Bir ahlak abidesi Nurettin Topçu
Bir ahlak abidesi Nurettin Topçu
HÜSEYİN ÖZTÜRK
Bir ahlak ve yerli-milli kültür abidesi olmanın yanı sıra, esas özelliklerinden birisi de emsaline az rastlanır muallim olmasıydı.
Merhum Topçu’nun vefatının 50. yılı. Rabbim rahmetiyle kuşatsın, mekânı cennet olsun. Vefatından önce şöyle dediği nakledilir:
-“Kırk yıl muallimlik yaptım, mabede nasıl girdimse sınıfa da öyle girdim”. Yakından tanıyanlardan birisi de merhum Orhan Okay hocadır ve Topçu’yu şöyle anlatır:
“İstanbul Erkek Lisesi öğretmeniyken İmam-Hatip Okulu’nda fazladan derslere girer ve bu dersler için ücret almaz.
Maaş memuru hazırladığı bordroları Topçu’ya imzalattıramayınca durumu okul müdürü Mahir İz’e bildirir. Mahir İz, hocayı çağırıp niçin bordroları imzalamadığını sorar.
Topçu; “Burası din mektebi, ben buraya ibadet için geliyorum, ibadetten para alınır mı?” cevabını verir. Mahir İz:
-“Ne yapıyorsun Nurettin Bey, sen devletten zengin misin? İhtiyacın yoksa sen alma, okulda bu kadar fakir talebe var. Sen bordroyu imzala, ben o parayı alır, fakir çocuklara dağıtırım” der. Topçu:
-“Ben o imzayı attıktan sonra parayı kabul etmiş olurum. O zaman almışım veya dağıtmışım fark etmez. Din görevi hasbî olmalıdır. Buradan yetişenler din adamı olacaklar. Ben hasbî olmalıyım ki, onlar da hasbî olsunlar” der.
Emekli olduktan sonra 1975 Nisan’ında hastalanan Nurettin Topçu’nun hastalığına bir türlü teşhis konulamaz. Kaldırıldığı Cerrahpasa Hastanesi’nde sancıları artınca ameliyata alınır.
Pankreas kanseri olduğu anlaşılır. 10 Temmuz1975’gecesi, Haseki Hastanesi’nde vefat eder. Ertesi gün Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından, Topkapı Kozlu Kabristanı’nda toprağa verilir.
•
Bir başka hatırasını da çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer nakleder:
Sırrı Bey, Topçu’yu Nakşî şeyhi Zeyrek Çivicizâde Camii İmamı Abdülaziz Bekkine Efendi ile tanıştırır. Abdülaziz Bekkine Efendi’ye intisap eden Topçu, şeyhini şöyle anlatır:
“Hocam beni şüphe çukurundan alıp, iman irtifalarına çıkardı. Geceleri saat bire, ikiye kadar oturur, uykusu gelen, meselesi olmayan veya problemi halledilenler gittikten sonra saatlerce sohbet ederdik.
Ben hep sorardım, O hep cevap verirdi. Şüphelerimi dağıtır, istifhamlarımı çözer, sıkıntılarımı giderirdi. Şu kadar senelik tahsil, bu kadar senelik okuma ve araştırmalarımda, felsefede, ilimde, Avrupa’da bulamadığımı onda buldum.
Bu sohbetlerimiz sonunda kafamda hiçbir istifham kalmayınca izin alır kalkardım. Tam ayakkabımın birini giyip ikinciye sıra gelince kafama yeni bir soru takılırdı.
Geri dönsem rahatsız ederim diye düşünürdüm; kalsam o sual kafamdan çıkıncaya kadar bana rahat vermez ve kolay kolay da çıkmazdı.
Hocam, şeyhim, mürşidim bu hâlimi bilirdi. Tebessümle karşılar, bin kere de dönüp gelsem, sanki yeni oturmuşuz gibi sohbete devam eder ve şüphelerimi yine dağıtır, suallerimi yine cevaplandırır ve beni sükûnete kavuştururdu”.
•
Yazıda ismi geçenlerin ruhları için el-Fatiha