• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Hüseyin Acarlar
Hüseyin Acarlar
TÜM YAZILARI

Abdullah Gül ve Yasin Aktay İslamcılığı

12 Mart 2020
A


Hüseyin Acarlar İletişim:

Evvela 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “siyasal İslam çökmüştür” dedi. Akabinde Yasin Aktay, Yeni Şafak Gazetesindeki köşesinde bütünsellikten kopuk bir “İslamcılıkla”, dar alandan reel politik kokulu iki yazı kaleme alarak cevap verdi.


Hakikat şu ki gerek Sn. Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapan gerekse Yasin Hocayı AK Partide Genel Başkan Yardımcısı, Milletvekili, Cumhurbaşkanı Danışmanı yapan iradenin geleneğinde İslam’ın atardamarları dolaşıyor. Bugün bulundukları siyasal statülerini İslami değerler manzumesine borçlular. Demokratik sağ veya sol bir dinamiğe borçlu değiller. Sn. Yasin Aktay, bu hakkı teslim edecek refleksle cevap verme ihtiyacı duymuş olacak ki Sn Abdullah Gül’e ilki 9 Mart Pazartesi günü, diğeri dün (11.03.2020) olmak üzere iki eleştiri yazısı yazdı. Üçüncüsü gelir mi? Bilinmez.


Her ne kadar ikinci yazısında “siyasal İslam’ı sadece Türkiye’deki belli bir dönemde belli insanlar arasında yaşanmış bir tecrübenin özeline sıkıştırıp orada bitirmek var ya? İşte siyasal İslam analizlerinin büyük çoğunluğunun sıkça düştüğü handikap” Dese de birinci yazıyı okuyan dikkatli okuyucu aynı handikaptan Prof. Dr. Sn. Yasin Aktay'ın da kurtulamadığını görecektir.


Müslüman toplumlarda siyasal İslamcılık, toplumla bütünleşmenin değil salt toplumu yönetmenin ve toplumsal soyutlanmanın bir aracına dönüşme tehlikesi geçiriyor. Böyle bir dönemde hitabet, hakikat halini perdelemez. Sn. Gül ve Sn. Aktay konuşmak yerine dinleme moduna geçse daha isabetli olabilir mi mesela? İslamileşmeden, Müslüman olgular var edemeden ideolojik diskur, bizatihi Müslüman toplumu yaralıyor.


Murad edilen her yönüyle adil bir dünya değil mi? Ve murad edilen aşkın İslam’ın derununda içkin bir siyasal duruşun varlığını hatırlatmak değil midir? Ve eğer murad edilenin bizi götüreceği sonuç, külli bağlamından kopmayacak bir usul ahlakıyla birlikte bizi hakikate yaklaştıracaksa, niye hitabeti halin önüne geçiririz ki? Sonuçta makâsıd usûlün kemâlat unsuru, asılların bizi götüreceği külli gayelere matuftur. Hele hele söz konusu kavram “İslam” ise, ona eklenmiş bir “cık” eki olsa dahi esastan kopartılamaz. ALLAH’ın dini seyyal ve derindir ve bir partiden çok daha fazla şeydir. Civar ve bir cidar değil bizatihi cevheridir. Ön miyarına bir “siyasal” kelimesi eklemek işin başında mekâsidi usûlde olması elzem ahlaki çerçeveyi yok eder. Kavramsal itirazı parantezde tutarak, “Siyasal İslamcılık çökmüştür” demek zımnen İslam’ın söyleyebileceği sözü kalmamış, söyleyeceği sözü söylemiş ve bitmiş mealini taşır. Burada Lağv (anlamsız bulup kaldırma), lehv (faydasız) ve sehv (yanılma) âbesinden sıyrılmayan zihin, modern veya postmodern katakülleye gelmiş demektir. Nasıl ki bohem bir varlık âleminin tahayyülü mümkün değilse, İslami düşünceye; makâsıdu’l-umran, mekasidül tekvin, mekasidül tenzil ile bütüncül bakmadan; anlamsız, faydasız, gayesiz ve bitmiş saymak müd’abeye delalettir.


