• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Ahmet Tâlib Çelen
Ahmet Tâlib Çelen
TÜM YAZILARI

Târîhi çevir… (2)

26 Ekim 2020
A


Ahmet Tâlib Çelen İletişim:

“Bir milleti millet yapan din, dil, târîh şuûrudur” demiş ve milletin dünyâya söyleyecek sözünün bu şuûrdan kaynaklanacağını ifâde etmiştik. Bu yüzden din, dil ve târîh eğitim-öğretiminin aslında bir şuûr verme faaliyeti olması gerektiğini söylemiştik. 

Gerçekten kökünü inkâr etmeden hayâtiyetini devâm ettiren milletler böyle yaparlar. Yeni nesillerini kendi dil, din ve târîhlerini sevdirerek yetiştirirler. Târîhi bu gâye ile didik didik ederek en küçük iftihâr vesîlelerini bulup çok zaman da abartarak sanat eserlerinde işlerler ve yeni nesilleri mâzîleri ile barışık bir şekilde büyütürler. Elbette hep böyle gidecek değildir. Belli bir yaş ve seviyeye geldiğinde târîhlerini daha gerçekçi bir sûrette öğreneceklerdir ama bu yeni bakış onları târîhlerinden ve târîhlerini yapan büyük şahsiyetlerden soğutmayacaktır. Çünkü baştan târîhe sevgiyle bakmayı öğrendiler. Artık bundan sonra yapacakları sevdikleri kahramanları hatâsı-savâbı ile öğrenmektir. 

Bizim de yapmamız gereken budur: Her yaşın târîh eğitim-öğretimi farklı olmalıdır. Çocukluktan büyüklüğe doğru masalımsı-efsânevî bir târîh anlatımından gerçeklerin cesurca masaya yatırıldığı bir târîh anlatımına geçilmeli. Bunu yaparken de hedef mâzîden nefret ettirmek değil ibret almak olacaktır. 

Târîhimize nasıl bakmamız gerektiğine dâir merhûm Nevzat Kösoğlu’nun Kitap Şuuru adlı eserinden bir iktibâsa başlamıştık. Mekteplerimizde târîh eğitim-öğretiminin temellerinden yapılması gerektiğine inandığım bu yazıdan ibret almaya devâm edelim: 

(…) Bir gurur, bir iman; bir istikballer kaynağı altı yüz yılı, nasıl da bir tarihî cinnetle gölgeledik, tahrif ettik, yanlış bildik veya bilemedik… Osmanlı’ya sırt çeviren gâvur bile iflâh olamamışken biz bu günahın hesabını nasıl vereceğiz… Biz hangi büyük tövbe ile yeni bir istikbale yürüyeceğiz… Onun için Osmanlı’ya toz kondurmayacağım. 

O bizimdir, o kusursuzdur, o en güzel, en büyük olandır… Osmanlı, hiç değilse tarihinin bütün zamanlarında böyle değildir, biliyorum; ama, biz öyle bileceğiz. Ve böylece Osmanlı’ya karşı yüreğimizin pasını sildikten sonra, tarihî gerçekleri değerlendirmeye başlayacağız. Buna muhtacız. Bu tavır, bir görünüşü ile Dekart’ın ilim metodunun uygulaması olacaktır, yani sıfırdan başlamanın hazırlığı, diğer yanı ile ilmî tarihçiliğin zarureti. Çünkü tarihî oluşları kavramak ancak onlara duyacağımız sempati ile kafa ve kalp iştirâkı ile mümkün olmaktadır. Tarihe karşı kafa ve kalp bütünlükleri bozulmuş nesillerin, tencere dibine dönmüş yüreklerinde aksedecek hiçbir tarihî büyüklük, güzellik yoktur. Tarih yalnız hikâye değildir; tarihten beklenen, onun yorumu ile elde edilendir. Bu yorum da, taalluk ettiği devre kuvvetli bir sempati ile bağlanış ve ciddî bir tarih sezgisine ihtiyaç gösterir. Bu sezgiye sahip olmayan tarihçi, olaylar arasındaki boşlukları dolduramaz, tutarlı bir yorum yapamaz. Bu sezgi, incelenen devrin kültürüne sahip olmakla ve ona duyulan sempati ile gelişir. 

