Avrupa’da halklar, devletler ve din
Avrupa’da halklar, devletler ve din
ALİ OSMAN AYDIN
İlahiyatçı Ahmet Kavlak: "Medreseler, tekkeler kapatıldı, Kur’an-ı Kerim yasaklandı. İnsanlar İslam'ı öğrenemeyince, 'Görüyor musun Müslümanları' dediler. Bu ülke 1920'den beri seküler. Şu an bir ahlaksızlık varsa bunu Müslümanlara mal edemezsin" demiş bir konuşmasında.
Ahmet Kavlak’ı ateist tezlere verdiği tafsilatlı cevaplarından tanıyoruz. Geçen günlerde bir vesile ile yukarıda alıntıladığımız sözleri sarf etmiş. Kavlak’ın tespitleri ile bizim en son yazımızdaki erken Cumhuriyet Dönemi’nin din dersi politikalarına dair tespitlerimiz örtüşüyor. Biz devletin din öğrenimine müdahale ettiğini ve 1932 itibariyle din eğitimini kaldırdığını geçen yazımızda anlatmıştık.
Kavlak, sosyal medyanın bir kesiminde linç edildi sözlerinden dolayı.
Bazı insanlar “Kavlak’ın eleştirdiği uygulamaların doğru olduğunu, din ile irtibat kesilmeden ilerlemenin mümkün olmayacağını, buna en iyi örneğin Avrupa’nın devlet ve halkları olduğunu” söyleyerek Kavlak’ı eleştirmiş.
Bizde bazı kesimler uzun süredir, “Din bu kadar lüzumlu olsaydı, din ile hiçbir bağları olmayan Avrupa ülkeleri bu kadar medeni olamazlardı.” ya da “Onlar devlet ve toplum olarak din olmadan bu hale geldiklerine göre, bizim de dini bir kenara bırakmamız gerekiyor” gibi tespitlerle dinin gereksizliğini savunmaya çalışıyor.
Ve had bildirmek için istihza ederek “Devletin dini olmaz!” deyip, keh keh gülüyorlar. Devletin dili oluyor da dini neden olmuyor? Devletin dilinden kasıt halkın dili ise, aynı mantık neden din için de işletilmiyor? Devletin dili oluyorsa dini de olur. Devlet konuşabiliyorsa muhtemelen inanabiliyordur da!
Hadi bir bakalım Avrupa’da cemiyet, bizimkilerin iddia ettikleri gibi “dinsiz” mi? Yani din orada da tahkir edilen, dışlanan, toplum hayatının içinde olmaması gereken bir şey olarak mı muamele görüyor? Devlet dini toplulukları- cemaatleri yasaklı hale mi getiriyor? Orada devlet, “Din terakkiye manidir” diye kara propaganda yürütüyor mu?
***
İrlanda Anayasası’nın başlangıç metni şöyle:
"Kutsal Üçlü Tanrı adına, bütün İrlandalı erkekler ve kadınlar adına, Tanrı'ya olan şükranlarımızla..."
İrlanda Anayasası Madde 44. "Devlet, insanların vicdan özgürlüğüne, inançlarına, ibadetlerine ve eğitimlerine müdahale etmeyeceğini ve din özgürlüğünü koruyacağını garanti eder."
Yunanistan Anayasası’nın başlangıç kısmı şöyle: "Kutsal ve Bölünmez Üçlü’nün Adıyla"
Madde 3: "Doğu Ortodoks Kilisesi, İsa Mesih'e inancı ve Kutsal Havarilere dayanan Yunan ulusunun dinidir." Madde 16.2: "Eğitim, Yunanların milli ve dini bilincini geliştirmeyi amaçlar."
Polonya Anayasası’nın giriş metni şöyle: "Biz, Polonya Ulusu - Tanrı'ya inananlar olarak ya da bu inanca sahip olmayanlar olarak, ancak evrensel değerlere bağlı bir şekilde..." Madde 25: "Devlet, Katolik Kilisesi de dahil olmak üzere tüm dini topluluklarla işbirliği yapar."
