Zordur Cumhuriyet Döneminde Kadın Olmak…
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte eskiye, Osmanlı’ya dair her ne var ise sadece “eski” olduğu için lanetlendi hedef tahtasına kondu. Gerilemenin en büyük sebebi olarak görüldü. Bu özden kopuş öyle bir safhaya geldi ki, İslam dinini terk edip ülkece Hıristiyanlık dinine girmemiz gerektiği ve ilerlemenin ancak bu sayede gerçekleşebileceği dahi konuşuldu.
Kadın ve kadınlık, cumhuriyetin tosuncukları tarafından ilk oynanan ve şirazesinden çıkartılan ilk kavramdır. Bu noktada halkı bu duruma alıştırmak için ilk adımı medya atar. Zaten her zaman böyle olmamış mıdır? Ne zaman bir özden kopuş yaşansa önce bunun haberi medyada yani sistemin kalemşorluğunu yapan gazetelerde manşet manşet ve birbirinden güzel haberlerle duyurulur. Halkın tepkisi günden güne azaltılır, ardından da iş yapıcılar faaliyete girişirler. Yine öyle oldu. 6 Şubat 1929’da Cumhuriyet Gazetesi’nde; “Bizim kadınlarımız da diğer Avrupalı kadınlar kadar güzeldir” sloganı atıldı önce.
Cumhuriyeti kuran kadro içinde etkili konumlara yükselen gözü ve gönlü Avrupa’ya mahkûm cumhuriyet tosuncukları kararlarını verdi. Evet, Türk kadınını kurtarmak için önce açmalı idi. Haremi yıkmalı idi. Kadını tüm mahremiyeti ile erkek dünyasının beğenisine sunmalı idi. İlk yapılan işlerden biri İstanbul tramvayları ile vapurlarındaki ayrı ayrı oturan erkeklerle kadınlar arasındaki perdelerin kaldırılması olmuştur.
Bugünleri gören Falih Rıfkı Atay kitabında şöyle demektedir;
“Gariptir ki ulaşım araçlarındaki perdelerin kaldırıldığı günlerde pek aydın ve ileri bir İstanbul hanımı ile, Halide Edip hanım’la konuşuyordum. Hanım, Ankara aleyhindeki cepheye katılmıştı. Bana;
“Hem efendim bizim peçelerimize, perdelerimize ne karışıyorsunuz” demişti.
Dikta perde idi, dikta peçe idi. Kara kuvvetin ve taassubun diktası altında şark köleliği ömrü sürenler, kendilerini bu diktadan kurtaran inkılapçıya;
“Ben senden hürriyet istedim mi?” demek istiyorlardı. (1)
Falih Rıfkı, tam olarak cumhuriyetin sahibi olduğunu zannettiği için kendi gibi düşünmeyen sessiz çoğunluğu koyun gibi gören ve ötekileştiren tipik kısır zihniyetin temsilcisiymiş gibi bir yorum yapmış ve Halide Edip Hanım’ın bu sert çıkışını;
“Bu yobazlara iyilik yaraşmaz” mukabilinde anlamıştır. Evet, ne yazık ki bu zihniyet hiç değişmedi. Tam 90 senedir hiç değişmedi. Onlara göre bu ülkede yaşayanlar ya çağdaş, Kemalist, Atatürkçü, baleci, operacı ve ülkenin tek gerçek sahibi ya da yobaz, iyilikten anlamayan, boğazına kadar cehalete batmış zavallı sakallı, çarşaflı, peçeli mahluklar…
Cumhuriyet sisteminin mihenk noktalarında kendisine ciddi yer eden ekol ve hatta üstad (!) olan Yaşar Nabi denen biri ise Falih Rıfkı’dan daha açık sözlü davranır ve gönlündeki hayalindeki kadın figürü, ile bizim zavallı ve hür olmayan kadınımız arasındaki farkı yazdığı bir kitapta aynen şöyle anlatır;
“Avrupa kadını artık bikinisi ile plajlarda değil, en kalabalık caddelerde dolaşıyor. Denize girdiği mayosu ile sokaklarda dolaşmaktan çekinmeyen çağdaş ve medeni Avrupa kadını, bu yaz bizim harap sokaklarımızda burunlarının ucuna kadar örtünmüş çarşaflı kadınlarımızla karşı karşıya geldiler ve birbirlerini hayretler içinde süzdüler. Batı uygarlığını benimsemiş devletler arasında, Avrupa Birliği’ni meydana getirecek topluluk içinde böylesi aykırı bir durumun ne zamana kadar sürüp gidebileceğini tahmin edebiliyor muyuz? Türk kadınının böylesine dışarıya kapalı giyinmesini savunanların milliyet konusunda ellerinde tuttukları en önemli silah gelenektir. Gelenek dediler mi akan suların duracağını sanırlar. Onlara göre ise gelenek çarşaf demektir. Arap harfi demektir” (2)
İşin daha kötüsü ve acısı ise bu tuhaf ve ucube zihniyete göre kadın;
“Meyhanede içkiye meze, plajda sırtına krem sürülen “şuh” bir cisim, sinemada tacizi hak eden bir insan, vücudu sokaklarda, meydanlarda erkek gözüne muhatap sergi malı, iş hayatında fantastik dünyaların malzemesi, lüks araba reklamlarında satışa sunulan arabanın yanında verilecekmiş gibi sergilenen mal, yılbaşı akşamlarını vücudu ve cilvesi ile süsleyen eğlencelik malzeme…
Ne yazık ki bugün de gencecik kızlarımız, geçmiş senelerde cumhuriyet kadınını oluşturmak için nesilleri ve kızları mahveden bu katil zihniyetin oyuncağı olmakta hiç gecikmiyor ve çekinmiyor. Sosyal medyada, sanal ortamda gençlerin “POPİ” dediği aranılan ve arzulanan kız olmak için her şeylerinden vazgeçeceklermiş gibi duruyorlar. Ancak kendilerini bu yolun tek yolcusu gibi gören bu zavallı kızlar aldanıyorsunuz.. Çünkü; siz ilk değilsiniz bu alemde….
Kimler geldi ve kimler geçti. Durun sayalım da bilin sizden önceki popileri; Banu Alkan, Ahu Tuğba, Matild Manukyan, Serpil Çakmaklı, dansöz Asena, Sibel Can, pampa Hilal Cebeci ve daha niceleri. Ama bunlar değil bizim size örnek alın diyeceğimiz şaheser isimler. Bunların yanında bir de hanımefendiliğin insanlığın heykel çapında timsalini oluşturanlar var. İşte asıl onlardır bizim kızlarımıza örnek olabilecekler; Hz. Hatice, Hz. Aişe, Hz. Fatıma, Hz. Meryem, Hz. Hacer, Hz. Hanne validelerimiz, Nene Hatun, Kara Fatma, Çeçenistan’daki Kara Dullar Ordusunun her bir ferdi, Filistin’de İsrail askerine diklenen asil Müslüman kadın ve daha niceleri…
ANLATABİLİYOR MUYUM?
(1) Falih Rıfkı Atay, Çankaya,s.411
(2) Yaşar Nabi, Tek Yol Atatürk Yolu, s. 115