O (s.a.v.), bir ışıktır!
“Ey Peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.”(Ahzâb, 33/45,46 )
Ümmetin üstüne titreyen sensin
Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin
Kulunu Allah’a sevdiren sensin
Geceyi gündüze çeviren sensin
Ey Hakk’ın şahidi yüzünü göster
Kul şehadetinle tanınmak ister.” (Hayreddin Karaman, Dert Söyletir, s.9)
Evet O (s.a.v.) insanlığın gecesini gündüze çeviren, köleliğin değil, kulluğun yolunu gösteren biri Peygamberlerin efendisi ve sonuncusu idi. Tağutların zulüm ve zulmetinde değil, Allah’ın rahmet ve nurunda yaşamanın son ve tek öncüsü ve örneği idi! İnsanoğlu ömür denilen dünya sahnesinde ya yaratılış hikmet ve gayesine uygun “kul” olabilecek ya da Allah’ın ilahlığına yani tek oıorite oluşuna karşı çıkıp kendilerinin Rablığını ilan ve icra eden tağutların “köle” si olacaktır! İnsanlık için ne bir üçüncü şık ne de ikisinin arasının bulunması, uzlaşının sağlanması asla söz konusu değildir! Bakınız Bakara suresinin 257’inci ayet-i celilesinin meal ve yorumunda bizlere hangi mesaj veriliyor:
Allah, inananların koruyucusu, yardımcısı, dostu ve velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştıran insan ve cin şeytanları, yani tağutlardır. Bu azgın şeytanlar, onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır!
Mümin ile kâfiri daha iyi tanımak üzere, şu yaşanmış örneğe kulak verin:
Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, O’nun bahşettiği zenginlik ve güçle şımarıp azgınlaşarak Rabb’i hakkında İbrahim’le tartışmaya girişen Nemrut adındaki kimsenin hâline bir baksana! Hani İbrahim:
“Benim Rabb’im hem dirilten, hem de öldürendir!” deyince, o:
“Ben de tıpkı senin Rabb’in gibi diriltir ve öldürürüm!” dedi. Sonra güya iddiasını ispatlamak için, ölüm cezası almış iki mahkûmu zindandan çıkarttı. Birini öldürdü, diğerininse hayatını bağışladı. Buna karşılık İbrahim, onunla kısır tartışmalara girmeden:
“Peki, Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de kayıtsız şartsız itaat edilmeye lâyık bir otorite isen, onu batıdan getirsene!” deyince, o inkârcı şaşırıp kaldı, İbrahim’e verecek bir cevap bulamadı.
Allah, hakîkati bile bile reddeden zâlim toplumu doğru yola iletmez.
Gelelim, ikinci örneğe:
Yâhut hakîkate ulaşmak için çaba harcayan, doğruyu görünce de, inatçılık etmeden ona teslim olan şu kimsenin misaline ibretle bir bak, bir düşünsene: Hani o, altı üstüne gelmiş, ıssız mı ıssız bir şehrin yanından geçerken kendi kendine:
“Bütün bunlar ölüp gitmişken, Allah hepsini yeniden ne zaman, nasıl diriltecek acaba?” deyince, Allah onu derhâl öldürdü ve yüz yıl sonra yeniden dirilterek:
“Söyle bakalım, sence ölü vaziyette kaç yıl kaldın?” diye sordu. Adam:
“Olsa olsa bir gün, ya da birkaç saat kalmışımdır!” deyince, Allah buyurdu ki:
“Hayır, aslında yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine baksana, daha bozulmamışlar bile. Bir de şu etleri çürümüş, kemikleri dağılmış eşeğine bak! İşte bütün bunları, seni, insanlığa, sınırsız kudretimizi gösteren bir ibret belgesi kılmak için yaptık. Şimdi o çürümüş kemiklere bir bak; nasıl onları üst üste yerleştiriyor, sonra da üzerlerine et giydiriyoruz!”
Nihâyet, ölüm ötesi hayat ile ilgili hakîkat ona iyice belli olunca:
“Artık kesinlikle anladım ki, Allah’ın her şeye gücü yetermiş!” dedi.
Demek ki Allah sizden körü körüne iman etmenizi değil, aksine vahyin ışığında aklınızı kullanarak ve tüm kalbinizle iknâ olarak inanmanızı istiyor. (Mahmut Kısa Meali, Ayet: 257. 258 ve 259, Bakara Suresi)
Evet O (s.a.v.), vahyin son ve biricik ışığıdır. İnsanlık insanca yaşamak ve insan olarak kalabilmek için mecburdur hayatının tüm boyutlarında O (s.a.v.) ışığa yönelmeye. Çünkü:
“Beşer bilgisi Allah, varlık, başlangıç ve son, ruh, âhiret, iman, ibadetler, helâller ve haramlar gibi konularda yetersizdir. Bu konularda aydınlığa kavuşmanın, doğru bilgi sahibi olmanın geçerli yolu vahiydir, Peygamberi dinlemektir. Şu halde Peygamber bir ışıktır, insanoğlunun en önemli bilinemezlerine Allah’ın lütfu ve izniyle onun tuttuğu ışık ortalığı aydınlatmaktadır.” (Prof. Dr. Hayreddin Karaman ve diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, DİBY, c. IV, s.356)
Evet O (s.a.v.), öyle bir ışıktır ki:
“Gelişiyle zamanın dirildiği, gidişiyle de zamanın ölmüş gibi olduğu kimdi?
Hazreti İbrahim’in bir göktaşı olan Hacer-i Esved’in etrafında ördüğü Kâbe’yi, Allah evini putlardan temizleyendi...
Kalplerdeki ve düşüncelerdeki, hayallerdeki ve hülyalardaki putları kırandı...
İnsanı insana ve insanların sembolleşmiş gölgelerine tapmaktan, kölelik etmekten kurtarandı...
Allah inancını en saf haliyle getirendi...
İnsanlığa bu dünyada ebedîliğin yemişleri olan namazı, orucu, haccı, zekâtı bir armağan gibi getirendi...
Şehitlik ve gazilik bağışlarını inananlara armağan edendi...
Müslümanları tükenmez ilâhi kudretler olan imanla, sabırla, tevekkülle, iyilikle ve doğrulukla, cihad şuuruyla donatan ve İslâm şanıyla bezeyendi...
Sulh ve selâmetin, ebedî barış dininin sadık habercisiydi...
Bir tek kelimesine dünyanın denk gelemeyeceği Kur’an’ı, bir ilâhî çağlayan halinde insanlığın ruhuna boşaltandı...
Bir mucizeydi gelişi, varoluşu. Getirdiği yaşayan ve hep yaşayacak olan bir mucizeydi...
Bizi iman ve İslâm nimetine kavuşturan Ona selâm olsun.
Ona uyan ve Onun bütün vazife çilelerini paylaşanlara da selâm.
Selâm ki O’nun getirdiği bin bir ilâhî bağıştan biridir, birbirine tam bir şuurla ‘selâm!’ diyenlere selâm olsun.
Ne mutlu Onun ümmetinden olana.
Ne mutlu ‘Onun ümmetindenim’ diyene.” ( Sezai Karakoç, Sütun II, s. 536-538)
Öncelikle bizlere düşen ise;
“Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim” ( N.F.Kısakürek, Çile, s.246) kararlılığını gösterebilmemizdir.