• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mustafa Armağan
Mustafa Armağan
TÜM YAZILARI

Mekke’nin Çağrısı, Kâbe’nin Sesi

13 Nisan 2025
A


Mustafa Armağan İletişim: [email protected]

Mekke’nin Çağrısı, Kâbe’nin Sesi

Mustafa Armağan

Mekke… Adı anıldığında kalpte bir titreyiş, ruhta bir dalgalanış. Şehirlerin anası, insanlığın kıblesi, arzın kalbi. Kâbe’nin etrafında tavaf ederken, insan zamanın zincirlerinden kurtulur; ne dün vardır, ne yarın. Sadece o an, o teslimiyet, o sonsuzluk. Umreye vardığında, Hacer Validemizin sa’yini hatırlatan adımlar, İbrahim Peygamber’in imanını, İsmail’in tevekkülünü yüreğine nakşeder. Zemzem’in serinliği dudaklarına değdiğinde, bir an durur ve düşünürsün: Bu su, asırlardır çağlıyor; Hacer’in duasından beri akıyor. Peki, ya biz? Bu kutsal mirası kalplerimizde ne kadar taşıyabiliyoruz?

Umre, bir yolculuktur; ama öyle sıradan bir yolculuk değil. Bedenden çok kalbin yol aldığı bir sefer, ruhun kendini bulduğu bir talim. Safa ile Merve arasında adımlarken, Hacer’in çöldeki çırpınışını hissedersin. O, ümitsizliğe düşmedi; Rabbi’ne sığındı, koştu, aradı. Ve Rabbi, ona Zemzem’i bahşetti. O an, kendi hayatına dönüp bakarsın: Kaçımız, Hacer gibi ümitvar kalabiliyor? Modern çağın telaşı, koşuşturması, gökdelenleri arasında, o tevekkülün izini ne kadar sürebiliyoruz? Mekke, sadece bir ibadet mekânı değil, bir aynadır. Sana seni gösterir: Zaaflarınla, niyetlerinle, hayallerinle… Kâbe’ye yüz sürerken, kalabalıklar içinde yalnızsın; ama o yalnızlık, seni kendine getirir. Orada, Bilal-i Habeşi’nin ezanını hayal edersin; o ses ki, bir vakitler gökleri inletirdi. Lakin bugün, o ses, sanki modern dünyanın gürültüsünde kaybolmuş gibi.

Kâbe’nin Gölgesinde 

Tefekkür

Mekke’nin bugünü, bir tefekkür davetidir. Kâbe’nin yanı başında yükselen gökdelenler, adeta Manhattan’a özenen bir siluetle mukaddesatı kuşatmış. Altınoluk’a bakarken, bir yanda ruhun yükselir, diğer yanda aklın sorar: Bu modern çağ, kutsal olanı ne kadar yutuyor? Haccın ve umrenin ruhunu, o sadeliği, o teslimiyeti ne kadar yaşatabiliyoruz? Bir vakitler Osmanlı, hac yollarını kervansaraylarla, su kuyularıyla, emin beldelerle donatırdı. Surre alayları, Mekke’ye sadece hediye değil, bir medeniyetin zarafetini, inceliğini taşırdı. Hacı yolcular, Şam’dan, Bağdat’tan, Anadolu’dan yola çıkar; her adımda dualar, her menzilde bir muhasebe birikirdi. O yollar, sadece Mekke’ye değil, insanın kendi kalbine varırdı. Bugün ise, uçaklarla, otobüslerle, konforlu otellerle varıyoruz Kâbe’ye. Mekke’ye ulaşmak kolaylaştı, evet; ama Kâbe’nin mesajına, o manevi derinliğe ulaşmak, hâlâ bir çaba, bir niyet, bir samimiyet istiyor.

Umre, bir tur değil, bir dönüştür. Kâbe’yi tavaf ederken, her adımda nefsini sorgularsın: Kaçımız, bu kutsal topraklardan döndüğümüzde, sahiden değişmiş bir kalple döner? Hacer’in teslimiyetini, İsmail’in boyun eğişini, İbrahim’in imanını ne kadar içselleştirebiliriz? Mekke, sana bir şey vaad etmez; ama her şeyi hatırlatır. Orada, kalbinle yüzleşirsin. Tavaf, sadece bedenin değil, ruhun dairesel bir yolculuğudur. Her dönüşte, sanki bir katmanı daha soyarsın nefsinden; hafiflersin, arınırsın. Ama bu arınma, sadece orada kalmaz; Mekke’den döndüğünde, o hafifliği hayatına ne kadar taşıyabilirsen, umre o kadar tamam olur.

