İslam’ın diriltici ruhu
İslam’ın diriltici ruhu
Hüseyin Demir
İnsanlığın üzerine bir eğlence sisi çöktü. Parıltılı ışıkların altında dönenen kalabalıklar, farkında olmadan kendi çöküş törenlerini icra ediyor. Modern dünyanın sahnelediği bu büyük eğlence gösterisi, aslında ruhların sessiz bir şekilde karardığı bir çağın adıdır.
Müzik yükseldikçe ruh alçalıyor; tempo arttıkça kalbin ritmi sönüyor. Eğlence mekânlarının loşluğunda “aydınlık” arayan insan, karanlığın daha koyu bir katmanında kayboluyor.
Eğlence Toplumu ve İçten Çöküş
Bugün dünya, eğlenmeyi bir medeniyet göstergesi sanıyor. Kadınlı erkekli, gece yarılarına kadar süren bir hareketlilik… Bir bakıyorsunuz, hoplayıp zıplamayı “özgürlük”, savrulmayı “modernlik” diye pazarlayan bir çağın ortasındayız.
Oysa aşırı eğlence, tıpkı çökmüş bir imparatorluğun yüzündeki makyaj gibidir: Yorgunluğu, yaşlılığı, çürümeyi gizleyemez.
Eğlenceyi var oluş sebebi hâline getiren toplum, ruhunu tüketmiş ihtiyara benzer. Devletler de böyledir; eğlenen devlet yorulur, savrulur, özünü kaybeder. İnsanlığın bugün yaşadığı tam da budur: Gayesiz bir debeleniş, ruhsuz bir hareketlilik…
Yaratılış Gayesini Unutmanın Bedeli
İnsan hangi gaye için yaratıldığını unutmuş durumda. Öğrenmek istemiyor, hakikati dinlemek istemiyor. Kutsal kavramlar —ezan, vatan, adalet, hakikat— artık yalnızca nostaljik birer yankı gibi geliyor kulağa.
Hakikatin sesini kaybeden toplum, kaçınılmaz olarak yarasaların dünyasına sürüklenir. Işıktan kaçar, karanlığa sığınır. Bugün bazı insanların mescidleri “karanlık”, sarhoşluğun koktuğu mekânları ise “aydınlık” sayması tesadüf değildir.
Hakikatin değeri ters yüz edilmiştir.
Namık Kemal’in Çağları Aşan Uyarısı
Namık Kemal’in asırlar önce yaptığı uyarıyı hatırlayalım:
“Eğer medeniyet dediğiniz şey açık saçıklık ve dans ise, biz bunu istemeyiz; bin kere istemeyiz.”
Kimse dinlemedi. Dinlenmediği için de koskoca Devlet-i Âliyye, sadece savaşlarla değil, ruh gerilemesiyle yıkıldı. Basiretin kaybolması bir milleti savaşlardan önce çökertebilir. Bugün yaşadığımız birçok şey, o basiret kaybının yeni bir versiyonudur.
Dirilişin Adı: Köküne Dönmek
Oysa toplumları gençleştiren, devletleri dirilten, bireyleri olgunlaştıran sistem bellidir:
İslam’ın diriltici ruhu.
Nefsten arınmış, derinliği keşfedilmiş, insanın iç dünyasını yeniden inşa eden bir ruh…
Bu ruh, bir toplumu yeniden ayağa kaldırabilecek tek güçtür. Bunun için ise derin bir mü’minlik, derin bir bilinç ve derin bir uyanış gerekir.
Taklitten Çıkmayan Yol Varışa Götürmez
Batıyı taklit ederek var olmaya çalıştık; fakat Batı’nın kendisi bile ruhen tükenmiş durumdayken, ondan alacağımız ne kalmıştı?
Hiçlikten medeniyet çıkmaz.
Hiçten “var” doğmaz.
Bugün Batı’nın gösterişli dış görünüşünden geriye kalan şey, çoğu zaman sadece bir “boşluk”tur. Biz ise bu boşluğu model almaya çalıştık. Böylece kendi ruhumuzu, kendi medeniyet iddiamızı Gardırop Medeniyeti’ne kurban verdik.
Asıl Kriz: Ruhun Krizi
Bugün insanlığın yaşadığı kriz; ekonomi krizi, teknoloji krizi ya da kültürel kriz değildir.
Ruhun krizidir.
Ruh kaybedildiğinde medeniyet de kaybolur.
Ruh bulunduğunda medeniyet yeniden doğar.
İnsan, hakikati hatırladığı gün; toplumlar yeniden yürümeye başlayacaktır. Bugün bize düşen, yeniden hatırlamak; karanlıkta değil, aydınlıkta nefes almaktır.
Selam ve dua ile.