Ah Be Hasan Abi, Sensizlik Ne Zormuş…
Bugün canım tarih yazmak, tarihi bir hadise ya da olgu hakkında düşünce dercetmek istemiyor
Canım hiç istemiyor.
Ben Hasan Abimi özledim. Ne zaman görsem bin derdinin içinde, mahkemelerin, davaların, tehditlerin, hakaretlerin içinden bunlara aldırmadan bana gülümseyerek bakan ve;
“…Nasılsın Ahmetim”
diyen sesini ve yüzünü özledim.
Sensizliğin bu kadar zor ve “kalbimi acıtan” bir şey olduğunu bilmiyordum. Ta ki bu derdi yaşayana kadar…
Ulusalcılar, faşistler, solcular, paralelciler, komünistler, emperyalistler, Kemalistler, liboşlar, eyyamcılar velhasıl ne kadar boş beleş adam varsa alayı Hasan Abime düşmandılar. Ama abim, bu durumdan hiç rahatsız değildi. Hatta bu öfkeyi bir madalya gibi göğsünde taşıyordu.
Yazdığım bir yazı ve akabinde televizyon programında söylediğim bazı sözlerden dolayı ölüm tehditleri aldığım günlerden biriydi. Bir akşam saat dokuz civarı programımı yapmak için kanala geldim. Moralim bozuk ama fena bozuktu. Her gün tehditler alıyor ama bu durumu hiçbir yakınıma söyleyemiyordum. Çay almak için yukarı çıktığımda köşede loş ışığın altında tek başına Hasan Abimi yemek yerken gördüm.
“…Hayırdır abi ne işin var bu saatte dedim”
Bana;
“Bir mahkeme işi vardı da oradan geldim.” dedi.
Kim bilir hangi yazı ya da hangi haber mahkemelik etmişti abimi? Söylemezdi ve hatta bu konular açıldığında,
“…Boşverin Allah var sıkıntı yok” derdi.
Eğik omuzlarım bir anda dikleşti. Moralim düzeldi, neşem yerine geldi. Bir çay aldım ve yanına oturdum. Bir ona baktım bir kendime. Utandım halimden.
Hey gidi koca çınar dedim içimden. Neler geçmiştir başından ve ne sıkıntılara göğüs geriyor, ne tehditler alıyordur ama hala gülümsüyor ve etrafına moral saçıyordu. Tüm dertlerimi unuttum, omuzlarım dikleşti ve o akşam ki programımda tehdit almama sebep olan sözleri tekrar ve daha bir gür söyledim.
Son derece mütevazı ve alçak gönüllüydü. Bir el uzatma mesafesindeydi. Gazete ya da televizyonda çalışan en alt kademedeki bir çalışan ya da sokaktan geçen her hangi biri randevu almaksızın Allah’ın selamını vererek odasına girebilirdi. Bu durum da zaten onu Hasan Bey olmaktan uzak tutmuş, Hasan Abi mesabesine getirmişti.
Hasan Abim, yazılarında çok sert ve katıydı. Ama şu unutulmamalı ki onun yazılarının muhatabı yukarıda yazılan gruplara ait kişilerdi. Hiçbir Müslümanı hedef alarak tek bir satır yazmadı. Ama yanına biri gelse o gülümseyen yüzü sıcacık bakışları ile gönüllere dokunurdu.
Yani Hasan Abi, zalimlere Yavuz, mazlumlara Yunus olmasını çok iyi becerdi.
Ondan nefret eden, yazılarını beğenmeyen kesimler az önce de ifade ettim çok fazlaydı. Zira bu İslam düşmanları Abimin yazılarına konu olmuş ve tek tek nakavt olmuşlardı.
Onların öfkesini anlarım. Anlarım da kendini muhafazakâr ve İslamcı kanatın fertleri gösteren kesimin öfkesini anlayamam.
Neymiş çok sert yazı yazıyormuş. Kime yazıyor, kimi muhatap alıyor? Seni mi ya da bir Müslüman camiayı mı? Hayır. Bir Allah, din, kitap düşmanını. Elbette onlara katı olacak. Peygamber demiyor mu küffara doğru yürürken kollarınızı açın, kaşlarınızı çatın, adımlarınızı yere sert vurun… İşte Hasan Abim bu sünneti ve hadisi yerine getirmiyor mu bir nevi?
Ey “Tatlı Su Müslümanları” bu öfkeniz kimin adına ve kime?...
Son söz;
HAYATLARI ÇİÇEK BÖCEK EDEBİYATI YAPMAKLA GEÇEN TATLI SUYUN ENTEL DANTEL MÜSLÜMANLARI, ÜSLUBUNU FAZLA SERT VE ASABİ BULDUĞUNUZ HASAN KARAKAYA ABİ SEVGİLİSİNE KAVUŞTU. BİR SÖZ DER Kİ:
DAVASI OLANIN ÖFKESİ OLUR.
SİZ DE DAVA OLMADIĞI İÇİN BU 28 ŞUBAT KAHRAMANININ ÖFKESİNİ ANLAYAMADINIZ.
BİR KALEM MÜCAHİDİ DAHA HAKKA YÜRÜDÜ.
SİZ NEY DİNLEMEYE, NARGİLE İÇMEYE, SEVGİLİLERİNİZE GÜL KARANFİL SERENATLARI YAPMAYA DEVAM EDİN...
BİZ ÖFKELENMEYE DEVAM EDELİM.
ÇÜNKÜ BİZDE, SİZDE OLMAYAN BİR ŞEY VAR:
“DAVA VE ÖFKE”...
VESSELAM.