Tevhid ile şirkin yol ayrımı!
Sezai Karakoç Bey, durumumuz ile ilgili olarak “Amentüyü yeniden yaşamaya başlamak. İslâm âleminin muhtaç olduğu ilk uyanış budur” der. (Sezai Karakoç, Sûr, s.152, 160)
Bu nedenle, olmazsa olmazımız bulunan temel bilgilerimize bir kez daha göz atmak ve gönüllerimize yerleştirmek gereği ve gerçeği ile karşı karşıyayız. Tabi ki öncelik iman ve tanımında!
“İman sözlükte, ‘ bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek...Şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak’ anlamlarına gelir.
Terim olarak ise Hz. Peygamber’i, Allah Teâla’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.” (Komisyon, İlmihal, İSAM, c.1, s. 68)
Bilindiği üzere Allah’ın Esmâü’l- Hüsnâ’sından (Güzel İsimlerinden) biri de “el-Vâhid” ismidir. Bu ise Allah’ın; “Tek [olması].. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki (ortağı) veya nazîri (benzeri, dengi) bulunmayan olması demektir.
Allahu Teâla; zâtında birdir; O’nun yarattığı ve ayakta tuttuğu bir mahlûk hiç O’na denk olabilir mi?
Sıfatlarında birdir; hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkatta, bilhassa insanlarda O’nun sıfatlarının benzeri değil, izleri ve nişâneleri vardır ki, onlardan Allah’ın yüce sıfatları sezilir ve îmân edilir.
İşlerinde birdir; her şeyi yaratmakta tedbir ve idârede hiçbir yardımcıya ihtiyâcı yoktur. Maddî ve ma’nevî sebepler, kendiliklerinden hiçbir şeyde müessir olamazlar.
İsimlerinde birdir; Esmâü’l-Hüsnâ’sından hiçbir isimde hakîkî ma’nâsiyle benzeri yoktur.
Hükümlerinde birdir; hâkimiyet münhasıran O’nun şânıdır. Sevâbı, ikabı, helâli, haramı tâyin etmek ancak O’na mahsustur. Şu haramdır, şu helâldir demeye Allah’tan başka kimsenin salâhiyeti yoktur.
Bu sayılan hususlarda Allah’a bir denk bulanabileceğini kabûl etmek ŞİRK’tir. ŞİRK; yaradılmışlar içinde herhangi birini bu hususların herhangi birinde Allah’a benzetmek veyâ Allah’a ortak tutmaktır. Bunun netîcesi o mahlûkun da mâbutluğunu kabûl edip ona tapmaktır.” (A.Osman Tatlısu, Esmâü’l Hüsna Şerhi, Ank.1957, s. 134.)
İşte “Lâilâhe illallah”ın yani Allah (c.c.) in varlığına ve tekliğine inanmanın en özlü anlam ve muhtevası budur.
Allah’a imanda yol ayrımı; O’nun sadece varlığına değil, aynı zamanda “Tek” olduğuna da iman etme tercihidir. Bu, Hz. Ebubekir (r.a.) ile Ebu Cehil (aleyhi lane)’yi ayıran noktadır. Bu, sahabe-i kiramla müşriklerin yol ayrımıdır. Bu, Tevhid ile şirkin ayrıştığı çizgidir. Bu, cennet ile cehennem arasındaki sınırdır.
Yüce Rabbimiz birçok ayet-i celilesinde Ebu Cehillerin, Zatını yaratıcı olarak tanıdıklarını ifade buyurmuştur. Mü’minun suresinin 84-89 ayet-i kerimeleri bunun örneklerindendir.
Sözün burasında bizlerin beyinlerine adeta kazınan yanlış şirk ve müşrik algısı hemen şu itirazı yapar: “Müşrikler Allah’a değil de elleriyle yaptıkları putlara tapmıyorlar mıydı?”
Sanki müşrikler, Allah’ın varlığını inkar ediyorlardı. Sanki müşrikler, yaratıcı olarak O’nu değil de kendi yaptıkları putları kabul ediyorlardı. Bu algı ve açılımının yanlışlığını ve işin gerçeğini Zümer suresinin üçüncü ayet-i şöyle gözler önüne seriyor:
“Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.”
Evet, “Araplar, putları vasıtasıyla Allah’a yaklaşacaklarına inanıyorlardı. İslâm dini Allah’tan başka hiçbir şeye kulluk edilemeyeceğini, onların bu tutumlarının Allah’a ortak koşmak olduğunu bildirdi ve bunu kesinlikle yasakladı.” (Diyanet Vakfı Meali)
Görülüyor ki müşriklerin Allah’ın varlığına, yaratıcılığına ve O’na tazimde bulunmaya hiç bir itirazları yoktu ve olmadı. Peki onları şirk içinde bırakan neydi? Bakınız bir gün Ebu Cehil, Efendimize şöyle der:
“Ya Muhammed, bizim sana hiçbir sözümüz yok. Bizim itirazımız şu senin Allah’dan geldiğini iddia ettiğin buyruk ve hükümleredir. Bunun üzerine şu ilahi mesaj gelir:
“Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” -En’am 33- (Tirmizi ve Hakim`in Hz. Ali (r.a.)`den rivayet, Bk. Ahmet Varol ve Hayrat Vakfı Mealleri)
Allah’a evet, hükümlerine, şeriatına hayır; O’nun yaratıcılığına evet, ama yaşantıya karışmasına hayır; gökleri, arzı yönetmesine evet, Mekke’yi yani devleti idare etmesine hayır, diyen bir iman. Hem Allah’ı kabul eden hem de kullarını O’na ortak kılıp ilahlığı paylaştıran, bir iman. Kabe ve şubeleri olan camilerde Halık’ın dediği, “Darün Nedve” ve benzerleri olan parlamentolarda ise halkın dediği olur, diyen bir iman.
İşte böyle inanışa şirk, böyle inananlara da müşrik diyor, İslam.
21. asırda da tablo aynı: Bir yanda Tevhid ehli, diğer tarafta da şirkin yeni temsilcileri ve Ebu Cehillerin çağdaş versiyonları! Değişen bir şey yok, diyor Nat’ında A. Nihat Asya:
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!