• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Prof. Dr. Yusuf Özertürk
Prof. Dr. Yusuf Özertürk
TÜM YAZILARI

Aşûrâ günü ve Kerbelâ olayının düşündürdükleri (8)

20 Temmuz 2025
A


Prof. Dr. Yusuf Özertürk İletişim:

Aşûrâ günü ve Kerbelâ olayının düşündürdükleri (8)

Prof. Dr. Yusuf Özertürk

KERBELÂ’NIN HATIRLATTIKLARI 

VE ÇIKARILACAK DERSLER

ŞİİLER, İMAMIN MASUM OLMASI 

GEREKTİĞİNİ SÖYLERLER

* Şiiler, hilafet yerine ‘İmâmet’, halife yerine de ‘İmam’ terimini kullanmayı tercih etmişlerdir. Şîa, özellikle de İmâmiyye Şîası, imamın (devlet başkanının) İmâmete (devlet kurumuna) gelebilmesi için, onun mâsum (günahsız) olması gerektiğini iddia ederler. Yine onlara göre ‘imamlar mâsumdur. Bu yüzden de İmâmete gelecek olan imam, mâsum olduğundan, ümmet veya ‘ehlü’l hâl ve’l-akd’ (devlet başkanını seçmek ve gerektiğinde de azletmek yetkisine sahip olan heyet) tarafından seçimle, yahut da mevcut olan halife tarafından veliaht tayin edilmesi yoluyla gelmesine ihtiyaç yoktur’, görüşünü ileri sürerler. İmamiyye bu anlayışla imamlara, bir nevi Peygamberlerin sıfatı olan ’İsmet sıfatını’ (Peygamberlerin, günah işleme hususunda Allah tarafından korunması. Eğer peygamberler günah işleselerdi, Allah, onlara uymayı emretmezdi.) vermiş oluyor.

* Şîa’ya göre imam sadece siyasî bir lider (devlet başkanı) değil, aynı zamanda bâtınî (gizli) bilgilere de sahip olan dinî bir liderdir. Şîa göre, ’Peygamber hem Nebî, hem de veliydi. Bu yüzden vahyin hem zâhirî , hem de bâtınî anlamını biliyordu. Hz. Resûlullah’ın ölümüyle peygamberlik sona ermiş, ancak velâyet ise imamlarda bulunmaya devam etmiştir’. Dolayısiyle imamlar, hem İslâm toplumunu yönetecek, hem de dinî ilimleri öğretecekler ve eşyanın bâtınî anlamını halka izah edeceklerdir. Şîa’ya göre imamlar, beşerî bir devlet başkanından daha ötede, ‘Allah ile kul arasında bir aracı, şefaatçı konumundadır’. Şîa’nın bu anlayışı, Ehl-i Sünnet’in halife (devlet başkanı) anlayışından farklıdır. Şîa yönünden, ’imamlar için yapılan mücadele, siyasi bir mücadele olmaktan daha ziyade kutsî bir görevdir’. Dolayısiyle Şîa, imamın seçimle değil, Peygamber nasıl Allah tarafından (nasla) seçilmişse, Peygamber’in risâlet dışındaki görevini devam ettiren imamın da Allah tarafından seçilmesi gerektiği görüşünü benimsemiştir. Şîa imam olarak da Hz. Ali (r.a) ve soyunu kabul etmektedir. Böylece Şîa, devlet başkanının (imamın) seçimle değil, Hz. Ali soyundan gelenlerden veraset (tayin) yoluyla olmasını savunur.

* Şîa’nın bu görüşlerini Ehl-i Sünnet alimleri birkaç noktadan çürütmüşlerdir. Ehl-i Sünnet’e göre; 

1-Hz. Peygamber’in dışında kimse mâsum (günahsız değildir. İsmet sıfatı ancak peygambere hastır. Dolayısiyle peygamberin dışında herhangi bir kimse (ehl-i Beyt dahil) Allah tarafından günah işlemekten korunmuş değildir. Yani Hz. Resûlullah’ın dışında herkes günah işleyebilir. Bu yüzden de halife (devlet başkanı olmak için; ‘mâsum olma’, peygambere yakın olma şartı aranmayıp, gerekli şartları taşıyan, Adaleti sağlayacak olan her liyakâtli kişi devlet başkanı (halife) olabilir. Halife lâyüsel olmayıp, icraatından dinen ve hukuken sorumlu tutulan sivil bir yöneticidir.

2-Hz. Peygamber sağlığında kendisinden sonra devlet başkanlığı yapacak kişi veya kişleri tayin etmemiştir. Bu meseleyi ashaba bırakmıştır. Hz. Resûlullah, ’Benim ümmetim yanlış üzerinde birleşmez’ (İbn Mâce, Fiten-8) diyerek de geleceğe ışık tutmuştur. Hulefâ-yi Râşidîn de (dört halife) Hz. Peygamber’in yolunu takip ederek kendilerinden sonraki halifeyi tayin etmeyip, halka bırakmışlardır. Dört halife de (Hz. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali) şurâya göre (ashabın ehliyetli kişileri) seçilmişlerdir. Şîa’nın iddia ettiği gibi, Hz. Ali (r. a) de, ‘halifeliğin kendinin hakkı olduğunu ve kendinden önceki halifelerin hakkını zorla gasbettiklerini ileri sürerek onlara itiraz etmemiştir. Ve onları meşru kabul etmiş, biât etmiştir. Bunun aksini iddia etmek, ’yani Hz. Ali korkusundan ses çıkarmadı’ demek olur ki, bu da Hz. Ali gibi şecaat kahramanı bir kişiye korkaklık isnat etmek olur. Ayrıca Hz. Ali, kendinden sonra oğlu Hz. Hasan’ı halife olarak tayin etmemiştir.

