KÖKSÜZLÜĞÜN EŞİĞİNDE: DİLİNDEN VE DİNİNDEN UZAKLAŞAN MİLLETİN YIKIMI
KÖKSÜZLÜĞÜN EŞİĞİNDE: DİLİNDEN VE DİNİNDEN UZAKLAŞAN MİLLETİN YIKIMI
Hüseyin Demir
Bir millet, iki sütun üzerinde yükselir: Dil ve din. Bu iki sütun sarsıldığında, geriye sadece yıkıntı bekleyen bir yapı kalır. Tarihin içinden akıp gelen kimlik, bu iki kaynak kurumaya görsün; ruh göç eder, akıl kökünden sökülür, hafıza diri diri toprağa gömülür.
Geçtiğimiz yüzyıl, bu topraklarda sessiz bir fırtınanın izlerini taşır. Söz, anlamından koparıldı; inanç, hayattan çekildi; millet, kendi aynasında yabancıyı görmeye başladı. Bir gecede harfler değişti, bir ömürlük kelimeler sustu. Dünün çocukları, bugünün gençlerine artık masal bile anlatamaz hâle geldi. Dilin kaybı, hafızanın kaybıdır; hafızası silinen millet ise en büyük yoksulluğa düşmüş demektir.
DİL: BİR MİLLETİN SESSİZ ÇIĞLIĞI
Dil yalnızca kelimeler değildir; zihnin örgüsü, ruhun nakşı, tarihin sesidir. Kelimeleri budanan bir toplum, düşüncesi cılızlaştırılmış bir topluma dönüşür. Zengin söz dağarcığının yerine uydurulmuş bir kelime kırıntısı konduğunda, derin fikir yerini sığ slogana bırakır. Sözün kanatları kırıldığında, düşünce uçamaz.
Bugün gençlerimizin dedeleriyle konuşamamasının sebebi yalnızca alfabenin değişimi değil; anlamın ve kültürel sürekliliğin kesilmesidir. Bir milletin hafızası, dilinin içine gizlidir; dili zayıflayan, hafızasını kaybeder; hafızasını kaybeden, kendini kaybeder.
DİN: VAROLUŞUN MAYASI
İnanç, milletin mayasıdır. Fakat mayayı bozmanın yolu, onu yok etmek değil; onu ruhtan, hayattan ve düşünceden ayırmaktır. Yıllar boyunca din, bir tarafın korkusu, bir tarafın savunması, bir tarafın suskunluğu arasında gidip geldi. Sonunda ortaya ne köküne sadık bir dindarlık ne de sahici bir maneviyat çıkabildi.
Din hayatı şekilselleşince, insanlar ibadet eder ama düşünmez; gelenek sürer ama hikmet kaybolur. İnanç kalıba dökülür, ruh gölgede kalır. Oysa milletin iradesini besleyen, kuru ritüel değil, diri anlamdır.
KÖKÜNDEN KOPAN ZİHİN VE ÇÖKÜŞÜN SESSİZLİĞİ
Her bakımdan geri kalmışlık tartışılarak yıllar geçirildi; fakat kimse yerin altındaki kırılmış kökleri görmek istemedi. Asıl çöküş, ekonomiyle, teknolojiyle ya da siyasetle ilgili değildir. Asıl çöküş, düşüncenin ruhunu, toplumun hafızasını kaybetmesiyle başlar.
Dil zayıfladığında fikir kuraklaşır; din zayıfladığında irade ölür. Geriye kendi benliğinden utanmayı marifet sayan, yabancıyı taklit etmeyi ilerleme sanan garip bir kimliksizlik kalır. Böyle bir toplumun medeniyet iddiası da, tarih yolculuğu da yarım kalır.
BUGÜNÜN GENÇLİĞİ: YARININ MUHASEBESİ
Gençler sık sık kimlik arayışıyla suçlanıyor. Oysa onların eline bırakılan miras, köksüzlüğün üstüne serilmiş ince bir örtüden ibaret. Kimliğin zemini boşaltıldığında, genç zihin nasıl tutunacak?
Bugünün ihtiyacı, hamaset değil; kökleriyle barışık, inancını akılla buluşturan, dilini yeniden dirilten bir fikrî zemin.
Hem dünyanın dilini konuşup hem de kendi ruhunun sesini duyabilen gençlik, geleceği inşa edebilir.
DİRİLİŞ: KÜLLERLE DEĞİL, KÖKLERLE BAŞLAR
Bir millet, yeniden ayağa kalkmak istiyorsa önce hatırlamayı öğrenmelidir. Hatırlamak, geçmişe dönmek değil; kökten güç alarak geleceği kurmaktır. Diriliş, yıkıntıların arasından değil, derinlerde unutulmuş köklerden yükselir.
Dil onarılmadan düşünce; din diriltilmeden irade yerine gelmez. Bu coğrafyada yapılması gereken, inancı dar alanlara hapsetmek değil; onu hayatın merkezindeki hak ettiği yere yeniden taşımaktır. Dil taşı gibi sabit duran kelimelerimizi, sesi kısılmış kelamımızı yeniden diriltmektir.
Milletin iki sütunu ayağa kalkmadan, hiçbir medeniyet tasavvuru filizlenmez.
Ve hiçbir millet, kendi kimliğini hatırlamadan yürüyüşe geçemez.
Çünkü ayağa kalkmak, önce hafızayı uyandırmakla başlar.
Selam ve dua ile…