Selçuklu ve Osmanlı döneminde sahte şeyhlerin yaptıkları tahribatlar…
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, devlet yapıları ve sosyal düzen büyük ölçüde İslam’ın etkileri altında şekillenmiştir.
Bu dönemlerde İslam âlimleri, tasavvuf erbabı ve çeşitli tarikatlar, toplumsal ve siyasal hayatta önemli roller oynamıştır.
Ancak bazı sahte tarikatçıların ve dini kimliği suiistimal eden kişilerin ortaya çıkışı, hem dini kurumların hem de devletin işleyişine çok büyük çapta zararlar vermiştir.
İslami kaynaklar, sahte tarikatçıların topluma ve devlete olan etkilerini çeşitli şekillerde ele alır.
Öncelikle, bu kişilerin dini söylemleri manipüle ederek kişisel çıkarlarını ön plana çıkardıkları ve halk arasında yanlış inançlar yaydıkları belirtilir.
Tabir caiz ise bidatların yayılmalarında şeyhlik adına, tarikat adına öncülük etmişlerdir.
(Günümüzdeki bir kısım sözde tarikat ve cemaat liderleri, şeyhler, “Emirul-mümininler”(!), Gavslar, ağabeyler gibi. Dini ve tasavvufu istismar ederek kendi çıkarları için kullanıp devletin başına büyük gaileler açmışlardır.)
(Bu arada yine bazı arkadaşlarımız yazının tamamını okumadan saldırmaya başlayabilirler. Olsun zararı yok. Biz tamamen iyi niyetle ve samimi olarak günümüzde sadece Allah rızası için tarikat ehli olanlar Lillah için dini hizmetlerde bulunanları tenzih ederiz. Allah (c.c) onlardan razı olsun.)
Bu durum, toplumun dini bilgilerini çarpıtarak sosyal çatışmaların ve ayrışmanın artmasına yol açmaya ve Müslümanların çeşitli grup, hiziplere ayrılmalarına sebep olmuştur.
(İslam birlik ve beraberliği emir buyurduğu halde bunlar cemaat, tarikat, diyerek İslam kardeşliğini zedeliyor ve Müslümanları bölüp parçalıyorlar.)
Osmanlı döneminde, özellikle taht kavgaları ve siyasi çekişmeler sırasında bazı sahte tarikat liderlerinin, siyasi güç kazanmak amacıyla hükümdarlar ve yüksek mevkii sahipleri ile ilişkiler kurdukları görülür. (Dün Feto’nun, Feto’cuların, günümüzde bazı cemaat liderlerinin bir yolunu bulup devlet ricaline yaklaşmaya çalıştıkları veya çeşitli kurum ve kuruluşlara adamlarını yetiştirerek devletin bazı güçlerini kullanmaya çalıştıkları gibi.)
(15 Temmuz öncesi sözde talebe yetiştiriyorum deyip devletimizi yıkmaya kalkışa, bugün ise kendilerini değişik başka cemaatler içinde gizleyerek sinsice faaliyetlerini yürüten sözde hizmet ehli sahtekârlar, din ve vatan düşmanları bu necip millet iyice tanıdı. Ve unutmadı.)
Bu tip ilişkiler, devlet mekanizmasının içine sızarak, yolsuzlukların ve adaletsizliklerin artmasına sebep olmuştur. Tarihi kaynaklar, bu gibi kişilerin zaman zaman devletin resmi dini politikalarına aykırı hareket ettiğini ve bu durumun devlet otoritesini zayıflattığını bizlere göstermektedir..
İslami kaynaklar, sahtekârlığa ve hileye büyük günahlar olarak bakar.
Kur’an-ı Kerim ve Hadisler, müminlerin dürüst olmalarını, toplum içinde fitne ve fesat çıkarmaktan kaçınmalarını ısrarla tavsiye eder.
Oysa; geçmişte bazı sahte şeyhler, sahte tarikatlar fitne ve fesatların çıkmasına ve insanları devlet aleyhine harekete geçirme ve Müslümanları bölüp parçalama gibi yanlış yollara sapmışlardır.
Dolayısıyla, sahte tarikatçıların faaliyetleri, sadece siyasi ve sosyal düzene değil, aynı zamanda İslam’ın temel prensiplerine de ters düşer. Bu tip oluşumlar İslam dinine büyük zararlar verir.
