• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mustafa Armağan
Mustafa Armağan
TÜM YAZILARI

“85 milyonun duası sayesinde kazandım” diyen Yusuf Dikeç’e selam olsun

04 Ağustos 2024
A


Mustafa Armağan İletişim: [email protected]

Olimpiyatlar falan derken ister istemez sporun atmosferine girmiş olduk. Hele atıcılıkta Yusuf Dikeç adlı 51 yaşındaki asker kökenli sporcumuzun hedef tahtasına rahat (cool) bir tavırla, ‘eli cebinde’ atış yaparak gümüş madalya kazanması büyük yankı uyandırdı. Japonya’da, Güney Kore’de çizgi roman ve filmlere malzeme olmaya başladığına dair haberler akmakta ajanslardan. 

Ama benim için önemli olan neydi, biliyor musunuz: Yusuf Dikeç’in başarısını kendisine dua eden 85 milyona borçlu olduğunu vurgulaması ve şu laikçi kesimi titreten cümlesi:

“Dünya dua üzerine kurulmuştur.”     

Bu nahif cümleyi millî bir sporcunun ağzından duymayalı ne kadar olmuştur kim bilir? Siyasetçilerimiz bile ‘kazanacağız, alacağız, devireceğiz’ derken Sünnet-i Seniyyeden olan “İnşaallah” demeyi unutuyorlar ki Allah’ın izin vermesi halinde bir başarının gerçek başarı olduğuna dair temel İslamî inancın onların zihinlerinde de zedelenmeye başladığını belgeliyorlar ne yazık ki. 

Unutmayalım: başarı bizden değil, Allah’tandır. Başarının hayırlısı ve bir hayırlı niyet uğrunda gerçekleşmesidir Allah (cc) nazarında “değerli” olan husus.  

İşte Hazret-i Ali’nin (ra) Hendek Muharebesinde başından geçen olay bu manevî gerçeği bir ayna gibi aksettirir. 

Hendeği ilk aşan Amr bin Abdivüd adlı bir müşrik ile mübareze, yani teke tek çarpışmaya girer Hz. Ali. Rakibini yere yıkar, tam kılıcını indireceği sırada Amr can havliyle tükürür. Bunun üzerine Hz. Ali kılıcını kınına sokar ve adamı serbest bırakır. Kendisini neden öldürmediğini sorunca da, 

-Önce seni Allah için öldürecektim, tükürdükten sonra nefsim galeyana geldi, onun için öldüreceğimi anlayınca vazgeçtim, diye cevap verir. 

Mevlana hazretlerinin Mesnevi’sinde sayfalarca anlatılan bu kıssanın yüksek seviyesinde değiliz elbette ama bir nevi ‘adrenalin harbi’ diyebileceğimiz spor oyunlarında da benzeri bir centilmenliğin yaşandığını görmek insanı en azından teselliye yarıyor.

İşte imrenilesi bir misal…

Madalyanın şerefi    

Bilelim ki sporun gayesi ne olursa olsun kazanmak değildir. Kazanmanın bir ‘değeri’ de olmalıdır. Bu da ancak ahlakla edinilir. 

Sanırım geçen yılki bir yarışta Kenyalı koşucu Abel Mutai bitiş çizgisine sadece birkaç metre uzaktaydı ancak tabelalardan kafası karıştı ve yarışı tamamladığını düşünerek duruverdi. İspanyol koşucu Ivan Fernandez ise onun hemen arkasındaydı ve ne olduğunu anlayınca Kenyalıya koşmaya devam etmesi için bağırmaya başladı. Gelin görün ki, Mutai İspanyolca bilmiyordu ve tabiatıyla denilenleri anlamadı. Kenyalı atletin dilini bilmediğini anlayan Fernandez ise Mutai’yi arkadan iterek yarışı kazanmasını sağladı. 

Yarıştan sonra bir gazeteci Ivan’a 

-”Bunu neden yaptın?” diye sordu. Ivan şöyle cevapladı: 

-”Hayalim, bir gün kazanmak için birbirimizi zorladığımız ve yardım ettiğimiz bir tür topluluk hayatına sahip olabilmemiz.” 

Gazeteci ısrar etti: 

-”Peki neden Kenyalının kazanmasına izin verdin?” 

Ivan cevap verdi: 

-”Kazanmasına izin vermedim, kazanacaktı. Yarış onundu.” 

Gazeteci yine üsteledi: 

-”Ama kazanabilirdin!” 

