Bugün İslam, mevcut insan bakiyesinden hoşnut değildir. Çünkü yüzyıllardır alışageldiğimiz insan tipi, modern çağın değirmeninde öğütülmüş, içi boşaltılmış, kalbi taşlaşmış ve ruhu körelmiştir.
Çağın insanı, ne yeryüzüne bir halife olacak kadar yüce bir varlık, ne de göklere kanat açacak kadar hür bir ruh taşımaktadır.
Biyolojinin diliyle ona “düşünen insan” deniliyor.
Fakat gerçekte bu çağın insanı düşünmeyi unutmuştur.
Düşünmek yerine tüketen, sorgulamak yerine eğlenen, hakikat aramak yerine anlık hazların peşinde koşan bir “tükenen insan” tipine dönüşmüştür.
Modern şehirler inşa eder, teknolojiyi zirveye çıkarır ama kendi ruhunu harabe bırakır. Yeryüzünde izler bırakır ama gökyüzüne bakmayı unutur; kâinatı fethettiğini sanır ama kendi kalbini kaybeder.
İşte İslam, bu tükenmiş insandan memnun değildir.
Çünkü İslam, yalnızca bir kimlik değil, bir inşa, bir doğum, bir diriliştir.
O, “düşünen ama tükenen insan”ın içinden “dirilen insanı” devşirmektedir. Bu yeni insan, ruhuyla, kalbiyle, aklıyla bütünleşmiş; yeryüzünü imar ederken gökyüzüyle bağını koruyan; hem halife hem kul olabilen insandır.
Bugün İslam, doğduğu toprakların sınırlarını aşmış, havaya yükselmiş, rüzgâr gibi kıtaları dolaşmış, okyanusların ötesine taşmıştır. Artık sadece Mekke’nin, Medine’nin, Şam’ın, Bağdat’ın dini değil; Paris’in sokaklarında, Berlin’in taş duvarlarında, Londra’nın sisli gecelerinde de yankılanmaktadır.
Batı’da gördüğümüz manzara bunun en canlı örneğidir. Nice zulümlerin, nice haksızlıkların, nice katliamların ortasında, kanla sulanan topraklardan bir hakikat fışkırıyor. Katledilen o masumların, şehitlerin mübarek kanı, bir insanlık şahidi olarak Batılı kalpleri uyandırıyor. O kan, toprağa düşmekle kalmıyor; vicdanlara işliyor, insanlığın kaybolmuş izini yeniden belirgin kılıyor.
Ve o kanın bereketiyle, “tükenen insan”ın içinden bambaşka bir insan doğuyor. Evet, insanlar İslam’a ilgi duyuyor, kalplerini hakikate açıyor, yeni bir hayatın eşiğine adım atıyorlar. Dün inkârla, dün yabancılıkla, dün önyargıyla bakan gözler; bugün imanla, teslimiyetle, gözyaşıyla bakıyor. Dün kibrin sarhoşluğuyla yeryüzünü fethettiğini sanan Batı insanı; bugün diz çökmekte, yüreğinin içindeki boşluğa ilahî kelamla cevap bulmaktadır.
İslam, artık sadece doğunun değil, insanlığın ortak paydasıdır.
Küreselleşen sadece ekonomi, siyaset, kültür değildir; küreselleşen aynı zamanda imandır, hakikattir, rahmettir.
Bir şehidin son nefesi, binlerce kilometre ötede bir kalbi uyandırmaktadır. Bir mazlumun gözyaşı, dünyanın öte ucunda bir vicdanı harekete geçirmektedir. İşte bu, hakikatin evrensel yolculuğudur. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, çağın bittiğini, yeni bir çağın başladığını görüyoruz. Eski insan bitmiş, tükenmiştir. Yeni insan ise dirilişin eşiğinde doğmaktadır. İslam, “tükenen insan”ı dönüştürerek “dirilen insan”a, yani insan-ı kâmil yoluna çağırmaktadır. Ve biz, bu büyük inkılâbın tanıklarıyız.
Ama bilmeliyiz ki, bu diriliş sadece başkalarının iman edişiyle değil, bizim yeniden silkinişimizle tamamlanacaktır. Batı’da “tükenen insan” dirilişe uyanırken, doğunun evladı gafletle uyuya kalamaz. Biz, kendi köklerimizde yeniden dirilmedikçe, kendi tarihimizin içinden yeniden ayağa kalkmadıkça, bu çağın gerçek tanıkları olamayız.
Ve nihayet, şunu haykırmak vakti gelmiştir:
Çağın çürüyen insanı tarihin karanlık sayfalarına gömülürken, “dirilen insan”, imanıyla, ahlakıyla, adaletiyle yeni bir çağın kapısını aralayacaktır. Ya “tükenenlerin” arasında kaybolacağız, ya da “dirilenlerin” safında yerimizi alacağız.
Selam ve dua ile.