Alçağın Kıssası
Mekke ve Medine işgal altındadır. Bu işgal her geçen gün daha koyulaşıyor. Kâbe’nin ve Mescid-i Nebevî’nin etrafı Amerikan barbarlığını putlaştıran yapılarla kuşatılmıştır.
Amerika’nın çatlak başkanı Trump, kendine yakışır bir karar aldı: Kudüs’ü Siyonist devletin başkenti olarak ilan etti. Siyonizm ideolojisinin talebi buydu zaten. Peki Amerika hariciyesi bu kararı nasıl savundu?
“Bu karar iki (İslâm) devleti ile danışılarak alındı!”...
Kâbe imamı, Trump’a dua etti! Amerika ile birlikte dünyayı gül gibi idare ettiklerini iddia etti!
Bu hamakatperdaz “imam”ın duasını alan adam Kudüs’ü Siyonizmin merkezi olarak tanıdı! Umreye gidip de bu belamın arkasında namaz kılmak caiz mi?
Suud müftüsü Siyonist devletle savaşmanın caiz olmadığını açıkladı!
Suud generali Siyonistlerin kardeşleri olduğunu ifşa etti!.
Bu satırlar sayın G. Mehmet Doğan beyin “Siyonizme karşı durmanın ilk adımı, Suudi Amerika’ya karşı durmaktır!” başlıklı yazısından bir bölüm. http://www.tyb.org.tr/d-mehmet-dogan-gafil-muslumanlara-son-cagri-umre-gezilerinizi-iptal-edin-32085h.htm
Yukarıda isimleri zikredilen imam ve müftü modeli insana hemen “Alçağın Kıssası”nı hatırlatıyor:
Başlığımız Elmalılı merhumun yorumumdan alınmıştır. Bunu öncelikle belirtmemizde fayda var. Başkaları için kullanılmış da olsa ‘alçak’ tanımlanması; işitilmesi bile İslâmî zerafet ve Muhammedî edeb sahiplerince rahatsızlık duyulan ve hoş karşılanmayan bir kelimedir. Tabii Elmalılı gibi her şeyi ile edeb timsali olan bir şahsiyet bunu kullanmaya mecbur kaldıysa, elbette yerindedir ve bunda haklılık ve zorunluluk vardır. Efendim söz bu sözcükten açılmışken ve başlıkta kastedilen kimse ile ilgili Elmalılı merhumun yorumlarına geçmeden, şu anekdotu bir hatırlayıp N.Fazıl Kısakürek’i de rahmetle anmış olalım. Merhum N. Fazıl, bir İslam düşmanının herzeleri karşısında çok öfkelenir ve ona “alçaak!” diye hitap eder. Eder ama hemen de sözünü geri alıverir ve “Hayır, hayır der, sen ‘alçak’ olamazsın. Zira alçakta da bir irtifa (yükseklik) vardır. Sen ‘çukursun, çukur!” diyerek sözlerini tamamlar.
Gelelim “Alçağın Kıssası”’ ile ilgili âyetin meal ve yorumuna:
“Onlara kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o dünyaya saplandı ve hevasının peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: sürsen de dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan toplumun durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (el-A’râf 7/175-176))
Elmalılı M.Hamdi Yazır merhum; “..kıssanın başındaki cümleyi şöyle tefsir eder; ‘Onlara şu alçağın kıssasını haber ver ki; kendisine ayetlerimizi vermiştik. İlmî ve dînî haysiyeti vardı; fakat o, bunlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan onu kendine uydurdu da, yoldan sapmışlardan oldu’...” (Cafer Durmuş. -ALTINOLUK, Haziran-2006, Sayı:244)
Kıssada işaret edilen kişi, Bel’am b. Baura adında Hz. Musa döneminde yaşayan ilim ve irfan sahibi bir kimsedir. Onun ulaştığı ilim ve irfan çizgisi ile ilgili olarak İmam Gazali (rh.a) şu kaydı düşüyor:
“Bel’am bin Baura, baktığı zaman arşı görecek bir manevi mertebe sahibiydi. Tek bir hata yaptı, dünyaya ve ehline bir kez meyletti. Dostlarının hiç biri yanında zerre kadar itibarı kalmadı. Marifetullaha dair ne varsa kendisinden sıyrılıp alındı.” (Cafer Durmuş. -ALTINOLUK, Haziran-2006, Sayı:244)
İşte bu makam ve değerdeki insan; daha sonra sahip olduğu ilim ve konumuyla, Allah’ın davası yerine Firavun’un safında Hz. Musa’ya karşı mücadele vermiş ve söz konusu âyet-i celîlelerde ki acı ve korkutucu tespitlerin muhatabı olmuştur.
