Ölmeden 15 yıl önce, mezar taşını yaptırmıştı!
30. yılı dolduran Akit gazetesinin kurucusu Mustafa Karahasanoğlu ağabeyim için, dün mezarının başında idik..
Takriben 15 yıl önce yaptırmıştı, o mezarı kendisine..
Yerini almış, mezar taşını da yaptırmıştı..
Oradan tesadüfen geçenlerden, gazeteyi arayıp, “Mustafa Karahasanoğlu ağabey vefat mı etti, hiç duymadık. Edirnekapı mezarlığında bir mezar taşı gördük. Acaba isim benzerliği mi” diye şaşkınlıklarını ifade edenler olduğunda..
“Bir gün nasıl olsa, toprağın altına gireceğiz.. Şimdiden oraya hazırlanıp, onun idraki ile dünyaya meyletmeden hayatımızı sürdürmemiz daha doğru değil mi?” Bakış açısı ile yaptırdığı mezarını (Rahmetli anne ve babamın mezarına yakın olması hasebi ile, anne-babayı ziyaret ettiğimizde) ziyaret de ederdi..
Ölümden korkmamak..
Bir gün toprağa verileceğinin idraki ile, makam-mevki, şan-şöhret, mal-para derdine düşmeden, Allah rızası hedefinde bir hayat sürmek ne kadar önemli…
Mezarını kendisi, yıllar önce yaptırdığı için, Akit’in 28 şubat sürecinde manşetleri için, gençlerimiz “Akit’ten başkası kesmiyor” yorumlarını yapıyorlardı.
Evet, Akit’in manşetlerinden başkası, gençleri kesmiyordu..
28 Şubat sürecinde, Danıştay’a çöreklenen bir avuç mezhepçi solcunun başörtü karşıtı kararlar verdiği dönemde..
“Danıştay’ın Kur’an rahatsızlığı başlığını atmak, cesaret işi idi.
“Örtü Allah’ın emridir” başlığını atmak, her babayiğidin harcı değildi..
Ancak o başlığı, ölmeden mezar taşını yaptıran Mustafa Karahasanoğlu gazetesine koydurabildi..
28 Şubat’ın en cafcaflı döneminde, o başlığı attı..
1999 yılında, Taner Kışlalı cinayeti sonrasında, Cumhuriyet gazetesinin hedef göstermesi ile, Akit gazetesinin merkez binasına, 300 polis, panzerler, keskin nişancılarla baskın düzenlemişti..
Güya Akit binasında, silahlar var, uzun namlulu tüfekler saklanıyordu..
Tepeden tırnağa aradılar..
Bir kovan bile bulamadılar..
Polis baskını ile geçirdiğimiz günün ertesindeki manşetimiz, “Cumhuriyet’in 76. yılına ‘baskın’la girdik.. Susmayacağız” şeklinde idi..
Verilmek istenen mesajı almış, ama susmayacağımızı da, karşı mesaj olarak muhataplara göndermiştik..
Askeri vesayetin hakim olduğu dönemde, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı koltuğunda oturanların, Başbakan’ları azarladığı, Başbakan’ı boncuk boncuk terletmekle kendilerini övdüğü süreçte, sessiz kalmamıştık..
Nihayetinde, o hadsiz komutan vefat ettiğinde de, cenazesine gitmeden, “Biz böyle bilirdik” diyerek, hayatında yaptıklarını tek tek sıralayıp, manşete de, “Hakkımızı helal etmiyoruz” ifadesini daha imam efendi sormadan koymuştuk..
Kim bu manşeti atabilirdi ki?
Ölmeden, mezar taşını dikme cesaretini gösterebilen, ölümün kendisini korkutmadığını deklare eden bir kişinin öncülüğünde çıkarılan gazetenin dışında, kim bu başlığı atabilirdi ki?
Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Refah Partisi için kapatma davası açmış, sonradan Cumhurbaşkanı koltuğuna da oturacak olan Necdet Sezer, Erbakan’a 5 yıl siyaset yasağı ve RP’nin kapatma kararını açıklamış..
Akit, tam da “ölmeden ölenler”i temsilen, sürmanşetine Necip Fazıl
Kısakürek’in şiirini koymuş:
“Mehmedim sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma, bu tekerlek kalır tümsekte.”
Yetinmemiş.
Bu ifadeleri girizgah olarak değerlendirip, esas vurucu ifadeyi manşete yerleştirmiş:
“Kervan yürür”
Diyebilirsiniz ki..