Roma devletinin tarihi, bütün Avrupa’nın iskeleti diye bilinmiş ve hukukundan sanatına kadar didik didik edilmiştir. Devlet-i Ebed Müddet’in altı yüz yıllık ihtişamı ise, geleceğimize tutacağı kim bilir ne büyük aydınlıkları kucaklamış olarak arşivlerde yatıyor. Türk Tarih Kurumu tüccarlık peşinde; üçkâğıtçıların tekeline düştü diye hakkında kitaplar çıkıyor. Üniversitelerimiz çoktan Allah’a havale edildi, bu araştırmalara milyonlarca lira yatırmak mevkiinde olan hükûmetler, semtine bakılmayacak kadar gaflette… Sonra da, biz devrim yaptık, devrim öncesi kaka, devrim sonrası yok bilmem ne… Yok öyle şey!

Osmanlı’ya toz kondurmayacağız!...

 (Nevzat Kösoğlu, Kitap Şuuru, Ötüken Yayınevi, 1994, s. 88)

Târîhimizin bir devresini göklere çıkarmak için asıl teşekkül devrimiz olan uzun asırlarını yerin dibine geçirmek veya yok saymak devamlılığımızı baltalar. Târîh, milletin ete kemiğe büründüğü ana rahmidir. Millet olarak genetiğimiz oradadır. Târîhinden utanmak veya nefret etmek ne demektir, düşünülsün. Şükür ki -beşer olmak hasebiyle bir kısım hatâları olsa da- ecdâdımız ana hatları îtibâriyle bize güzel bir mâzî bırakmıştır. Hatâlardan ders alıp güzelliklerini seveceğiz ve ebediyete akan bu nehirde biz de vazîfemizi yapacağız. 

Târîh, istikâmetimizi belirleyen pusuladır. İstikâmet bellidir: Din, dil ve târîh şuûrunun gösterdiği yön. Bu toprakları İslâm yurdu yapan ruh ve şuûrdur bu. Bu topraklar ve sâkinleri bu ruh ve şuûr canlı kaldığı müddetçe şanlı bir mâzînin devâmı olarak istikbâle yürüyecektir. Şu hâlde vazîfe bellidir: 

Târîhimizi bir bütün olarak kucaklamak ve ondan kaynaklanan millî şuûr ve heyecânı yediden yetmişe yaşamak, yaşatmak ve yaymak…

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

celil yağmuroğlu

Değerli hocam, Çok önemli bir mevzuyu dile getirmişsiniz, Gençlik yazınız devam etirmenizi temenni ederin çünkü bu Milli güvenlik sorunlarından birisi olmalı ve Türkiye'nin Hayati bir meselesidir ve çok büyük bir Sorundur, Bu çağda Gençlerimizin en büyük Problemlerinden ,Gençlerde Kişilik problemleri, Arkadaş ve okul çevresiyle ilgili problemler, Sokak ve sosyal çevre problemleri, İletişim organları ve medyanın yol açtığı problemler, İnanç problemleri, Burada başta en önemlisi İnanç problemidir, gençlerin en önemli sıkıntılarından biri de dinlerini tam ve doğru olarak öğrenememekten kaynaklanan inanç problemleridir. Çeşitli sapık mezhep ve din mensuplarının el atmak için fırsat kolladığı gençlerimizi onların ağından kurtaracak en sağlam yöntem, onları sağlam dini bilgi ve duygularla donatmak, dini hayatın manevi tecrübelerinden geçirmektir. Misyonerlik, Satanizm, Ateizm gibi akımların, Krişnacılık ve Doğu Dinleri gibi sapık fırkaların kol gezdiği günümüzde gençlik ciddi bir inanç tehlikesiyle karşı karşıyadır. Geçmiş dönemlerde ideolojik düşüncelerle ayrıştırılmaya çalışılan gençlik bugün çok daha farklı argümanlar kullanılarak inanç bakımından problemli hale getirilmek istenmektedir. Rahmetli büyük Üstadımız Necip Fazılın gençlere nasihatı(( 1808 ile 1908 ve 1908 ile 2008 arasındaki son iki asrı, mutlaka ama mutlaka iyi inceleyip öğrenmeliyiz ))) Nur içinde yatsın,, Ben de naçizane şunu ifade edeyim; 1808 ile 1908 ve 1908 ile 2008 arasındaki son iki asrı, mutlaka ama mutlaka iyi inceleyip öğrenmeliyiz

Fahri Üner

Yıllarım birikmiş dertlerini beyaz sayfaya yansıtmışsınız hocam. Makes bulması temennisiyle. Bu eğiti ve kültürden mesul yetkililerin mutlaka okuması icap eder diye düşünüyorum.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23