Günümüzde bir kısım sahte şeyhlerin, sahte tarikatların, sözde cemaatlerin, cemaat liderlerinin, abilerin ezan düşmanları ile bir olup Müslümanlara karşı aldıkları tavırlar, sergiledikleri düşmanlıkları üzülerek milletçe hep birlikte müşahede ettik. (Akledenler için durum bütün açıklığı ile ortadadır.)
Sonuç olarak, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde sahte tarikatçıların ve dini kimliği suiistimal edenlerin yarattığı sorunlar, devletin dini ve siyasi istikrarını olumsuz yönde etkilemiştir.
Bu tür olumsuz etkilerle mücadele etmek, dönemin hükümdarları ve âlimleri için sürekli bir görev olmuştur.
Sahte tarikatçılar, İslam’ın adalet ve doğruluk gibi temel değerlerini hiçe sayarak hem dini hem de siyasi alanlarda zararlar vermişlerdir.
Bu tür kişiliklerin tarih boyunca nasıl mücadele edildiği, bugünkü toplumsal ve siyasi problemlerle başa çıkarken de önemli dersler sunar.
Geçmişteki dini çıkarlarına alet eden sahtekarlardan, istismarcılardan, din tüccarlarından milletçe, devletçe dersler çıkartıp, bugün ülkemizin birçok il ve ilçesinde mantar gibi çıkıp yayılan, sahte tarikatçılarla, kendilerini çeşitli dernek, vakıf veya başka isimlerle kamufle edenlerle hiç zaman kaybetmeden hukuk çerçevesi dahilinde mücadele etmek şarttır.
Selçuklu ve Osmanlı tarihinde sahte tarikatçıların ve dini figürlerin neden olduğu olaylar çoktur. Fazla uzatmamak için geçmişte sahte tarikatçıların (Sayıları çoktur ama biz birkaçını buraya alarak) yaptıkları tahribatlara sebep olanlardan birkaç örnek verelim:
Babailer İsyanı (1239)
Babailer Ayaklanmasına katılan kişilerin büyük bir bölümü, Türk gelenekleri ile İslamiyet’i birleştirerek halk İslam’ı olarak adlandırılan bir inanç sistemi geliştirmiş kişilerden oluşan tarikatların üyeleriydi. Farklı kaynaklara göre Baba İlyas kendini peygamber ilan etmişti, tanrıyla konuştuğunu söylüyordu ve Baba İshak da onun halifesiydi.
Bu tip gerçek olmayan tarikat liderlerinin devlet düzenine ne kadar büyük zararlar verebileceğinin çarpıcı bir örneğidir.
Baba İshak liderliğindeki bu hareket, başlangıçta mistik bir tarikat gibi görünse de, hızla isyankâr ve ayaklanmacı bir nitelik kazanmıştır.
Baba İshak, kendisini “Mehdi” olarak ilan etmiş ve halkı, yozlaşmış yönetimlere karşı isyana teşvik etmiştir.
Anadolu Selçuklu Devleti, bu isyanı bastırmak için büyük çaba sarf etmek zorunda kalmış ve isyan, dönemin siyasi yapısını sarsmıştır.
Bazılarına göre de Babailer isyanı hiç olmamıştır. Bu isyan hakkında kesin olarak bilgiler mevcut olmamakla beraber bilgi edinmek isteyenlerin internet üzerinden veya tarih kitaplarından araştırma yapmaları tavsiye olunur.
Kaynak: (Claude Cahen, “Pre-Ottoman Turkey: A General Survey of the Material and Spiritual Culture and History”, 1968.)
2. Şeyh Bedreddin İsyanı (1416)
Osmanlı döneminde yaşanan bir başka örnek ise Şeyh Bedreddin İsyanıdır.
Şeyh Bedreddin, Osmanlı Devleti›nin zayıf anlarında ortaya çıkan karizmatik bir dini liderdi.
Sosyal ve ekonomik adaletsizliklere karşı çıkan Bedreddin, toprakların ve mülkün yeniden dağıtılması gerektiğini savunmuş ve bu düşünceleriyle pek çok tarikat mensubu ve köylüyü etrafında toplamıştır.
Ancak, onun bu radikal görüşleri, Osmanlı yönetimini tehdit eder hale gelmiş ve nihayetinde isyan bastırılmıştır.
Şeyh Bedreddin, devlet tarafından idam edilmiş ve olaylar, Osmanlı sosyal yapısında derin izler bırakmıştır.
Kaynak: (Halil İnalcık, “The Ottoman Empire: The Classical Age 1300–1600”, 1973.)