“Buradaki anlatımdan şunu öğreniyoruz ki; kıssadan maksat, hadiseye konu teşkil eden şahsın tarifi değil, halinin tasviridir. O temsilin ibret-i alem için insanlığa duyurulmasıdır. İbret-i alem için diyoruz çünkü, Kur’an-ı Kerim böyle bir şahsın durumunu, yeryüzünde kelbten başka hiçbir hayvanda bulunmayan kerih bir durumla örneklendiriyor...
‘Onun vaziyeti tıpkı köpeğin şu haline benzer ki, üstüne varıp sürsen de, serbest bıraksan da dilini çıkarıp solur.’
İhtiraslarını Allah’ın dinine ait yüce değerlere tercih eden kişinin derekesi, artık alçalmanın en son raddesidir. Çünkü hakikat bilgisine sahip olduktan sonra, onu dünyalıkla değişmekten daha kötüsü olamaz. İşte ayetlerimizi yalanlayan kişi ya da toplumların durumu buna benzer... Sonu da kötüdür onların, kendilerini o sona taşıyan hayatın her safhası da... Çünkü onlar hiç rahat nefes alamayacakları bir ihtiras denizi içinde çırpınıp dururlar...” (Cafer Durmuş. -ALTINOLUK, Haziran-2006, Sayı:244)
Bu Bel’am b. Baura modeli sadece Suud coğrafyasındaki ilim kisvesine bürünmüş emsalleri için değil tüm ümmet topraklarında aynı işlevi gören zavallılar için de bir ibret timsalidir.
Bugün müslümanların yüzde sekseni, farz namazları ve ramazan orucunu haşa askıya almışken teravih namazının rekat sayısına, orucun başlama saatine takılıp kalanlar;
Yaratıcısını, kitabını, peygamberini, dinini yani kim olduğunu unutanların gündemine “ilk insan kimdi?” sorusunu getirenler;
Büyük oranda ahiret inanç ve şuurundan uzaklaşmış yığınları görmeyerek, kabir azabına inananlardan adeta azap görürcesine kıvranıp feryat edenler; toplum hayatı batı düşünce ve inancına göre tam bir biçimde şekillenmiş ve namaz kılanlar bile Batılı gibi kapitalistçe duygu, düşünce ve yaşayışın tuzağına düşürülmüş iken; sosyal yaşantıdan uzaklaştırılmış olan İslam’ın hayat sistemleri ile ilgili sosyal, siyasi, hukuki, ticari vb. Kur’an’ın hükümlerini; tarihsel yani çağlar öncesinde kalmış ilkeler olarak nitelendirerek yaşanan İslam dışı hayatın geleceğini de garanti altına almaktan öte bir anlam ifade etmeyen ve gayri müslimlerin de tam arzuladıkları gibi yazanlar, çizenler ve konuşanlar; acaba “peygamber varisi” modeline mi yoksa Bel’am b. Baura örneğine mi uygun bir rol ve konumdayız, diye kendilerini test etmek zorundadırlar. Tabi burada örneklendiremediğimiz tüm tip ve durumda olanlar da yani her birimiz de ömürler tükenmeden bu yüzleşmeyi yapmak mecburiyetindeyiz.
Şu kulağımızda küpe olmalı:
Van dolaylarında yaşamış “Molla Ali” merhum her defasında konuşmaya başlarken ilk beş dakika tevhidin anlamından bahsedermiş. Günümüz müslümânlarında en önemli problemli noktalarından biri olarak bunu görüyor ve “ Cemaatte küfür ve şirk varken ben abdestten bahsedersem küfre hizmet etmiş olurum” diyordu. (http://www.vansesigazetesi.com/yazar-molla-ali-4318.htm)l
Rabbim cümlemize basiret ihsan eylesin.