“İt ürür” nerde?..
O tarihteki mahkeme üyelerinin isimlerinin ve fotoğraflarının da, “kervan yürür” başlığının altında yer bulduğunu söylersek..
“İt ürür ifadesini de sizden beklerdik” diyecekler var ise..
“Buyursunlar, onlar öne geçsin, biz onları takip edelim” derim..
“Yeter artık Nemrut” manşetini de hatırlatmadan geçemeyeceğim..
Nemrut kelimesinin hemen yanında, Süleyman Demirel’in kellesi var..
Ayrı bir haber gibi.. “Yaptı yapacağını” başlığı ile verilmiş.
Ama Nemrut’un kim olduğunu, manşete bakan, anlıyor zaten..
Başörtülü öğrencilere, “Suudi Arabistan”a falan gitsinler. Orada okusunlar” diyen Süleyman Demirel’e bu cevabı verdiğimizde, hayatı boyunca CHP çizgisinden hiç ayrılmayan Emin Çölaşan, Demirel avukatlığına soyunup, şöyle yazmıştı:
“Küstahlıkta, hedef göstermede, tehdit ve hakarette en önde gelen diğerinin attığı manşette ise Cumhurbaşkanı’na açıktan hakaret yağıyordu:
‘Yeter Artık Nemrut. Sen Kim Olduğunu Çok İyi Biliyorsun’...
‘Ne ahlak tanıdın, ne hukuk dinledin. İkbal ve saltanatın için postal yaladın. Öyle nemrutsun ki, sayfalara sığmaz. (…)
Daha neler neler.
Onlara dava açarsınız, tazminat kazanırsınız, gazetenin sahibi görünen şirketin ismini değiştirirler ve bir kuruş ödemezler. Ceza davası açılır, tebligatları almazlar. Herkese dümdüz söverler, (…)
Ama kabahat onlarda değil.
Kabahat onların yaptıklarını seyreden, yasal önlem almaktan aciz devlet yetkililerinde... Kabahat onların üzerine gitmeyen, gidemeyen, Cumhuriyet’i korumakla(!) yükümlü ‘‘Cumhuriyet’’ savcılarında...
(..) Her gün herkese sıraladıkları hakaretlerden Cumhurbaşkanı da nasibini alır, savcılar seyreder, yarın sıra başkalarına gelir.”
O tarihte, haklı iken yaptığımız eleştiriler için, “Cumhurbaşkanı’na bu hakaretlerin hesabı sorulsun” diyenler. Şimdi haksız oldukları halde, Tayyip Erdoğan’a yapılan hakaretlerin serbest olmasını istiyorlar..
İşte bunların sahtekarlıklarını günyüzüne çıkartan, Mustafa Karahasanoğlu’nun gazeteciliği idi..
Vefasına da bir örnek vereyim..
Hasan Karakaya ağabey, yine Emin Çölaşan’ın iftirası ile, DGM Savcısı Nuh mete Yüksel’in organizesinde, Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’i öldürtmek istediği iftirasına maruz kalıyor..
Akit’i susturamayanlar, Akit’in gözbebeği Hasan Karakaya’yı susturarak, ceza vermeye kalkışıyorlar..
Hasan Karakaya ağabey gözaltına alınıyor.
Terörle Mücadele şubesindeki, bir kısmı da FETÖ’cü polisler, Hasan ağabeye (O yıllarda terörle mücadelede avukatın şüpheli ile görüşme imkanı yok. 7 gün boyunca hiç kimse ile görüştürülmeden ifade alınıyor) şöyle diyorlar: “Senin gazeten, seni ilk günde sattı. Seninle ilgili tek haber vermediler.”
Oysa manşetimiz, “Mete çete tezgahı” şeklinde idi.
Mete dediğiniz DGM savcısı..
Çete de, iftirayı atan ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanan cezaevinden bir mahkum..Bir mahkum ile, DGM savcısını yanyana koyuyoruz..
Hasan ağabey serbest kaldıktan sonra gazeteleri topluca önüne alıyor,
“Ben polislere söylemiştim. Gazetem beni yalnız bırakmaz” diyor.
“Ne oldu, Hasan abi, niye böyle söyledin” diye sorduğumuzda, olayı anlatıyor ve gazetemizin vefasını tescilliyor.
Allah, kendisinin yolunda gayret gösteren tüm geçmişlerimize rahmeti ile muamele etsin..