• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Süleyman Önsay
Süleyman Önsay
TÜM YAZILARI

“Ehad”den “Ekber”e!

11 Eylül 2020
A


Süleyman Önsay İletişim: [email protected]

Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan hocanın “Olay ve Ölçü Olarak Hicret” kitabında bir bölüm de  Bilal Habeşi (r.a.)’a tahsis edilmiştir:

Ümeyye’nin kudurduğu, Bilal’ın ehad ehad diye soluduğu bir gündü. İlk müslüman, müslümanların hâmisi Ebu Bekr göründü. Ümeyye laf anlamazdı. Katrânî kalbine bir şeyin tesir etmesi imkansızdı. Belki kesesi laf anlardı “satar mısın?” dedi. Ebu Bekr, “bu köleyi bana”

- 7 ukiyye ver götür, dedi Ümeyye... Ebu Bekr:

- Salıver Bilal’ı, gel al paranı, diye gürledi.

Yaralı ve bitkin vücudu, dipdiri kalbi, dilinde ehad, ehad, kelimeleriyle doğruldu Bilal’in ince ve genç bedeni...

Ebu Bekr, büyük bir nezâketle:

- Allah için hürsün Bilal! dedi. Bilal

- Allah mükâfatını kat kat versin, diye mukabele etti.

Hz. Ömer bu olayı hatırlatarak “Seyyidimiz (Bilal), seyyidimizin (Ebu Bekr) hasenatındandır” derdi.( İbn Sa’d Tabakat, III, 232; Zehebi, Siyeri a’lami’n-nübela, I, 348.)

Bilal’i, ehad kelimeleri diriltmişti. Allah bir’di. Güçlüydü. Kuvvetliydi, bilirdi...

Bilal Habeşliydi. Ama Habeşistan’a hicret etmedi. Mekke’de kalmayı yeğledi. Onun kişiliğinde bu nokta, üzerinde durulmaya değerdi. O, daha Mekke’de muhâcirdi.

Bilal şimdi dipdiriydi. Çünkü muhâcirler arasında Medinetu’n-Nebi’deydi. Sevdiğiyle beraberdi. O’nun doyum olmaz hizmetindeydi.

Hicretin üzerinden sekiz ay geçmişti ki bir gün Sevgilinin emriyle kendini Mescid-i Nebevî’nin yakınındaki evin damında buldu. Yanık ve tiz sesiyle tüm kâinata sesleniyordu: Allahu Ekber, Allahu Ekber...

Ezan okuyordu Bilal. Müezzin olmuştu Bilal, Mekke kumlarına soluk soluk gömdüğü ehad ikrarlarını şimdi Ekber’e çeviriyor ve dünkü direnişinin mükafatını böylece görüyor ve en yüksek perdeden var gücüyle sesleniyordu: Allahu Ekber, Allahu Ekber...

Resûlullah’ın yanında, O’nu gölgesi gibi izledi... Hazarda, seferde Resûlullah imam, Bilal müezzindi. Çünkü o artık “Seyyidü’l-müezzinîn”di. “O’na, onun davetine artık ancak Mü’min olan icabet ederdi (Bk. İbn Ebi Şeybe, Musannef, I, 225; Heysemi, Mecmeu’z-zevaid, I, 356.)

Bilal Medine’de okuduğu ilk ezana (Bk. İbn Sa’d Tabakat, III, 234-235.) bir başka kentte bir başka kez aynı heyecanla bir ezan daha ekleyecekti. Allahu Ekber, diyecekti.

Mekke fethedilmişti. Putlar “hak geldi, batıl yok oldu”( el-İsra, (17), 81.) ferman-ı ilâhisi ve Resûlullah’ın emriyle yere serilmişti. Ka’be temizlenmişti. Sıra İslâm hâkimiyetini Mekke ufuklarına ilâna gelmişti. Bilal hazırdı, Kabe’nin üzerinde pırıl pırıldı. Bütün heyecanı ve aşkıyla, yıllar önce Mekke kumlarına gömdüğü soluğunu topladı ve birden “Allahu Ekber, Allahu Ekber” nidalarıyla Mekke dağlarını çınlattı.( İbn Hişam, es-Sire, IV, 56; Zehebî, Siyer, I, 356.)  O ses artık kıyamete dek Mekke ufkunda yankılanıp duracaktı. Mekke’nin müşrikleri Bilal’i, Habeşli Bilal’i Kabe üzerinde ezan okurken görünce, “Yuh olsun bize! Şu köleler kadar bile olamadık. Onlar nerelere erdi, biz nerelerde kaldık?” diye dünyanın en büyük gafletine yanacaklar, hayıflanacaklardı. (Benzer bir anlatım için Bk. İbn Hişam, es-Sire, IV, 56.)

Bilal de bir gün yanacaktı. Ama “imam”ını kaybettiğine yanacak, günlerce ılık ılık ağlayacaktı.

Resûlullah Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem defninden sonra Bilal artık ezan okuyamadı. Seven yufka yüreği Hz. Peygamberin ayrılığında O’nu terennüme dayanamadı. Müşriklerin işkencelerine dayanmış -ruhsat verilmiş olmasına rağmen- asla onların istedikleri kelimeleri söylememiş olan Bilal (Bk. İbn Sad Tabakat, III, 232; Zehebî, Siyer, I, 348.) işte şimdi bütün direncini kaybetmişti. Halife Ebu Bekir’den müezzinlikten affını diledi. Halife kabul etmedi. Ama, o yapamadı.

