Aman bu Türkler akıllanmasın!
Aman bu Türkler akıllanmasın!
Mustafa Armağan
İspanyolların iftihar kaynağı ressamlarından Tiziano veya diğer adıyla Titian Vecelli, Kanuni Sultan Süleyman’ın resmini de yapmıştır ama “İnebahtı Savaşı Alegori, 1573-1575” adlı tablosu bizim açımızdan çok daha önemlidir.
İspanya Kralı II. Philip, İnebahtı deniz savaşında Türk donanmasını yenilgiye uğrattıktan sonra bir erkek çocuk sahibi olmuştur. Tabloda gökten gönderilen bu bebek tasvir edilirken sol altta elleri arkadan bağlı, üstü başı soyulmuş pos bıyıklı bir adam diz çökmüş vaziyette durmaktadır. Ayakları da zincire vurulmuştur. Dizinin dibinde bir sarık durmaktadır ki elbette Osmanlıyı, yani “Türk”ü temsil etmektedir. Tablonun iyice sol köşesinde ise okların konulduğu sadak ve kalkan, üst yanında büyükçe bir davul veya kös ile ucu kırık bir sancak yer almaktadır.
Titian’ın bu tablosunu 2014 yılında katıldığım bir Endülüs turu sırasında Madrid’deki Prado Müzesi’ndeki bizzat yerinde görmüş ve ardından derin düşüncelere dalmıştım.
Avrupa, Kanuni fırtınası geçtikten sonra nihayet Osmanlı donanmasını mağlup etmiş ve bu Haçlı seferinde başı çeken İspanyollar zaferin etkisiyle kendilerinden geçmişlerdi. Tiziano’nun bu tablosunda gördüğüm şey, Avrupa’nın derin bir nefes aldığı oldu. Çünkü Türkün elleri bağlıydı artık, ayakları da zincirli. Ona diz çöktürmüş, soymuşlardı. En iyi Türk, elleri ve ayakları bağlı Türktü Avrupalılara göre. Bundan böyle Türklerin ellerini ve ayaklarını çözmelerine fırsat verilmemeliydi.
Elbette 16. yüzyıldan sonra da uzun süre Türk korkusu devam edecekti Avrupa’nın büyük bir kısmında. Zira Türkler tekin millet değildi. En olmayacak yer ve zamanda karşılarına çıkabiliyor ve emellerine vasıl olmalarına mani olabiliyorlardı. Bu sebeple mecazi manada elleri ve ayakları bağlı kalmalıydı ki rahat uyuyabilsin, sömürülerine devam edebilsinler.
İşte 19. yüzyılın ortalarında yaşanan Kırım Harbi yıllarından başlayarak Osmanlı’nın bir dış borç sarmalına sokulması, mali ve ekonomik olarak Avrupa’ya bağımlı hale getirilmesi çabası ipin türünü değiştirmekten ibaret bir işlemdi. İpler şeffaftı gerçi ama sonuçta IMF’yi ülkeden kovana kadar neler çektiğimizi yakın tarihi yaşayanlar iyi bilecektir.
Türkiye ellerini çözememeliydi ama gün geldi, devran döndü ve çözmeyi başardı. Artık elleri ve ayakları bağlı, diz çöktürülmüş Avrupa’ya mecbur bir Türkiye yok karşılarında; bunu içimizdeki kiralık kafalardan daha net bir şekilde biliyor ve görüyorlar.
Tiziano’nun tablosu artık tarihin bir parçası. Bundan sonra kimin düşeceği, kimin yükseleceği, tarihin cevabını en fazla merak ettiği sorular.
Vaktiyle rahmetli Oktay Sinanoğlu hep yaptığı gibi kitabın ortasından konuşmuş ve meseleye neşterini vurmuştu. Şöyle haykırmıştı bir televizyon programında:
“70 yıldır oynanan oyunların hepsi ‘aman bu Türkler akıllanmasın, yoksa kuvvetlenirler, en azından bize rakip olurlar’ endişesiyle sahneye konulmuş, bu suretle Türkiye’ye birçok kötülük yapılmıştır. Mesela Batı sana tarzanca eğitimi kakalıyorsa boş kafalı kal diyedir; bunu senin iyiliğin için, bir şeyler öğren de ilerle diye yapmıyor herhalde. Hanımlar, babalar çocuklarını hâlâ bir sürü para verip yerli veya yabancı misyoner okullarına göndermekle meşgul. Çünkü ülkeler böyle bitirilir, topla, tüfekle değil. Milletler dili, tarih bilinci, kimliği, haysiyeti, kendine olan saygısı, itibarı, kendine olan güveni yok edilerek tarihten silinmiştir, topla tüfekle değil. Topla tüfekle yaparsa sonunda millet daha da bilenir, bir gün gelir, düşmanı atar ülkesinden, tepesine biner. Ama bu yöntemle ilelebet köle olup tarihten adın silinir.”
Ekonomimiz elbette güçlü olmalı, teknolojide gidebildiğimiz kadar ileri gitmeli ve dışa bağımlılıktan mutlaka kurtulmalıyız ama bunun yanında zihnen bağımsızlığımızı kazanmaya da en az onun kadar önem vermeliyiz. Aksi halde ne duruma düşebileceğimizi Oktay hoca yeteri açıklıkla söylemiş.