Eğitim alanındaki başarılarıyla ve özellikle vaad ettiği hayat şartlarıyla bizim sekülerlerin dillerinden düşmeyen Norveç Anayasası’nın 2. maddesi şöyle: "Ülkenin temel değerleri, Hristiyan mirasına ve insani değerlere dayanır. Bu, insan onuru, eşitlik ve herkesin haklarının kutsallığını içerir."
Ülkenin temel değerleri İslam mirasına ve insani değerlere dayanır, gibi bir madde biz de anayasaya girebilir mi? Birileri böyle bir şeye cüret edebilir mi?
Edemez, çünkü biz de düşman bizzat “o İslam mirasının” kendisidir. Erken Cumhuriyet Dönemi o mirası yağmalama, yağmalayamadıklarını tahrip etme, toplumun o mirasla bağlarını kesme konusundaki insan hakkı ihlalleri ile dolu.
Bakın Norveç Anayasası 16’ıncı maddesi, "Norveç Kilisesi, Norveç halkının çoğunluğunun dini olmaya devam eder ve devlet tarafından desteklenir" diyor. Devlet açıkça bir dinin taraftarı oluyor ve bu zannedildiği gibi bir geri kalmışlık üretmiyor.
Bir cumhuriyet olan Malta’nın Anayasası’nda 2’nci madde, "Malta'nın dini, Roma Katolik ve Hristiyan Apostolik Dinidir" diyor.
Malta Anayasası’nın yine 2’nci maddesi: "Katolik inancına dayalı bir eğitim sistemi, tüm devlet okullarında zorunludur" diyor.
Orta Avrupa’nın küçük devleti Lihtenştayn Anayasası Madde 37’de: "Roma Katolik Kilisesi, Lihtenştayn Prensliği'nin resmi dinidir ve devletin özel koruması altındadır" diye belirtir.
1926 senesinde küçük değişikliklerle kendisinden “medeni hukuk” ithal ettiğimiz İsviçre’nin Federal Anayasası’nın giriş kısmında şöyle bir ifade var: "Her Şeye Kadir Tanrı'nın huzurunda, halkların özgürlüğü ve hakları için sorumluluk alarak..." “Tanrı’nın huzurunda” ifadesiyle İsviçre federal devleti, kendine bir meşruiyet zemini oluşturuyor ve kendini yasaların üstünde bir güce bağlıyor.
****
Danimarka Anayasası 4’üncü maddesinde şunlar yazıyor: "Evanjelik Lüteran Kilisesi, Danimarka Krallığı'nın resmi kilisesidir ve devlet tarafından desteklenir."
Danimarka’da halkın %80’den fazlası Protestan. Bundan dolayı devlet bu dini resmen kabul etmiş. Madde 6’ya göre: "Kral veya Kraliçe, Evanjelik Lüteran Kilisesi'nin üyesi olmak zorundadır."
Danimarka insan hakları ve inanç özgürlüğü konusunda gelişmiş bir ülke. Devlet laik olmadan, resmi bir dini benimsediğini kayıt altına alarak ve yöneticilerini belli bir inancın bağlılarından seçerek de başka inançlara karşı gayet toleranslı olabiliyormuş demek ki! Tıpkı Osmanlı örneğinde yüzyıllarca farklı dinlerin bir arada yaşamasında olduğu gibi.
****
İngiltere'nin yazılı bir anayasası bulunmamakla birlikte, din ve devlet ilişkilerinin şekli ve muhtevası geleneklerde mevcut. 1689 Haklar Bildirgesi: İngiltere tahtına çıkan hükümdarın Protestan olmasını şart koşuyor. Anglikan Kilisesi, devletin resmi kilisesi olarak kabul ediliyor ve kral ya da kraliçe ise kilisenin başı. Lordlar kamarasında Anglikan piskoposlar için sabit bir kontenjan ayrılıyor. Yeni seçilen Avam Kamarası üyeleri, dini bir kimlik de taşıyan monarka kutsal kitaplarını ellerinde tutarak bağlılık yemini ediyorlar.