3- Şîa tarafından, imamın Ehl-i Beyt’ten tayin yoluyla belirleneceği esası değişmez bir kural olarak kabul edilmesine göre; mevcut imamın kendinden sonra bir halefi olmaması veya küçük yaşta ölmesi durumunda ne olacaktır? Ve imam kim olacaktır? On birinci imam Hasan el-Askerî’den sonra gelen oğlu Muhammed bin Hasan dört yaşında iken vefat etmiştir. O zaman Şîa’nın ileri sürdüğü ‘İmam(devlet başkanı) Ehl-i Beyt’ten olacak tezi çıkmaza girmiş olmaz mı? Bu yüzdendir ki, Şîa, ’Velâyet-i fakîh’ (siyasi otoritenin, imamların manevî varisleri olan din alimlerinin elinde olması) anlayışını getirmek zorunda kalmıştır (1, 2).

Devam edecek...

Kaynakça

(1): Mustafa Öz, Avni İlhan, İmamet. TDV İslâm Ansiklopedisi 22. Cild; 201-203

(2): Casim Avcı, Hilafet. TDV İslâm Ansiklopedisi 17. Cild; 539-546

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Nedim

Yazar mesala Hüseyin ra Kerbela olayında tek taraflı ve ehlisunne itikadı ve usulünde olmayan bir usulle(subutu ve delaleti kat'i deliller belgeler şart) yani subjektif ligi bırakıp yeni yazısında objektif çok güzel bilgiler yazmış gerçekten..Şii tezinin Ali ra ve ailesi tarafinda doğrulayıcı bir bilginin hem Sünni hem de Şiî kaynaklarda olmaması ve bu Şii tezi kabul edildiğinde Ali ra in bu teze ihanet ettiğini kabul edilmek zorunluluğunu anlatmış isabetle yazar...Şii tezler Kerbela dahil ehlisunne itikadı ve usulü ile ele alınmalıdır.Yezid b Muaviye nn katil olduğu veya katliam emri verdiği ispatlanmadan tamamen Osmanlı da ki siyasi çekişmelerde istenmeyen planlanmayan kötü olaylar olması gibi bir durumla Hüseyin ra in ısrarla kufeye gitmek istemesi hem Resulullah sav in müslümanlar arasında fitneyi bitirdiği övgüsü alan Hasan ra ve sahabelerin ısrarla gitme demeleri ne uymayan ve meşru devletin iç savaş çıkarma tehlikesini bertaraf etmek için Medine'ye git denmesine ki bu bilgi hem Sünni hem Şiî kaynaklarında var ki bu bile ESASEN Yezid in suçsuz olduğunu planlı bir öldürme içinde olmadığını ispatlar şekilde Medine'ye gitmesi ile iç savaş tehlikesi önlemek derdinde olduğunu ispatlar Ama Hüseyin ra ve yanındakiler silahlı mücadeleye girişince de meşru her devlet gibi karşılık verildi ve istemeyen olaylar oldu.Yani bizim derdimiz Yezid in katil olup olmamasını veya ısrarla Hüseyin ra in şehid edilmesini istediğini ispatlamak derdindeyiz.Kesin bilgiler yoksa Şiî tezlerini kabul etmeyiz kısaca dediğimiz bu.Aynu şekilde Fatih Sultan Mehmet in kesinkes kardeşini öldürdü gu noktasında da aynı yerdeyiz.Yazarin ehlisunne itikadini ortaya koyduğu bilgiler çok değerli.şia dan etkilenen sufileri yazmamasi eksiklik olmuştur.sufiler de İsmet sıfatını peygamberden başkasına şeyhlerine verdikleri şefaat ve olağanüstü güçleri olduğu inancı içinde olduklarını yazmamasi eksikliktir.ayruca sufilerin vahdeti vucudcu olmaları hallaci ve Ibn Arabi yi yuceltikleri i yanısıra İmam rabbani nin bile bunu küfür gördüğünü yazmamasi eksikliktir.Ve son olarak hristiyanların İsa as ve salih zatların ruhundan istiğase istane rabıta tevessül yapmalarına benzer bir inanç içinde olan sufileri yazmamasi da eksikliktir.Anlaşilan bu konulara Şiî tezleri kadar ehemmiyet vermemekte yazar

Göktuğ

Nedim Hocam, yazdıklarına aynen katılıyorum. Fikirsel olarak haklı olmamıza rağmen şii tezlerinin mutlak doğrularmış gibi ortalıkta alenen savunulması kabul edilemez. Maalesef çocuklarımızı tarih konusunda cahil bırakıyoruz. Bu durumda karşı tezlerin etki alanını genişletiyor.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23