Biz hangi gruptayız?
Biz hangi gruptayız?
NUSRET REŞBER
Hicretin yedinci senesi, Rumların 40 bin kişilik bir orduyla Müslümanlara karşı bir sefere çıktıkları haberi Rasulûllah Efendimiz’e ulaşmıştı. Efendimiz, şimdiye kadar yürüttüğü taktiklerin tam tersi olarak; Bizans’a karşı yola çıkıldığını, hangi yoldan gidileceğini, ne gibi hazırlıklar yapmak gerektiğini açık bir şekilde ashabına bildirip sefer hazırlıklarına başladı.
Kur’an’da “sâatü’l-usre” (güçlük zamanı) olarak geçen (Tevbe 9/117) Tebûk Gazvesi için bütün Müslümanlar elinden geleni yapmaya koyuldu.
Hz. Ömer’in (r.a.), “bu sefer infakta Ebubekir’i geçeceğim…” dediği ve malının yarısını getirdiği, Hz. Ebubekir’in (r.a.) ise bütün malını Resûlullah’a getirdiği ve Ömer’in “o gün Ebubekir’i asla geçemeyeceğimi anladım…” dediği gündü.
Hz. Osman (r.a.), 30 bin kişilik ordunun üçte birinin masraflarını karşıladı. Kadınlar, altın-gümüşlerinden ne varsa getirip bıraktılar.
Münafıkların nifaklarının daha net bir şekilde zuhur ettiği, imanı güçlü olanlarla zayıf olanların ayırt edildiği bir gündü Tebûk Gazvesi günü.
Yazın en sıcak günleriydi. İnsanlar geçim sıkıntısı çekiyordu, bir taraftan da meyvelerin olgunlaştığı zamandı. Hâsılı zor günlerdi, sefere çıkmak zordu.
Münafıklar mazeret üretmeye başlamıştı bile. Samimi müminlerin ise “Ya Rasûlullah! Biz seninle beraberiz. Denize yürürsen, biz seninle yürürüz” teslimiyetindeydi.
Kimi Müslümanlar, silah/binek bulamadıklarından ya da sıkıntıları olduklarından Peygamberin huzurunda gözyaşına boğulmuştu.
Ve İslam ordusu, Resûlullah’ın (s.a.s.) liderliğinde yola çıktı.
Üç kişi hariç, geride kalanlar da gidip yolda orduya yetiştiler.
Ordu yol alırken “Ya Rasûlallah, filân kişi geri kaldı”, deniliyor. Rasûlullah her defasında: “Bırakın onu! Eğer onda bir hayır varsa, Allah onu, bize katacaktır. Eğer hayırdan başka bir şey varsa da Allah, sizi ondan kurtaracaktır!” buyuruyor.
Ebu Zerr’in (r.a.) de gelmediğini haber veriyorlar, onun için de aynı cevabı alıyorlar.
Oysa Ebu Zerr devesiyle başı dertte, devesi bir türlü yol almıyor. O, eşyasını devenin sırtından alıp kendi sırtına yüklüyor, yaya olarak yola koyuluyor.
Bir ara “Ya Rasûlallah, bir adam yolda yaya olarak gelmektedir” deniliyor.
Rasûlullah (s.a.s.): “Ola ki o Ebu Zerr’dir” buyuruyor.
Ve gelen Ebu Zerr. Rasûlullah: “Allah, Ebu Zerr’e rahmet etsin. O, tek başına yürür, tek başına ölür, tek başına dirilir!” buyuruyor.
Üç sahabe; Kâ’b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebî’ ise hiç bir mazeretleri yok. “Birazdan katılırım. Yarın yolda yetişirim…” gibi ertelemenin kurbanı oluyor, bu gazveye katılamıyor.
Nihayet elli gün sonra İslam ordusu Medine’ye dönüyor.
Münafıklar bir bir gelip yalan mazeret bildirip çıkıyorlar. Allah Resûlü de durumlarını bildiği hâlde onları Allah’a havale ediyor.
Bu üç sahabe de çağrılıyor.
İnsanlar “Siz de onlar gibi mazeret belirtin, Resûlullah sizi bağışlar…” dediği hâlde bu üçü, hatalı olduklarını, gerçeği itiraf edeceklerine kararlılar.
Allah Resûlü, onları dinledikten sonra hiçbir Müslümanın onlarla, Allah haklarındaki hükmü bildirinceye kadar konuşmamalarını, görüşmemelerini emrediyor…
Bu sahabeler, verilen bu tecrid cezasına sabırla katlanıyor, gece gündüz tevbe istiğfar ediyorlar. Allah, elli gün sonra onları affettiğini bildiriyor:
“Allah savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah’(ın azabın) dan yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı…” (Tevbe 9/118)
Şimdi, bu Tebûk Gazvesi’ne, tarihte yaşanmış bir olay olarak mı bakmalıyız yoksa bugünümüze mi uyarlamamız gerekiyor?
Peygamber efendimiz (s.a.v); “Yarıncılar, erteleyenler helâk oldu.” buyuruyor. (Ahmed b. Hanbel MüsnedI/139)
Bu gazvede üç grup vardı.
1-Samimi Müslümanlar; Allah ve Resulünün emrini hiç geciktirmeden yerine getiren, teslimiyet gösterenler. Veya ciddi mazeretleri olduğu için de sevinmeyip, üzülerek ağlayanlar.
2-İçi farklı, dışı farklı münafıklar zümresi; yani helak olanlar.
3-Erteleyenler, yarıncılar; oldukları hâlde ikinci bir hataya gitmeden hemen samimi bir pişmanlıkla, tevbeyle kurtulan Müslümanlar.
Biz, bugün hangi gruptayız acaba?
Hani kısa bir hikâye var: “Yarın tevbe edeceğim, dedi uyudu ve uyanamadı…” diye.
İ
yi bir kul olabildiysek ne âlâ; Allah yolumuzu açık ve daim eylesin. Değilsek; Allah’ın emir ve yasaklarına kayıtsız isek, “yarın yaparım, öbür gün yerine getiririm…” diyorsak bu nereye kadar gidecek? Ne zaman kalplerimizi karartan günahlara samimi bir tevbeyle son vereceğiz? Ne zaman Müslümanların dertleriyle dertleneceğiz?
Bugün Gazze için bütün dünya ayakta, bizler bunun neresindeyiz mesela?
Malımızla, canımızla İslam dini, Müslümanlar/insanlık için ne yapabildik şimdiye kadar?
Kimlerle beraberiz? Gazzelilere bugün vahşet uygulanıyor ve herkes bir şeyler yapıyor; biz ne yapabildik, ne zaman yapacağız?
“Mü’minlerin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” buyuruyor efendimiz.
Ayette, “O günahkârların, … (o gün) Rabbimiz! Gördük, duyduk, şimdi bizi (dünyâya) geri gönder de, sâlih ameller işleyelim! Artık kesin olarak inandık’ diyecekleri zamanı bir görsen!” (Secde 32/12) buyuruluyor.
Sonuç, bizler ne edip edip erteleyenlerden olmayalım aman!
Grubumuz helak olanlar grubu olmasın.