Modern Çağın Mekke’si ve 

Bilal’in Sesi

Bugünün Mekke’sinde, Kâbe’nin etrafındaki manzara, bir yanda hayranlık uyandırır, diğer yanda hüzünlendirir. Geceleri ışıklarla parlayan kuleler, lüks oteller, alışveriş merkezleri… Sanki birileri, Kâbe’nin sadeliğini, o mütevazı cazibesini gölgede bırakmak istemiş. Oysa Kâbe, bütün bu gösterişe rağmen, hâlâ aynı Kâbe’dir. Onun siyah örtüsü, Altınoluk’u, Hacerü’l-Esved’i, asırlardır aynı mesajı fısıldar: “Gelin, teslim olun, kendinizi bulun.” Lakin, modern dünyanın bu kuşatması, insanı bir muhasebeye zorlar: Biz, Kâbe’nin ruhunu ne kadar koruyabiliyoruz? Haccın, umrenin özünü, o manevi sadeliği ne kadar yaşatabiliyoruz? Bilal’in sesi, o gökdelenlerin arasında kaybolmuş gibi görünse de, hayır, kaybolmaz. Çünkü Kâbe, kıyamete dek durur; yeter ki biz, onun mesajını unutmayalım.

Mekke, bir mekteptir. Sabrı öğretir, tevekkülü öğretir, kardeşliği öğretir. Orada, her dilden, her renkten insanla omuz omuza tavaf edersin. Zengin-fakir, efendi-köle, doğulu-batılı fark etmez; Kâbe’nin huzurunda herkes eşittir. Bu eşitlik, sadece orada kalmaz; hayatına taşıman gereken bir derstir. Umre, bir tatil değil, bir talimdir; kalbi terbiye eder, ruhu yeniden inşa eder. Kâbe’nin gölgesinde, gökdelenlerin arasında, Bilal’in yitik sesini ararken, aslında kendini ararsın. Ve bulursun, eğer sahiden niyet etmişsen.

Osmanlı’dan Günümüze 

Hac Mirası

Osmanlı’nın hac yolları, bir medeniyetin aynasıydı. Hicaz Demiryolu, sadece bir ulaşım hattı değil, bir sevda yoluydu. Abdülhamid Han’ın hayali, ümmetin Kâbe’ye daha kolay varmasıydı. O demiryolu, bugün harap halde; ama o ruh, hâlâ canlı. Surre alaylarının ihtişamı, hacıların yol boyunca okuduğu salavatlar, kervansaraylarda edilen dualar… Bunlar, sadece bir nostalji değil, bir hatırlatmadır. Osmanlı, hacıyı sadece Mekke’ye taşımadı; onun kalbine de dokundu. Bugün, o yolların yerini modern imkânlar aldı. Ama şu soruyu sormadan edemiyor insan: Teknolojinin konforu, ruhun derinliğini gölgede bırakıyor mu? Mekke’ye varmak kolaylaştı; ama Kâbe’nin manevi iklimine varmak, hâlâ aynı samimiyeti, aynı niyeti talep ediyor.

Mekke’nin Çağrısına 

Kulak Ver

Mekke, sadece taş ve topraktan ibaret değil. O, bir semboldür; birliği, teslimiyeti, arınmayı temsil eder. Umre, bir ritüel değil, bir yeniden doğuş. Kâbe’nin huzurunda, her şey berraklaşır: Hayatın, niyetlerin, hayallerin… Orada, ne kadar küçük olduğunu, ama aynı zamanda ne kadar kıymetli olduğunu anlarsın. Hacerü’l-Esved’e el sürerken, sanki bütün bir insanlıkla el sıkışırsın. Zemzem içerken, sadece susuzluğun değil, kalbinin de doyduğunu hissedersin. Ve tavaf ederken, sanki evrenin ritmine katılırsın; her şey, Kâbe’nin etrafında döner.

Ey yolcu! Mekke, sana kapılarını açar; ama içeri girmek, senin elindedir. Umre, sadece bir ibadet değil, bir muhasebedir. Kâbe’nin gölgesinde, Bilal’in sesini ararken, aslında kendi kalbini bulursun. Ve o buluştan sonra, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Yeter ki, niyetin sahih, kalbin açık olsun. Mekke, çağırır; Kâbe, bekler. Gidecek misin?

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

MUZAFFER..

İNŞALLAH, ALLAH C.C NASİP EYLE, ÜMMETİN HEPSİ NE.....

Ayhan

İnşallah hocam bizde nasip olur Mevlam ümrenizi kabul buyursun.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23