****
Alman Anayasasının yine giriş bölümünde, “Tanrı’ya ve insanın dünya üzerindeki barışına olan sorumluluğun bilinciyle” ifadesi yer alıyor. Bu ifade ile devlet doğrudan Tanrı’ya referans veriyor.
Almanya’da resmi devlet dini yok ama devlet cemaatlerle işbirliği yapabiliyor, dini topluluklara mali destek sağlayabiliyor. Cemaatler işlerinde bağımsızlar, vergi toplayabiliyorlar, dini özgürlükler hiçbir biçimde devlet tarafından baskılanamıyor.
Devlet ve kilise, bu iki kurum, birbirine zıt değil; birbirleriyle dayanışma içinde bulunması gereken ve toplumun istikrarına ve refahına katkıda bulunabilecek ortaklar olarak algılanıyor Almanya’da. Almanya’da devlet-kilise ayrılığından çok ortaklığına dayalı bir sistem söz konusu.
***
Finlandiya'da Protestan Lutheran Kilisesi ve Ortodoks Kilisesi’nin özel statüsü var. Bununla birlikte diğer dini topluluklar özgürce var olabiliyorlar. Okullarda din eğitimi zorunlu mesela.
İspanyol Anayasası’nın 16’ıncı maddesi İspanyol devletinin Katolik kilisesi ile olan bağını vurguluyor. İtalya'da 1984’e kadar devletin resmi dini Katoliklik. Vatikan İtalya sınırları içinde. Katolikliğin resmi din olma vasfı kaldırılmış olmakla beraber kilise bağımsız ve egemen. Bizdeki gibi devlet dini (kiliseyi) yönetemiyor. İtalyan eğitim sistemi, sıkı sıkıya inanç temelli. Okulun rolü, hem ailenin hem de kilisenin öğrencilere Katolik inanç ve uygulamalarını öğretmesine yardımcı olmak. Ebeveyn dilerse öğrenci sistemden çekilebilir, uygulamada ise bu durum çok nadir görülüyor.
****
Anayasal bir hak olarak İtalya, Almanya, Belçika, Litvanya, Portekiz, Romanya ve Slovenya’da dini cemaatler serbestçe teşkilatlanır, tüzel kişilik alır, vergi toplar ve gayri menkulleri üzerindeki hakları dokunulmazdır. Dini cemaatlerin bizdeki gibi yasadışı kabul edilmesi uygulamasına orada rastlanmaz. (Bizde bugün bile cemaatlerin yasal statüsü yoktur çünkü onlar devlet için illegal yapılardır.) Devlet yöneticileri dini bayram ve ritüellere rahatlıkla iştirak eder, böyle bir fotoğraf vermenin sakıncalı olduğunu düşünmezler.
Görüldüğü gibi Avrupa’da dini konularda farklı uygulamalar söz konusu. Ve yine görüleceği gibi verilen örneklerin hiçbirinde dine dair bir aşağılama, onu toplumsal hayattan silme, eğitimini yasaklama gibi uygulamalar söz konusu değil.
Her devlet halkın inançları çerçevesi içinde bir ilişki geliştirmiş din ve dini kurumlarla. Yakın Türkiye tarihi örnekliğinde bu ilişkinin çok sert, aşağılayıcı olduğunu; din ve dindarlar aleyhine geliştiğini kabul etmek gerekir. Laiklikle asla bağdaşmayacak bir biçimde devletin dine müdahale ettiği, ezanı bile değiştirdiği, dini hayatı devlet eliyle biçimlendirmeye çalıştığı, dini kontrol ederek rejimin ideolojisini yaymak için araçsallaştırdığı bir gerçektir. Bütün bunlar İslam’a ve Müslümanlara saygısızlıktır.