Ivan ona baktı ve şu cevabı verdi: 

-”Peki benim zaferimin değeri ne olacaktı? O madalyanın şerefi ne olacaktı? Annem bu hususta ne düşünürdü?” 

Ahlak budur. Kazanmak uğruna her hileyi mübah görmek insanı ahlaken alçaltır. Kazanana şeref katmaz. Kazandığının bir “değeri” olmaz çünkü. O değer ahlak alanına zimmetlidir.

Şota’nın unutulmaz fairplayi 

Spor Toto Süper Lig’in 2014-15 sezonunun 24. haftasında yaşanan bir olay “fairplay” örneği olarak tarihe geçti.

Torku Konyaspor-Kasımpaşa maçında Ryan Babel yere düşer, haliyle Konyasporlu futbolcular topu bırakır. Ancak topu önünde bulan Ryan Donk kaleye vurur ve aşırtma vuruş fileleri görür. Hakem de gol kararı verir.

Bunun üzerine o tarihte Kasımpaşa’nın teknik direktörü (eski ünlü Trabzonsporlu golcü) Şota Arveladze Donk’u yanına çağırıp kenara çekilmeleri ve gol yemeleri talimatını verir.

Nitekim başlama vuruşunu yapan Hasan Kabze topla kaleye kadar ilerler ve kalecinin boş bıraktığı kalede topu çizgiden geçirir. 

Bu örnek hareketiyle bedavadan atılan golün bir “değeri” bulunmadığını futbol kamuoyuna bir Gürcü teknik direktör öğretmiş olur.  

Pehlivan Mahmud’un verdiği ders

2006 yılında gittiğim ve 17 gün boyunca köşe bucağına varıncaya kadar gezdiğim Özbekistan›ın baştan sona korunmuş bir tarihî Türk şehri olan Hive’de Pehlivan Mahmud diye birinin türbesine götürdüler bizi. 

Rehber hanımın muhteşem Oğuz Türkçesiyle türbesi başında anlattığı dokunaklı hikâyesi geldi aklıma. Onu aktartayım da çizmeye başladığımız tablo yaldızlansın.

Bileği bükülmez, namağlup Pehlivan Mahmud’un bir gün genç bir rakiple güreşeceği ilan edilir. Malum, o tarihte pehlivanlar birer hükümdar veya beğin himayesinde icra-yı sanat ediyorlardı. 

Pehlivan Mahmud her karşılaşmadan önce adet edindiği gibi anne ve babasının mezarlarına gidip dua ederken yan tarafta bir mezar başında hüngür hüngür ağlayan bir kadının sesini duyar. Yanına yaklaşıp sorar neden ağladığını. Onu tanımayan dertli kadın der ki: 

-Oğlum yarın bu bölgenin en namlı ve güçlü pehlivanıyla güreşecek. Eğer mağlup olursa himayesinde bulunduğu beyliğin reisi onu öldürtecekmiş. Bu mezar kocamın. Derdimi ona anlatıyor ve oğlumun mağlup olmaması için Allah’a yalvarıyorum. 

Bu sözleri duyan Pehlivan Mahmud şu sözle teselli eder kadını: 

-Merak etme hanım, oğlun yarın yenilmeyecek! 

Nitekim çıktığı meydanda kolayca yenebileceği genç rakibine uygun bir şekilde yenilir!

Oğlanın canını kurtarır kurtarmasına ama bu sefer de himayesinde bulunduğu Bey kendisini rezil ettiği gerekçesiyle hakkında ölüm fermanı çıkarır. Peşine öldürmeleri için silahlı adamlar salar. Mahmud da dağlara kaçar ve orada saklana saklana ermişlerden olur ve affedildikten sonra ölünce bu zarif türbeye gömülür. 

Evliya muamelesi görmesi pehlivanlığından değil, kemale ermişliğindendir.

Bu kıssayı anlatan, başını tarlada çalışan Anadolu kadınları gibi arkadan bağlamış olan Özbek hanım rehberin ara sıra ağlamaklı olduğu ve sesinin titrediği ânı unutmam mümkün değildir.

Evet, ne demiştik: Kazanmanın bir ‘değeri’ de olmalıdır. 

Aynı şekilde kaybetmenin de ‘değerli’ olabileceğini öğreten Pehlivan Mahmud’a bir Fatiha gönderelim lütfen.  

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Ulu hakan vahdeddin

eger kurtulus savasini vahdeddin kazanmamis olsaydi .. bu zafer kazanilamayacakti .. vesselam

Hasret Yildirim

Euzu billa... La havle vela kuvvete illa billa aliyhil azim. HasbünAllah ve niğmel vekil....
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23