Fonksiyonu imaja ezdirmeyiz...
Fonksiyonu imaja ezdirmeyiz...
Halil Kışlacık
Prof.Dr. Ali Saydam benim kişisel görüşüme göre Türkiye’nin kıymetli iletişimcilerinden biridir. Başka hiçbir mecra üzerinden takip etmediğim ya da yolumuz hiçbir yerde kesişmediği için, bu görüşüm sadece çok uzun zamandır takip ettiğim, Yeni Şafak’taki köşe yazılarına dayanır.
Yolu hasbelkader iletişim fakültesinden geçmiş biri olarak, olaylara metodolojik yaklaşan ve eleştiriyi ideolojiye kurban vermeyen yazılarını ilgiyle okurum.
Güncel olaylardaki önemli iletişim pratiklerine mercek tutar, “icraatta başarının tek başına yeterli olmadığını, o başarının eğer iletişimi düzgün yürütülmezse siyasi, sosyolojik veya ticari olarak anlamsız kalacağını ve hatta başarısızlığa bile dönüşebileceğini” en ilgisiz okurun da anlayabileceği şekilde dört başı mamur anlatır.
Elbette ara sıra, örneğin İsrail yanlısı bir şirketin iletişim kampanyasını öven ya da çok başarılı bir icraatı sadece iletişim hataları üzerinden fazlaca hırpalayan yazıları da olur ama hepsi kötü niyetten ziyade “odağın fazla derinliği”ne işaret eden hatalardır.
•
Yukarıdaki satırları, tahmin edersiniz, sadece Ali Saydam’ı övmek için yazmadım.
Ali Hoca, geçtiğimiz günlerde “ ‘Öldürücü zıtlıklar’dan nasıl kurtulacağız” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazı, Türkiye’de siyasi iklimdeki sertliğin güncel hayatı nasıl etkilediğine dairdi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “Terörsüz Türkiye” sürecindeki son açıklamaları bağlamında “yumuşama”yı şöyle yorumluyordu:
“Devlet bürokrasisin en üst kademelerinden birinde görev yapan son derece duru görüşlü yöneticiyi andık hemen. Geçen hafta katıldığımız bir toplantıda demişti ki: ‘Sözcü ile Akit arasında sıkıştık kaldık’... Hayli ilginç tanım... Bir başka yöneticiden de ‘Bıyıkla sakal arasına sıkıştık kaldık’ ifadesine tanıklık etmiştik...
Türkiye’de siyasi görüş farklılıkları, inanç sistemlerini de zorlayarak ayrışıp yaşamı, düşünce, kültür, sanat ve hatta iş dünyasını hiç bu kadar etkilememişti...”
Ben, temelde işaret edilen ayrışmanın varlığına ve bu ayrışmanın boyutuna dair yorumlara katılmakla birlikte, burada bariz bir hata olduğunu düşünüyorum.
Ali Hoca da, ifadesini aktardığı “duru görüşlü yönetici” de bir noktada, öyle önemsiz de değil, hayati bir noktada hata yapmış.
Merak ederim, Akit ile Sözcü’yü nasıl iki uç noktaya koyabildiniz?
Görünüşe bakılırsa, üslup üzerinden...
Evet, bizim cenahta en sert üslup bizimdir ve bununla övünürüz de. Ama Sözcü’nün “yabancılaştırma” amaçlı kurgulanmış “düşük dozlu ama sürekli hakaret” stratejisini “üslup” kabul etmek ve bunu bizim üslubumuzla karşılaştırmak haksızlık değil midir?
Hadi diyelim ki bu bize yapılan bir haksızlık. Asıl tartışılması gerekeni boğup, bu konuyu sadece “üslup” üzerinden tartışmak, bu ülkenin insanına yapılan bir haksızlık değil midir?
“İnanç sistemlerini de zorlayarak ayrışıp yaşamı, düşünce, kültür, sanat ve hatta iş dünyasını etkileyen” görüş farklılıklarını hem “öldürücü” derecesine çıkarıp, hem sadece üslup üzerinden yorumlamak mümkün müdür? Gerçek “çerçevesi” bu mudur bu sorunun?
Değilse, bu soru cevap arar: Başka kriterleri de göz önünde tutsak, Sözcü’yü bir ucuna koyduğumuz tahterevallinin öbür ucunda gerçekten Akit’i mi buluruz?
İdeoloji derseniz, “Ne yaparsa yapsın, Erdoğan’a saldırırız” zihniyetinin zıddı, gerektiğinde Erdoğan’ın ve AK Parti’nin yanlış uygulamalarına sert eleştirilerin yapılabildiği Akit midir?
Ya da “Ekrem İmamoğlu’nu makaslıyoruz; çünkü bizim patronun villasının kaçak kısmı üzerinden yürüyen pazarlıkta pürüz çıktı” anlayışının karşısına Akit’i mi yerleştirmek “insaflı”dır, yoksa “Millet ‘Aman başımıza bela almayalım’ der de diğer ticari faaliyetler daha kolay yürür” diye açılmış holding gazetelerini yerleştirmek mi?
•
Yeni Akit gazetesini insanlar çıkarıyor ve insanlar arada sırada hata yapar.
Bunları hariç tutarak söylüyorum.
Üslubumuzu beğenmemek herkesin hakkıdır, saygı duyarım. Bu gazetede kimse zaten bu mesleği “alelusul rahatlık” peşinde seçmedi.
Ama herkesin bir şeyin farkında olması gerekiyor: Bu gazetenin en önemli fonksiyonu, “bir Müslümanın hakkı için, kınayıcının kınamasına aldırmadan, makamına mevkisine bakmadan herkesi karşısına alabilmek”tir.
Eğer Ali Hocam ya da bir başka iletişimci “Bu fonksiyonu farklı bir üslup kullanarak da aynı verimlilikle icra edebilirsiniz” diyebiliyorsa...
Ya da bu fonksiyonun birilerine “sevimli” görünecek bir imaj için kurban edilebileceğine bizi ikna edebileceklerini düşünüyorlarsa, buyursunlar, dinliyoruz.
Değilse, bir zahmet, bizi dünyalık için çekişenlerle bir tutmayın.