Yasin Hoca’nın disiplinler arası metodolojiyi göz ardı edip, parçacı ve son yüzyıla yığılmış sorunlar çerçevesinden “İslamcılık” bakışı / Tunuslu Hayreddin Paşa, Nâmık Kemal, Ziyâ Paşa ve Ali Suâvi, Cemâleddîn-i Efgānî, Muhammed Abduh, M. Ferîd Vecdî, M. Reşîd Rızâ, Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım, Said Halim Paşa, Babanzâde Ahmed Naim, Mehmed Âkif, Filibeli Ahmed Hilmi / arka planında ”İslamcılığın” akım olarak bu devirle isimlendirilmesinden kaynaklanıyor. Bu da anlaşılır bir durum. Ancak İslam veya İslamcılıktan sadece bu anlaşılması, tarihsel birikimi heba etmek değil midir? Nitekim oldukça üst perdeden seslenen Yasin Hoca şöyle diyor;
“Giriş cümlesi Lailâhaillallâh (kula kulluğun reddi, kulluğun sadece Allah’a tahsisi) olan bir dinden siyaseti soyutlamaya çalışarak kendilerini siyasete bulaşmayan salt Müslümanlar olarak niteleyenler İslâm’dan ne anladıklarını sanıyorlar? Her gün ve her yerde insanı kendine kul etmeye çalışan, bu uğurda yeryüzünü fesada boğan, bozgunculukla düzenlerini kuran Tanrı müsveddelerine karşı koymadan, onlarla ve onların bağnaz ve gözü kara kullarıyla mücadele etmeden Müslüman olunabileceğini mi?”


Yukarıdaki genelleme tarzı ne kadar ilmi retoriğe sahiptir ki? Aynısını pekâlâ bir DEAŞ akidesi de söyleyebiliyor. Elbette ki Yasin Hocanın aynı paralelde söylemediğini biliyorum. O halde aradaki bakış farkını da ortaya koymalı değil miydi?


Sınırlama yaptığı yazısında söz konusu bu coğrafya ise -ki yazının bütünlüğünden bu anlaşılıyor - o halde İslam düşüncesinin bu topraklarda inşa ettiği medeniyetin fakihlerinden, rey ve içtihat okulundan, Maveraünnehir’in hikmet ve marifet okulundan, Endülüs’ün akıl ve makâsıd okulundan, Anadolu’nun irfan okulundan ve bunun yükseldiği adaletten ve asırlar boyu oluşan ananesinden, toplumsal örf ve töresinden seslenmesi gerekmez miydi? Oysa Sn Aktay, bunun yerine başka köklere gülücük atıyor:


“Allah aşkına, bugün Türkiye’de veya İslam dünyasının her tarafında demokrasinin veya iyi yönetimin gelişmemesinin sorumluları Müslümanlar mıdır? Türkiye İslam ile demokrasiyi başarılı bir biçimde meczedemediği için mi yıllardır sayısız darbe girişimlerine maruz kalıyor? Yoksa tam tersi gayet başarılı bir biçimde bu imtizacı çok iyi başarabildiği için mi? Türkiye’nin 2010 yılından itibaren, yani Arap Baharı süreciyle birlikte bu haliyle sistem için tehlikeli hale geldiği anlaşıldığı andan itibaren maruz kaldığı müdahaleler siyasal İslam daha başarılı bir modele doğru evrilsin diye mi yapıldı? Yoksa Türkiye’nin demokratik süreçleri işlettiğinde halkının iradesini yönetime yansıttığında sergilediği bağımsızlığın dünya sistemi için teşkil ettiği tehdit algıları mı birilerinin zihinlerine farklı duygular, hesaplar ve değerlendirmeler ekti?”
Bu yaklaşım, İslam’ı reel politiğe indirgeyip Müslümanların ya da İslamcılığın demokrasi güzellemesini yapmak değil mi? İslâmcıların işledikleri en fahiş hata, İslam hasımları tarafından tanımlanmaya rıza göstermeleri değil midir?.


Mâziyle ilişkiyi kopararak, -çoğu kez imha ederek- özgün tanımlardan kaçmak bu yönde adımlar atmak yerine siyasi bakımdan "Yeni Dünya Düzeni" ideologlarının, kültürel bakımdan "Post-modern" filozofların İslâmcılığa tahsis ettiği alana yerleşmeye çabalamak, Batıcılığı emperyalizme karşı duruş için düşünen bizim batıcıların nihai kertede Kemalizme demirlemeleri gibi bir akibeti doğurma ihtimali yok mu?
İslamcılık politik bir tanımlama nihayetinde. Tahlil ve terkib ve derinlikten mahrum siyasal ve ekonomik güce dayalı bir retorikten arınarak, ahlak ve adalet üzerine yükselen Müslümanca duruş selam ve emandır. Şeyh Sadi Şirazi’nin dediği gibi “eğer tuttuğun yol başkasına gidiyorsa yarın seccadeni cehenneme sererler” vesselam.

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

İsa yapıcı

Demokrasi bir DİN'dir!!! İSLAM bir DİN'dir. İkisi bir arada olmaz,olamaz ve olmayacaktır. Ve ALLAH (CC),ya rab biz zaif düşürülenlerdendik bahannesi gecerli olmayacaktır ahirette.

Vatandaş

Sn yazar tek bir soru; senin yıllardır (yaklaşık 20 yıldır iktidardasınız) tuttuğun yol nereye gidiyor? Bu 20 yılda toplum hayatında islamın yaşanması islami prensiplerin uygulanması ne seviyede oldu? Yok eğer olamadıysa sorumlusu kader mi? Dış güçlermi? Teşekkürler....
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23