Yüksek faizin gölgesinde ekonomi: Büyüme daralıyor, riskler derinleşiyor!
Faiz oranlarındaki sert artış, kısa vadeli sermaye girişlerini çekse de uzun vadede üretimi, yatırımı ve istihdamı tehdit eden bir sürece kapı aralıyor.
Faiz oranlarındaki sert artış, kısa vadeli sermaye girişlerini çekse de uzun vadede üretimi, yatırımı ve istihdamı tehdit eden bir sürece kapı aralıyor.
Merkez Bankası verilerine göre, 22 Mart haftasında 1-3 aylık TL mevduat faizi yüzde 59,5'e, ihtiyaç kredi faizleri ise yüzde 82,1’e yükseldi. Bu rakamlar, yalnızca enflasyonla mücadele kapsamında atılan adımlar değil; aynı zamanda Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu kırılgan yapının işaretleri olarak da okunuyor.
Yüksek faiz oranları, içeride tasarrufları artırmak ve döviz talebini dizginlemek için tercih edilse de, bu stratejinin sürdürülebilirliği tartışmalı. Zira yüksek faiz, bir yandan borçlanma maliyetlerini artırarak özel sektör yatırımlarını baskılıyor, diğer yandan iç talebi daraltarak ekonomik büyümeyi frenliyor. Bu durum, istihdam kayıpları ve gelir dağılımındaki bozulma gibi sosyal etkileri de beraberinde getiriyor.
Yatırım ve Üretim Kan Kaybediyor
Özellikle ticari kredi faizlerinin yüzde 62,7 seviyesine çıkması, üretim yapan işletmelerin yeni yatırım kararlarını ertelemesine neden oluyor. Reel sektör için finansmana erişim artık yalnızca pahalı değil, aynı zamanda öngörülemez hâle gelmiş durumda. Yüksek faiz ortamında, kısa vadeli kârı önceleyen finansal hareketlilik artarken, sanayi yatırımları geri plana itiliyor. Bu da, Türkiye’nin uzun vadede üretim kapasitesini daraltarak ithalata olan bağımlılığını artırıyor.
Bununla birlikte, hanehalkının borç yükü de ağırlaşıyor. Kredi kartı bakiyelerindeki ve tüketici kredilerindeki artış, halkın yaşamını borçlanarak sürdürdüğünü ortaya koyuyor. Faizlerin bu denli yüksek olduğu bir ortamda geri ödeme riski büyüyor, bu da bankacılık sektörü açısından yeni bir kriz dinamiği anlamına geliyor.
Yüksek Faizin Bedeli: Ekonomik Bunalım Riski
Bu tablo, Türkiye ekonomisinin yalnızca fiyat istikrarı üzerinden değil, üretim-istihdam dengesi açısından da ciddi bir çıkmaza sürüklendiğini gösteriyor. Yüksek faiz, dış kaynak girişini teşvik etse de bu kaynaklar kısa vadeli ve spekülatif karakter taşıyor. Gerçek yatırım yerine faiz gelirine yönelen bu sermaye, ekonomik istikrarı değil; geçici rahatlamaları beraberinde getiriyor.
Faizlerin kontrolsüz yükselişi, aynı zamanda kamu borçlanma maliyetlerini de artırıyor. Devletin iç ve dış borç faizine ödeyeceği tutarın büyümesi, bütçe disiplinini zorlayarak sosyal harcamaları kısmaya ve vergi yükünü artırmaya yol açabilir.
Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya yüksek faiz sarmalında günü kurtaran politikalarla devam edilecek, ya da üretime, teknolojiye ve yerli kalkınmaya dayalı yapısal bir dönüşümle kalıcı çözümler inşa edilecek. Mevcut gidişat, birinci yolun çıkmaz sokak olduğunu her geçen gün daha fazla gösteriyor.