Bir sosyal deney ve Müslümanın merhameti
Bir sosyal deney ve Müslümanın merhameti
İdris Günaydın
ABD’de Nikalie Monreo adlı bir kadın (belki ünlü biridir ama bana göre değil) bir sosyal deney yapıyor. Kırk kiliseyi arayıp şöyle diyor: “aç bebeğim var ve dün gece mamam bitti. Bir kutu mama konusunda yardımcı olmanızın bir yolu var mı?”
Bunu 40 kiliseye soruyor ve üçünden olumlu cevap alıyor. Bu defa bir camiye soruyor. Telefondaki yetkili hiç tereddüt etmeden, “elbette yardımcı olabiliriz hanımefendi. Nerede yaşıyorsunuz?” diye soruyor. Kadın da bunun bir sosyal deney olduğunu söyledikten sonra “kiliseler bunu not almalı” diye ekliyor.
Gerçekten dünyada Müslümanlar kadar kimse merkametli olamaz, İslam kadar hiçbir din merhametli olmayı ve karşılıksız vermeyi hayata geçiremez.
Çin mi, Hint mi, Hristiyan Dünyası mı? Tövbe de. Asla! İdam olsan ipini kesmezler. Meğer bir menfaatleri ola.
İslam’ın şu getirdiği “îta” sistemine bakın. Bunların hiçbirinde verdikten sonra almak yoktur. Zekat, fitre, karzı hasen, sadaka, infak, keffâret, kurban, adak, akika, öşür… Bunların hepsi almamak üzere vermeye dayalıdır. Buna karşılık Hristiyan Dünyasının bir Noeli var fakat o da olandan çalıp olmayana veriyor.
Malı alınanın rızası gözetilmiyor. Yani Hristiyanlar iyilik yaparken bile çalıyor. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi.
Zengin dönemler oldu fakir dönemler oldu lakin Müslüman dünyada açlıktan ölen olmadı. Açlığa mahkumiyet başka.
Bundan başka camilerin ve Kur’an Kurslarının ısınma giderlerini de halk ödemektedir. Okullar devletin, Kur’an Kursları milletin…
Fakat bir türbe var ki; türbe yapıldığından bu yana 87 yıl geçmiş, şu ana kadar milletin sırtından bugünün parasıyla 226 milyon harcanmış, seveni var sevmeyeni var; gıkını çıkaran yok.
Sayın Bahçeli bir konuya parmak basmış: “10 Kasım matem günü değil” diye. 10 Kasım’dan devletin seremoni faslını kaldırsalar, belli ki CHP’li ve bazı partili belediyeler il-ilçe çapında kutlama yaparlar.
Belediye o sireni çalar. Merak ediyorum kim takar?
Millet CHP eliyle o kadar korkutulmuş ki, tarihde hiçbir dönemde böyle korkmamıştır halk.
Daha önce de yazmıştım: Almanya Duisburg’dayım. Weseler Strasse denilen cadde, çok azı hariç Türk esnaflardan oluşuyor. Çok sayıda yeme içme yerine ilaveten, içinde bir de Ali Baba Lokantası var.
Görev yaptığım caminin yönetimi lokantayla konuşmuş, ben her sabah orada çorba içeceğim.Bir sabah çorba için lokantadayım. İçeri, üzerindeki giysisi kuş pisliği içinde bir kadın girdi. Çorba içti ve para vermeden gitti.
Lokantada Hamza isminde bir çalışan var. Sordum, kimdir diye? “Bunlara pena diyorlar. Yakında bir demir yolu var. Yanında da ağaçlar… Bunlar bu ağaçların altında yatıyor, gelip bizden de hayrına çorba içiyor. Çünkü paraları yok. Paraları uyuşturucuya gidiyor.”
İki gün sonra da aynı minvalde bir erkek geldi, çorbasını içti ve gitti.
“Bu da onlardan” dedi Hamza.
Eh! Müslüman din ayırımı, ırk ayırımı, renk ayırımı gözetmez.
İkinci olayı, yıllar önce dinlemiştim, İstanbul’da oluyor. Bir İngiliz bayan turist cüzdanını kaybediyor. Bir Kur’an Kursu öğrencisi de buluyor.
Kur’an Kursu öğrencisi… Malum fakir aile çocuğu, giyiminden belli. Cüzdanın içi sterlinle dolu olmasına rağmen, götürüp karakola teslim ediyor.
Komiser, İngiliz turisti buldurup cüzdanı teslim edeceği gün çocuğun da karakola gelmesini istiyor.
İngiliz bayan cüzdanının sağlam bir şekilde, kıyısı dahi bozulmamış halde kendisine verilmesine inanamıyor. Kim buldu diye soruyor? Çocuğu gösteriyor komiser.
Turist çocuğu inceliyor inceliyor ve soruyor: Neden gizlememiş de, kendine harcamamış da, size teslim etmiş?
Çocuk, “haram” diyor. “Başkasının malı.”
Komiser tercüme edince kadın “Haram?” Diyerek, elindeki sözlüğün sayfalarını bir bir çevirmeye başlıyor. “Haram yok. Yasak var ama haram yok. Bulamıyorum” diye yakınıyor. Komiser söze giriyor. Yasak her yerde yasak olmaz. Burada yasak olan başka yerde serbest olur ama haram her yerde haramdır.
Kadın flaşı patlatıyor: “Bunu İngiltere başbakanı bulsa cebine atardı. Ne biçim harammış bu?”
Üçüncü olay ise İngiltere’de geçiyor. Bir caminin önünden belediye otobüs yolu geçmekte. Her gün belli zamanda caminin imamı da otobüse binip evine gitmekte. Otobüs şoförü Müslüman olmaya karar vermiş bir gayri müslim.
Müslüman olmaya karar vermiş ama bir işaret daha bekliyor. Bir işaret daha. Din değiştirmek kolay değil.
İmam otobüse binince paranın üstünü kasten birkaç kuruş fazla veriyor ve imamı deniyor: “İmam parayı sayacak mı? Üstünü bana ödeyecek mi?”
İmam parayı sayıyor ve inerken, “şu kadar kuruş fazla vermişsiniz, buyurun” diyerek fazlayı veriyor. Şoför arabayı durduruyor ve “sen bana paranın üstünü değil bir dünya verdin” deyip imamı kucaklıyor. Sonra da ilave ediyor: “Bunu hiçbir İngiliz geri vermez.”
Görülüyor ki Müslümanlar, para ile imtihanlarında başarılıdırlar. Ama, mesela inançsıza göre, ateist, deist, laik, Kemalist güruha göre bunların bir anlamı var mı? 365 günlerini bir inceleyelim. Hangi mukaddesleri var ki bunlardan birini olsun, yerine getirsinler? Bir mukaddesleri var mı?
Zekat mı? Öşür mü? Karzı hasen mi? Bunlara inançları yok ki! Hiçbir kutsala inanmıyorlar ki. Ne diye yapsınlar? Cennete talip olduklarından mı?
İyi ki Müslümanız ve kutsalımız var, lakin hikayesi kendinden menkul türbelere ödeme yapmak fazla oluyor vesselam.