- Beni kendin için satın alıp âzâd ettiysen tut. Yok eğer Allah için âzâd etmişsen, bırak beni Şam’a gideyim, cihad edeyim dedi. Halife Hz. Ebu Bekir izin verdi, başarı diledi, onu Şam’a gönderdi. (Konuya ait rivayetler farklı bilgiler vermektedirler. Bilal’in bu izni ancak Hz. Ömer’den alabildiği de kaydedilmektedir. Bk. İbn Sad, Tabakat III, 236; Zehebi, Siyer, I, 356-357.)

Şam’da da bütün ricaları cevapsız bıraktı Bilâl. Ama el-Câbiye’yi teşrif eden Hz. Ömer’i kıramadı. Bir kere daha özlenen ezanını okumaya başladı. “eşhedü enne Muhammeden rasulullah” cümlesini söylemeye yüreciği dayanamadı. Gözleri pınarlaştı, onun en çok ağladığı gün o gün oldu.( Zehebi, Siyer, I, 357.) Mü’minler de onunla birlikte ağladı, ağladı...

Bir başka gün gördüğü rüya üzerine Medine’ye Hz. Peygamber’i ziyarete geldi. Hz. Hasan ve Hüseyin’le karşılaştı. Onları hasretle kucakladı ve öptü. Hasan ve Hüseyin:

- Ey Bilal! Ezanına hasret kaldık, dediler.

Onları kıramadı, yıllar sonra Medine’de son bir kere daha ezan okudu. O’nun unutulmaz ezanını duyan Medineliler, Resûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem tekrar aralarına döndüğünü sandılar, tuhaflaştılar, heyecanlandılar. Oturup hep beraber Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem andılar, ağlaştılar, ağlaştılar. (İbnu’l-Esir, Üsdü’l-ğabe I, 244, 245; Zehebi, Siyer, I, 358. Bu duygu ve heyecanlanma bir bilgiye de istinad ediyordu. Zira Bilal, sadece namaz vakitlerinde değil, Hz. Peygamber bir yere gittiğinde onun geldiğini ilan için de ezan okurdu. (Bk. Abdurrezzak, Musannef, I, 464))

Bilâl’in Ehad’dan Ekber’e ulaşan yanık sesi, gür nefesi Şam’da sustu. Ehad’e, Ekber’e kavuştu. Yakınları ağlarken o gülüyordu. “Sevgiliye ve dostlarına kavuşacağım” diyordu. Hayatı Ezan-ı Muhammedi’nin terennümüyle geçmiş, son yılları Muhammedi hasretle pişmiş Bilâl, şimdi son nefesinde dostuna kavuşma sevinci ile dipdiriydi. Zaten o, daha hayatında cennetle müjdelenmişti. (Zehebi, Siyer, I, 347.)

Ashab-ı kiram gibi ümmet de artık Habeşli Bilâl’i tanıyor, ihtiramla anıyordu. Bilhassa Osmanlı irfanı ona, onun ismine camilerde müezzin mahfilleri üzerinde özel bir yer ayırıyordu. Şimdi artık okunan her ezanda biraz da Bilâl canlanıyordu. Zira bilindiği gibi tesvib (sabah namazında es-Salâtü hayrun mine’n-nevm demek) Bilâl’in -Rasûlulah’ın tasvibinden geçmiş- ilâvesiydi. (Bilal-i Habeşi’nin hayatı hakkında bilgi için Bk. İbn Sad, Tabakat, III, 232-242; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-evliya, I, 147-151; İbnu’l-Esir, Üsdü’l-gabe, I, 243; Zehebi, Siyeru Alami’n-nübela, I, 347-360; İbn Hacer, el-İsabe, I, 273; Tehzibu’t-Tehzib, I, 502.)

Özellikle Cum’a günleri “pîr-i müezzinîn veya Seyyidu’l-müezzinîn Bilâl-i Habeşî radıye anhu’l-Bâri hazretlerinin...” diye başlayan müezzinler, Bilal’in Ehad’den Ekber’e yükselişini bir başka deyişle vahdetten kesrete erişini, daveti Habeş’ten evrene iletişini hatırlatmaktaydı.

Muhâcirlerden biri, hicret müezzini, Bilal-i Habeşi şimdi her gün bizimleydi. Bize seslenmekteydi.

Ne mutlu bunun farkında ve bilincinde olabilenlere!

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Ömer

Hocam Allah razı olsun. Muhteşem bir makale . İşte örnek alınacak bir Bilal’i Habeşi hazretleri . Allah aşkı var peygamber sav . Sevgisi var inanç var ihlas ve samimiyet var . Zulme karşı duruş var . Elbette seyyidil müezzin olmak kolay değil . Rabbimiz şefaatlerine nail etsin . Amin

sedat

Hocam Allah razı olsun. Günlük siyasetin, geçici dünya işlerinin dışında böyle yazılara gerçekten çok ihtiyacımız var. Allah’ın rahmeti, bereketi ve selamı üzerinize ve tüm inananların üzerine olsun.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23