• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Nusret Reşber
Nusret Reşber
TÜM YAZILARI

“Onlar bilmiyorlar; bilselerdi yapmazlardı, keşke bilselerdi”(1)

04 Eylül 2025
A


Nusret Reşber İletişim:

“Onlar bilmiyorlar; bilselerdi yapmazlardı, keşke bilselerdi”(1)

NUSRET REŞBER

İnsanlığın, Yaratıcısı ve Yaşatıcısıyla bağı kalmamış; Allah hariç her şeye (nesneye-puta) tapılıyor, medet umuluyor, kutsanıyor ve adaklar sunuluyor…

Cana kıymak, kan davası gütmek kahramanlık sayılıyor; Zayıf kimsesizler, zorla esir/köle alınıyor, eşya muamelesi görüyor…

Yetim ve öksüzler sahiplenilmiyor, hakları gasbediliyor; yakın akraba bağları hiçe sayılıyor, gözetilmiyor; komşulara kötü davranılıyor…

İffetlilere iftirada bulunuluyor; Kadınlara mal kadar değer verilmiyor; kız evlatlar, ar namus adına toprağa veriliyordu.

Sadece güçlüler söz sahibi ve hâkimdi.


İşlenen fısk-ı fücurla dünya zifiri karanlığa bürünmüş, güneş aydınlatmada yetersiz kalıyordu.

Mumla aranacak kadar az sayıda kalan “Tek Yaratıcıya inanan ve ibadette bulunan Erdemliler” ufuktan bir ışık beklemekteyken; Allah Teâlâ, lütfu keremiyle insanlığa rahmetini gösterdi; bir NUR’un doğumu gerçekleşti.

O Nur, Rahmeti İlâhî Nazargâhında büyüdü, olgunlaştı ve beklenen “Âlemlere rahmet olmaya” hazırdı.

İnsanlığın beklediği “Hidayet Işığı Hz. Muhammed (s.a.s.)” ilk peygamberlik emirlerini alamaya başladı:


“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alak’tan yarattı...” (Alak 96/1-5)

Korkuyla “beni örtün” dedi, yeni emirlere muhatap oldu:

“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve insanları uyar! Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir... Rabbinin yolunda sabret!”(Müdessir 75/1-7)

Derken daha yeni emirler geldi:

“Ve en yakınları(ndan başlayarak erişebildiğin herkesi) uyar” (Şu’arâ 26/214)


 


Son peygamber Hz Muhammed (s.a.s.), toplumunun bildiği ve çok önem verdiği bir taktikle bir sabah Mekke’nin yanı başındaki Safa Tepesi’ne çıktı. En yakın akrabalarından başlayarak kavim ve kabile adlarıyla seslendi. “Ya Sabahah!”

Bu çağrı, Araplarda alarm işaretiydi. Her an bir baskın korkusuyla yaşayan Arap kabilelerinde bir tehlike parolasıydı.

Daha da önemlisi bu çağrıyı “El Emîn-en güvenilir” diye bildikleri kişi yapıyordu.

Her kabileden insanlar toplandı, kimileri de “neler oluyor bir bakın” diye adamını gönderdiler.

“Ey Muhammed! Neler oluyor, bizi niçin topladın?” diye sordular. Allah Resûlü şöyle seslendi:


 

“Ben size şu dağın arkasından ya da şu vadiden sizi yağmalamak isteyen bir takım atlıların çıkıvereceğini ya da akşama sabaha düşman baskınına uğrayacağınızı haber versem bana inanır mısınız?” Hep bir ağızdan:

“Elbette inanırız. Çünkü sen Emin’sin. Bu güne kadar yalan söylediğini, birini aldattığını hiç görmedik” dediler.

“Öyleyse ben de sizleri büyük bir tehlike, şiddetli bir azaba karşı uyarıyorum!” tek tek kabile ve boyların isimlerini saydı. Ve en sonra:

“Yüce ALLAH beni insanları uyarmam için görevlendirdi. Sizler, ‘ALLAH’tan başka ilah yoktur’ demedikçe ben size ne dünyada ne de ahirette bir yarar sağlayamam.” Yine Kureyş’in boylarını sayarak, “Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarın! Ben sizi ALLAH’ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye sahip değilim!” dedi.


 

Az önce “El Emîn’sin, doğru sözlüsün, yalan söylemezsin…” dediklerine bakışları korku, şaşkınlık ve kızgınlığa dönüştü. İlk önce amca Ebu Leheb atıldı, hırsla yerden bir avuç taş-toprak alarak, yetim büyüyen öz kardeşinin çocuğuna doğru savurdu: “ALLAH belanı versin, bizi buraya bunun için mi topladın? Ellerin kurusun!” dedi. Ve dağıldılar.

Kalbi taş kesilenler hariç iman edenler etti; ezelden de erdemli olanlar bir bir İslam’a girdi.

Ama tüm gerçekliğine rağmen hakkı kabul etmek istemeyenler güneşi balçıkla sıvamaya kalkıştılar.

O kutlu elçiye ve Onun davasına inananlara olmadık işkenceler yaptılar. Zayıf ve korumasız Müslümanların kimi Habeşistan’a hicret etti.


Kendisi de yakınındaki şehre Taif’e sığındı, davasını onlara sundu. Dayıları da sayılan Taifliler de “En güvenilir” bildikleri yeğenlerine sahip çıkmadılar; Onu taş yağmuruna tuttular. Her tarafı kanlar içinde Taif’ten kovulduğu Mekke’ye geri döndü. Yolda sığındığı bir bağda ellerini açarak acizliğini, kimsesizliğini rabbine arz etti. Her şeye rağmen Rabbinin kendisinden razı olmasını diledi.

Bu sırada bir bulutun, üzerinde kendisini gölgelediğini gördü ve Cebrail göründü; “Allah Teâlâ’nın durumunu gördüğünü, dağlarla görevli meleği ona gönderdiğini, dilerse Taiflileri iki dağın arasında ezebileceğini” haber verdi.

Âlemlere rahmet elçisi (s.a.s.), önceki ümmetler gibi Taiflilerin de helak olmalarını istemedi: “Hayır, belki onların nesillerinden Allah’a kulluk eden biri çıkar!’ diye cevap verdi. (Buharî, Müslim)

Tüm bunların yanında haksızlığa uğrayanlar, köle ve cariyeler, yetim ve kimsesizler, gençler ve cahiliye karanlığı içinde bile bir elması andıran bozulmamış bünyelerin ekseriyette olduğu insanlar, artarak müslüman oluyordu.

Taş kalpliler ise hâlâ anlamamakta, hakkı kabul etmemekte ısrar ediyorlar.


 

Bununla da kalmayıp hakka inananlardan, en yakınlarını oğullarını-kızlarını, yeğenlerini, amca-dayı, teyzelerini öz yurtlarından çıkartıyorlar.

İşte dün gece dünyaya teşriflerini kutladığımız Rahmet elçisi Resûlullah ise hâlâ şu niyazdaydı: “Allah’ım kavmimi bağışla! Çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı”.  Ve bizler bugün, bin beş yüz yıl sonra hâlâ bilmiyoruz, bilmemekteyiz. Keşke bilebilsek! Devam edecek…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Noname

Keşke biliyorum diye gezenler de vahiy dinini değil atalarının üzere olduğu dinde olduklarını bilebilirlerdi...
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23