• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Şaban Şimşek
Şaban Şimşek
TÜM YAZILARI

AK Parti’de “Gül”ler Karıştırılırken!

11 Şubat 2016
A


Şaban Şimşek İletişim:

1 Kasım seçimlerinin hemen öncesinde Sayın Abdullah Gül ile ilgili spekülasyonlar üzerine bir yazı yazmış ama o konjonktürde yayımlamanın faydalı olmayacağını düşünmüştüm. O günden bu yana gelişen olaylar, özellikle Sayın Bülent Arınç’ın açıklamaları, bunlara verilen karşılıklar ve istemli ya da istemsiz işin gittiği istikamet konuyu tekrar ele almamı gerekli kıldı. 

İşte o makale:

Geçenlerde “AK Parti, içindeki yapma gülleri ayıklamalıdır” başlığıyla yazmış olduğum yazıyı şu hülasa ile bitirmiştim: AK Parti yeniden iktidar olmak istiyorsa, aslına dönmeli ve içindeki yapma gülleri ayıklamalıdır.”

Bir bakıma öze dönüş olacaktı bu. Ama gelişmeler (MKYK, vekillik aday listeleri vs.) pek de bu doğrultuda olmadı!  Bu arada, aykırı düşen ya da kenarda kalan bazı tanınmış simalardan, kimine göre “çatlak” kimine göre de “delikanlı”, bir takım sesler yükselmeye başladı. 

Tabii malum çevreler de mal bulmuş mağribi misali tepe tepe kullanıyorlar bunu. Aslında çok da görülmemiş bir şey değil bu. Benim garip bulduğum AK Parti yanlılarının da onlardan aşağı kalmaması! Öyle sözler sarf ediyorlar ki inanılmaz. Sanki bir üst akıl “Dışarıdan yıkamıyorsanız içerden yıkın. Bir araya gelin, çullanın o misyonun üstüne” demiş, ittifak ettirmiş onları!

Yapma güllerden kastımız, Markar Eseyan (seçilmesi mucize olan bir sırada), Muhsin Kızılkaya (aday gösterilmedi) gibi isimler değildi. Bülent Arınç, Hüseyin Çelik gibi bu partinin doğrudan kurucusu ve aynı zamanda teorisyenlerinden olan, parti içerisinde düşündüğünü, inandığını “imkanlar ölçüsünde!” dile getire(bile)nler ise hiç değildi. Sayın (eski) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yakınındaki diğer bazı isimler de öyle… Bugün, bakıldığında bu siyasi figürlerin tamamı ana gövdeden “ayrı düşmüş” durumdalar.

Yapma güllerden kastımız; “Laiklik ile selefi inanç (daha çok ham-kaba-softa anlamında) arasında sıkıştırılan insanımız AK Parti’nin Batı kurumlarıyla entegre, dünyaya açık ama aynı zamanda kendi değerlerimize bağlı, bu anlamda ‘ahrete de açık!’ olmasını istiyor… Özellikle de ‘ahrete açık olma’ noktasında ‘samimiyet’ bekliyor... Büyük Osmanlı’nın mirasçısı olan saygın bir devletin onurlu vatandaşı olmayı arzuluyor… ABD ve Batı’nın askeri, stratejik ve ideolojik hedefleri ile paralel giden siyaset ile alamet-i farikaları yok edilmiş bir dini ve buna uygun ‘yaldızlanmış’ liberal yaşamı reddediyor”şeklinde olduğunu düşündüğüm AK Parti misyonuna uymayan insanlar ve uygulamalardı. 

Uymayanları, yani “yapma gülleri” de şu cümlelerle anlatmaya çalışmıştık:

“Mesela; partiye ‘saf-dindar’ gelmiş ama reel politiğin tezgâhında gözünü açarak(!) alıma-satıma uygun ‘meta’ olmuş insanlar türemiştir. Bu bağlamda temizliğe, dürüstlüğe dair soruların cevapları yeterince veril(e)memiş, haksızlığı, yolsuzluğu, rüşveti, torpili, nepotizmi önleme konularında milletin kalbi mutmain edilememiştir. ‘Olmayan şeyin ispatı mı olur’ denmiş ama olan şeyler için de gözle görülür bir müdahale yapıl(a)mamıştır. İlk zamanlardaki o siyaset üretme, demokratikleşme ve hizmet etmedeki dinamizm kaybolmuştur. Bütün bunlar, AK Parti’ye yüklenen misyonu lâyıkıyla yerine getireceğine dair inancı örselemiştir.”

Şimdi, bunlar tamamıyla göz ardı ediliyor ve dost yazarlar tarafından bile bu partinin varlığını borçlu olduğu isimlerden hiç şüphe yok ki ikincisi olan bir insan için “Bakan oldun, Başbakan oldun, Cumhurbaşkanı oldun; daha ne olasın? Daha ne olasın da dolgu malzemesi olmayasın? Gül müsün, diken misin, Abdullah Gül? Söyle!” diye yazana da yazılana da yakışmayan makaleler kaleme alınıyor!

Hele hele “Sen dostun Erdoğan için ne fedakârlık yaptın? Neden birilerinin dolduruşuna geldin? Neden vefasızlık ettin? Neden ‘hep bana, hep bana’ söyle? Nasıl bir kibir bu böyle?” cümleleri vicdanlara sığması bir yana akıllara da sığacak gibi değil. 

Ortada nasıl bir lütuf vardı ki? Birincinin lokomotifliğinde giden bu uzun yolculukta, ikinci tarafından birinciye –şüphesiz ki asıl sahibi odur- hiçbir sorun çıkarmadan teslim edilmiş bir başbakanlık vardı. Daha sonra, birincinin devletin başına geçemeyeceği bir siyasi atmosferde, bu işe cesaretle talip olan bir ikinci ve sonuçta misyon adına hep birlikte kazanılan büyük bir siyasi zafer vardı.

Aslında benim de Sayın Gül’e yakıştıramadığım şeyler yok değil. Mesela; rektör atamaları. Küçükleri bir tarafa bırakalım, bazı büyük üniversitelere dahi hem de beşinci sıralardan getirerek öyle atamalar yaptı ki sormayın!.. Tabii o rektörler de gereğini yaptı; mankurt kardeşlerini doldurdular üniversitelerine! Şimdi temizle temizleyebilirsen… Bu işlerin çok cefasını çekmiş bir akademisyen olarak Sayın Gül’ün bu atamalarını hiçbir zaman içime sindiremedim. Ankara’daki katliam için HDP’ye yaptığı taziyeye de öyle. Bana göre asla “sadece insani” yönle değerlendirilebilecek bir mevzu değil o. Taziye adresi de yanlış.

Ama ne olursa olsun Sayın Gül gibi bir insana “Nasıl Erdoğan’ı Gülen gibi vatan hainlerine değişirsin?” demek asla vicdani değil, hakça değil, doğru değil. Aksi takdirde sormazlar mı adama Sayın Cumhurbaşkanımız R.T.Erdoğan da “Ne istediler de vermedik, demedi mi?” diye.

Şimdi…

Düşmanlık değil dostluk zamanı,  öte(ki)leştirme değil kucaklaşma zamanı.

…Evet, böyle idi o zamanki değerlendirmemiz. Yenisi kısmet olursa haftaya. 

 

x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23