patlayıcılar yerleştirmenin, evleri, dükkânları cephaneliğe çevirmenin de bu haklara girmediğini ve buna görev tanımını yaptığımız devletin asla müsaade etmemesi gerektiğini biliriz.
5. Bizler yeniden müzakere koşullarının hazırlanması, kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulması, Kürt vatandaşlarımızın hak ve özgürlükler bağlamındaki taleplerine dair bir yol haritası oluşturulmasının rasyonel aklın gereği olduğunu biliriz, ancak geçmişte olduğu gibi bu sürecin (sözde) mahkemesiyle, vergi sistemiyle, öz güvenliğiyle kurtarılmış bölgeler elde etmek için kullanılacağını ve bu bağlamda barış imzacılarının metnindeki geçen “siyasi talep” tamlamasının “ayrılık, gayrilik, bağımsızlık” anlamına geldiğini de biliriz.
6. Bizler devletin vatandaşlarına asla şiddet uygulamaması gerektiğini biliriz ama hendek kazıp “burada devlet benim” diyenlerin de demokratik düzende hak arayan vatandaş değil ancak terörist olduklarını ve onlara devletin görev tanımı çerçevesinde, lâyık oldukları üzere ayrı bir hukuk uygulaması gerektiğini de biliriz.
7. Bizler bu konularda alabildiğine sorumsuz ve terör örgütünden yana da olsa sadece açıklama yapan bir kısım akademisyenin uluorta gözaltına alınmasının doğru olmadığını ve soruna çözüm getirmeyeceğini de biliriz.
8. Bizler “gelin barikatları yıkalım, hendekleri kapatalım, silahın adını bile anmayalım, fikrimizi açıkça ifade edelim, sözümüzü kesmeye kalkışanlara ‘âlimleri susturulmuş bir millet öksüz kalmış çocuk gibidir’ hatırlatmasını yapalım, bilim üretelim, insanlık değerlerine değer katalım, gençlere iyi bir gelecek, ülkeye yeni ufuklar açalım, siyasetçiye yol gösterelim, yüzyıllardır birlikte yaşamış, aynı cephede bu topraklar için savaşmış bir milletin çocukları olarak Kürt’üyle, Türk’üyle ülkemiz için çalışalım ve hep birlikte müreffeh bir Türkiye’de barış içinde, huzur içinde, kardeşçe yaşayalım” desek bunun ülkemizdeki silahlı ve silahsız ayrılıkçılar ile birlikte birtakım imzacı akademisyenlerce kabul görmeyeceğini de biliriz. Çünkü onların dertleri başkadır!.. Bunu da bilir ve bilinmesini isteriz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
(*) Üyesi olduğum Bilim İnsanları Dayanışma Derneği (BİDDER) için hazırladığım metindir.