Koç Büyükler Futbol Kulübü
Koç Büyükler Futbol Kulübü
İDRİS GÜNAYDIN
Türkiye’de futbol denince üç büyük futbol kulübü akla gelir. Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray…
Bunlar her yıl biri olmak üzere şampiyon olurlar. Neredeyse tüm spor olayları onlarla bağlantılı olarak döner. Tv’lerin yayın hakları onların istediği istikamette olur. Şampiyon olsun veya olmasın ekmeği onlar yer. Onlar dediysem: Kulüp başkanından çaycısına kadar hepsi. Reklam olursa en iyi onların veya onların sponsorluğunu aldığı firmaların olur.
Sonradan onlara Trabzonspor da katıldı.
Futbol çağımızın bir putudur. Daha doğrusu futbol bir spordur da takım tutmak bir put haline gelmiştir. Özellikle ölümüne tutmak!
Bu üç büyük takımın üçü de Osmanlı’da kurulmuştur. Tabii, dünyada esen rüzgarı Osmanlının ıskalaması düşünülemezdi. Fakat, anlaşılmaktadır ki; İngiltere’de kurulduğu gibi Osmanlıda da kitleleri heyecanlandırmak maksadıyla değil de uyuşturmak maksadıyla kurulmuştur. Bunun örneğini, futbol kulübü müptelalarında görmekteyiz.
İlkokula gittiğim yıllarda kent sakızı vardı. Her kent sakızı alanlar, içinden çıkan üç büyük takımdan bir futbolcunun kartlı posterini bulurlardı. Tabii, hangi takımı tutuyorlarsa o takımın futbolcusunu kendilerine saklar, diğer takımlardan futbolcuları da arkadaşlarına verirlerdi. Benim de o yıllarda Beşiktaşlı olduğum bir dönem oldu. Fakat anladım ki haftanın yarısı oynanan oyunların kritiği ile diğer yarısı da oynanacak maçların kritiği ile heba oluyor. Parayı kulüpler kazanıyor bize çene yormak kalıyor. Kur’an’da anlatılan “Lehvel Hadis: Boş söz” ün aynısı. Doğru dürüst topa vurmayı bilmeyen ben; hakemi eleştiriyorum, futbolcuya sövüyorum, bedava takımın tişörtünü satın alıp üzerime giyiyorum.
Ben dediysem; tüm taraftarlar böyle.
Ne olmuş? Fenerbahçe’yi yenmişiz veya Galatasaray bizi yenmiş. Yensin. Bu bir oyun. Yener de yenilir de…
İşin ilginç tarafı: bu üç takımın da perde arkasında kim var biliyor musunuz? Koç Ailesi!
Fenerbahçe başkanı Ali Koç… Beşiktaş yönetiminde Rahmi Koç, Galatasaray’da İnan Kıraç, Koç Ailesinin damadı.
Yani üç büyükler değil doğrusu Koç Büyükler… Acaba bu üç namlı kulübü yönetenler arasında bunların olması tesadüf mü? Esasında kainatta tesadüfe yer yoktur. Her şey bir planlı aklın eseridir. Dolayısı ile bu da tesadüf değildir.
Burada şunu da iyi anlıyorum: Mesela Gazze Savaşında üç büyük takım taraftarlarından Gazze’ye güçlü bir destek çıkmadı. Bir iki defa olduysa da o da kerhen.
Bundan önce de öyle oldu. Kur’an yakıldı, ses yok. Peygamberimize hakaret edildi, ses yok. Vatan ve bayrağımıza hakaretler edildi; onlar bir şey olmamış gibi davrandılar. Tepkiler çok cılız oldu.
Eğer Koç ailesi veya onlar gibi düşünen bir kafa değil de mesela Müsiad üyesi biri yönetseydi öyle mi olurdu?
Çözüm şu değildir: “Öyleyse bu üç kulübü Müsiad üyesi biri yönetsin.”
Hayır doğrusu Müslüman, kulüp bazlı futboldan uzak durmalıdır.
Sadece düz bir yer bulursa çocuğu ile futbol oynar, o başka.
TÜRKİYEMİ BU KADAR
ÖZLEYECEĞİMİ DÜŞÜNMEZDİM
Her ülkenin imkanları, güzelliği ve şartları kendi kendinedir. Yedi yıl Almanya’da kaldım; çevre düzeni hariç beni cezbeden farklı bir yanını göremedim. Orada parana göre ev kiralayamıyorsun; bulduğun evi kiralıyorsun.
Avrupalı kendi içinde medeni bir millet. Ama senin kim olduğunu öğreninceye kadar. Sonra tavır değişiyor.
Avrupalı kendi rahatı için bir düzen kurmuş. O da Batı Avrupa’da. Bulgaristan’a gittiğinde o durum yok. Beterin beteri!
Üniversitede okuyan kızım Erasmus Programı çerçevesinde bir grup arkadaşıyla Hollanda, Fransa, İtalya ve Avusturya’ya on günlük gezi yaptı.
Oradan her gün bizi bilgilendiriyor.
Tuvalet yok. Var ise de bulamıyoruz; Türkiyemi özledim.
Yiyecek bulamıyoruz; iyi ki hazırlıklı gelmişiz; Türkiyemi özledim.
Çorba içmeye yer yok; bir tas çorbaya hasretiz; Türkiyemi özledim.
Makarna ve pizza yemekten bi hal olduk; Türkiyemi özledim.
Avrupa’da bizim gezdiğimiz şehirlerde ağır bir koku var; Türkiyemi özledim.
Bu kadar zaman zarfında Türkiye’yi bu kadar özleyeceğimi sanmazdım; Türkiye’ye inince toprağını öpeceğim.
Kızım nihayet Türkiye’ye geldi ve Türkiye toprağını öptü. Eğer daha yakından Avrupa’yı görmek niyetinde iseniz, sabah namazı vaktinde sokağa çıkıp o köpeklerin gerek duvarlara gerekse bitki aralarına idrar ve dışkısını yaparken göreceksiniz.
Bir de siz gün içinde o bitkinin arasından karşıdan karşıya geçerseniz; bastığınız kuzuratı silmeye uğraştığınızı veya uğraşanları göreceksiniz.
Sağ olsun; sorumluluğunu bilmeyenler sayesinde Türkiye’miz de öyle olma yolunda.
Cami ve tuvaletin ne büyük bir nimet olduğunu Avrupa’yı görmeyen bilmez.
Sadakanın ne büyük bir sosyal adalet olduğunu da Avrupa’daki geceleyin sokakta yatanları görmeyen bilmez.
Onun için demeli ki; en fakir bir İslam ülkesinde herkesin evi vardır. İyi, kötü. Ölürse de evinde ölür ve bir cenaze merasimi yapılır.
Avrupa’da ise bir evi bile olmayan ve sokakta vücudunu satan yığınla insan görürsünüz.
Kör değilseniz. Vesselam.