Usûl disiplinine uymada tutarlılık
“Eleştirilen Sünnîlik” başlıklı son yazımıza çok fazla destek geldi. Bazı okurlarımız ise meseleyi daha iyi anlamak sadedinde sorular sordular, izahlar istediler. İtiraz edenler de vardı. Teker teker cevap yazma imkânım olmadığından topluca bir cevap yazmak kaçınılmaz oldu.
Yazıda, İslâm’ı sahih anlamak için Ehli Sünnet usûl ilimlerine vurgu yapmış, ifrat ve tefritten korunmanın yolunun bu usûle bağlı kalmaktan geçtiğini belirtmiştik. Neden mi?
İslâm’ı muradı İlâhî ve muradı Resûlullah’a göre anlamak ve anlamlandırmak için aslı Kur’an ve Sünnet’te olan, kolekfit ulemâ gayretleriyle geliştirilmiş, asırlarca test edilmiş tutarlı ve dinamik bir usûle ihtiyaç olduğu müsellemdir. Zaten mezhep demek usûl demektir. Mezhepleri birbirinden ayrıştıran ve farklı sonuçlara götüren etmenle iç bütünlüğünü sağlayan etmen de tabi oldukları usûldür.
Usûlün olmadığı yerde mezhep de, tutarlı amelî fikir de olamaz. Kurallı düşünmenin yoludur usûl. İnsanın her aklına gelene de bu sebeple fikir denmez.
Usûl sistemli düşünme, sistemli içtihat yapma ve bu faaliyetlerde bulunurken hata yapma ihtimalini en aşağıya çekme imkânını sunar bizlere. Usûlsüz sahih bir din tasavvuru inşa etmenin imkânı da pek yoktur. Bunu görebilmek için usûl disiplininin içine girmek, oradan bakmak gerekir.
Usûlün kendine has bir kavramlar dünyası da mevcuttur. İnsanların kelime ve kavramlar üzerinde subjektif atraksiyonlar yapmaması ve bir kavramlar kargaşasının önüne geçmek için de bu zaruridir.
Son gündeme getirdiğimiz meseleyi hadis usûlü açısından ele almış, Ehli Sünnet’e aidiyet iddiasında olan tüm kesimlerin Sünnî usûle bağlı kalmasının önemine işaret etmiştik. Ama bazı okurlar usûle her zaman bağlı kalındığında bazı rivâyetlerin kullanılamaz olacağını ve bağlı oldukları meşrebin önemsediği bazı dinî ve ahlâkî öğretilerin mesnetsiz kalacağını söylüyorlar.
Bu endişeyi anlıyorum. Fakat gruplar ve cemaatler kendi hassasiyetleri uğruna usûl disiplinini kimi yerlerde işlevsiz bırakırsa bir grubun diğerine söz söyleme ve tashih etme imkânı kalmaz. Bu da anlam kaosuna götürebilir ve Müslümanların vahdetine zarar verir.
Usûlün izin verdiği çok sesliliğe olumlu bakmak gerekir, bu doğru. Ama izin vermediği yerde de hassas davranmak usûlî tutarlılık adına elzemdir.
İslâm’ın hassas olduğu konuların başında önce Allah’a (c.c) sonra da Resûlüne (sas) ait olanla başkalarına ait olanları birbirinden tefrik etmek gelmektedir. Bahusus Hz. Resûlüllah’a (sas) ait olanla olmayanları ayırt etmek son derece önemli bir görevdir. Velev ki, Hz. Resûlullah’a nisbet edilen söz hikmetli, içimizi ferahlatan cinsten söz olsun, bu değişmez. Bu da son derece subjektiftir. Bu tehlikeyi önlemek için de hadis sahasında senet ve metin tenkidini içeren tutarlı bir usûl ortaya konmuştur.
Ulemâya ve ilim talebesine düşen bu usûlü tutarlı bir şekilde tüm rivâyetlere tatbik etmektir. Bu usûlün onay verdiklerini kabullenmek vermediklerinden de uzak durmak bizi aşırılıklardan koruyacaktır. Hoşumuza giden, meşrep ve mezhebimize yarayan rivâyetlere iltimas geçmemek de esas olmalıdır. Aksi taktirde ortaya çıkacak garabetlerin önüne geçemeyiz.
Meselâ hadis karşıtları söylediklerini isbatlama sadedinde zayıf rivâyetlerden bazen medet umabiliyorlar. Şia, iddialarını isbat sadedinde Ehli Sünnet kaynaklarındaki uydurma ve zayıf rivâyetleri sık sık Sünnîleri kendi kaynaklarıyla ilzam etmek adına ileriye sürebiliyor. Kimi Sünnî yapılar da meşreplerine uygun düşen ama aslı kaynaklarımızda olmayan rivâyetleri delil olarak kullanabiliyorlar.
Alimlerimizin tümü hadis ilimlerinde otorite değildir. Bu sahada otorite olmayan alimlerimizin içtihadî hata yapabileceklerini de yine bir usûl kaidesi olarak bilmek gerekir. Hadis sahasında öncelikle alanın otoritelerine söz vermek uzmanlığa saygının gereğidir.