Şeyh Bedrettin ayaklanması ile alakalı tarih kitaplarında ve internet ortamında çok geniş bilgi ve malumatlar vardır. İsteyen kardeşlerimiz araştırabilirler.
Bu örnekler, sahte veya yanıltıcı dini liderlerin tarih boyunca nasıl büyük sosyal ve siyasi krizlere yol açabildiğini göstermektedir.
Her iki olay da, dini kisveler altında yürütülen siyasi ve sosyal çatışmaların, devlet yapısını ne denli sarsabileceğine dair dersler sunar.
Günümüzdeki devlet yöneticilerimiz geçmişte din adına, tasavvuf ve tarikat adına cereyan eden bu üzücü olaylardan çok ciddi şekilde dersler çıkartarak, hiç zaman kaybetmeden ciddi ve köklü tedbirler alması gerekmektedir.
Samimi bir yaklaşımla ülkemizde icra-i faaliyette bulunan bütün dernekler, vakıflar, cemaatler, tarikatlar, şeyhler ve müritleri gözden geçirilmelidir.
Cemaatlere ait holdingler, iş yerleri, özel okullar, hastahaneler veya başka kuruluşlar ciddi bir mali denetime tabi tutulsa gerisi çorap gibi sökülür. Yapılan bütün gayrimeşru ilişkiler, para akışları bir bir ortaya çıkar.
Unutmayalım ki, dün bu milletin silahını bu necip millete çevirenler, yüzlerce insanımızı şehid edenler, Türkiye’nin kalbi mesabesindeki meclisimizi bombalayanlarda din ve dine hizmet diyerek yola çıkmışlardı.
Şimdi devletimiz tedbir almazsa sonra dizlerimizi dövmekle bir sonuç elde edemeyiz.
Bütün dini cemaat, vakıf ve tarikatların yaptıkları hizmetler mutlaka devletin bilgisi ve kontrolü altında olmalıdır.
Hele hele bunların gelir ve giderleri kesinlikle ince bir elekten geçirilerek kontrol altına alınmalıdır.
Tarikatlar ve cemaatler de dudak uçuklatacak kadar yurt içinde ve yurt dışında kayıtlı, kayıtsız akçeli işler olmaktadır. Bir kuruş da vergi ödemezler.
Çok uzaklara gitmeye pek de hacet yok…
Ülkemizde 15 Temmuz kalkışması hep dini motiflerle süslenip Müslümanlar kandırılmadı mı?
Sonra ne oldu?
Bir hizmet grubu zannettiğimiz bu insanlar yabancılarla ittifak ederek Türk devletini yıkmaya veya ele geçirmeye kalkışmadılar mı?..
Bu gibi müessif olayların ülkemizde yeniden bir daha ortaya çıkmaması için, devletimiz sahte şeyhlerin, sahte tasavvufçuların, din istismarcılarının yeni yeni musibetlerin açılmasına sebep olmamaları için hiç zaman kayıp etmeden acilen tedbirler alınmalıdır…
Çok önemli bir atasözümüz vardır:
“Sütten Ağzı Yanan Yoğurdu (Ayranı) Üfleyerek Yer (İçer) Atasözünün TDK Anlamı Ne Demek? Cevap: bir olaydan gerekli dersi alan, sonra uyanık davranır.İnsanlar yaşadıkları bazı olaylardan dolayı önemli zararlar alırlar ve bundan ders çıkarırlar. Böylece ona benzer olaylar ile karşılaştığı zaman tedbirli davranır ve uyanık olurlar. Yapılan bir hataya yeniden düşmemek olarak da sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer atasözü kullanılır.”
Çorba içerken ağız yandıktan sonra yoğurdu üfleyerek yemenin hiçbir faydası olmaz.
Son mahalli seçimlerde ülkemizdeki bir kısım dini cemaatlerin, bazı tasavvuf ekollerinin sade ve sadece çıkar ve ihtirasları uğruna kimlerle birlik yaptıkları, nasıl din ve ezan düşmanları ile yan yana gelen, on binlerce vatan evladımızı şehit edenlerle aynı istikamette oy kullananları da kesinlikle unutmamalı ve gözden kaçırılmamalıdır!…
Cümleniz Mevla’ya emanet olunuz.
NOT: Bu hafta için daha başka bir yazı hazırlamıştım. Ancak Feto denen vatansızın ölmesi üzerine bu yazıyı yayınlanmak üzere gazeteye gönderdim. Elbette ki, yüzlerce insanımızı şehid eden zamanın Ebu Cehil’i Mevla’mıza hesabını verecek…