• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Mustafa Armağan
Mustafa Armağan
TÜM YAZILARI

Nazım’ın oğlu Mehmet, babasının Rusya’da ruble için şiir yazdığını söylemiş

03 Nisan 2022
A


Mustafa Armağan İletişim: [email protected]

 

Bütün ideolojiler halkı etkilemek üzere bir silah olarak aydınları kullanır. Halkı uyandıracak, yönlendirecek, etkileyecek ve istenilen mecraya sevk edecek olanlar aydınlardır çünkü. Onlar ideolojinin silahları olmalıydı. Patladıklarında ya hasımlarını ortadan kaldırmalı veya susturmalıydılar. Bunun içindi Nazi Almanya’sında kitapların Berlin Opera Meydanında bir tepe halinde yığılarak yakılması. Bunun içindi totaliter ülkelerde resmi ideolojiye direnen aydınların sürülmeleri, hapsedilmeleri, kurşuna dizilmeleri... 

20. yüzyıl Marksizminin sancılı kafalarından György Lukacs tarihte bireyin de birazcık etkisi olduğunu söyler gibi yapınca Komintern tarafından nasıl da aforoza uğramış ve söylediğine söyleyeceğine pişman edilmişti. 

Rusya’daki Lyssenko olayını hatırlayalım. Genetik sahasında Mendel yasalarını ve klasik genetiği yasaklatan bu SSCB Genetik Enstitüsü müdürü sosyal ve tarihî belirleyiciliğin (determinizmin) genetiğin belirleyiciliği karşısındaki yenilgisini bir türlü kabul edemiyordu, zira kabul ettiğinde insanın çevrenin bir ürünü olduğunu dayatan kaba Marksist temelin kökünden yıkılacağından endişe ediyordu.

İdeolojiler iktidardaysa statükoyu korumak, muhalefetteyse iktidarı elde etmek uğruna gözünü hırs bürümüş tetikçi aydınlar ister ve gariptir, bulur da. Çünkü ideolojilerin yükselen dalgasına binmek için hazırda bekleyen aydın stoğu her zaman mevcuttur. 

İdeolojiler aydını “yalnız başına” bırakmaz. Kendisine hizmet ettiği sürece alkış üstüne alkış yağdırmakta cömerttir. Öte yandan, arkasında çılgın kalabalıkların nefesinin bulunduğunu bilmek bir tür özgüven kazandırır aydına ama bu güven de fena halde aldatıcıdır aslında. Tersine aydın kalabalıklar içindeki yalnızdır. 

Putları yıkayım derken yıkılan şair

Cumhuriyet devri şiirinin gözde isimlerinden Nazım Hikmet’in hayatı bu müzmin yalnızlardan birinin dramına ev sahipliği yapmıştır. 

19 yaşına kadar “Ağa Camii”, “Dergâhın kuyusu”, “Sekiz yüz elli yedi” gibi millî, muhafazakâr, hatta mistik şiirler kaleme alan Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği’ne gidip de Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde ders gördükten sonra birdenbire değişir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, özellikle Resimli Ay’daki “Putları yıkıyoruz” adlı yazı dizisi yüzünden hatırı sayılır bir şöhreti yakalar. İri laflar söylemekte, meşhur şairlere hücum etmekte, çıkışlarıyla devrinin statükosunu bir ucundan incitmektedir. 1925 Martında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunundan sonra bu kadar iddialı konuşmak tekin iş değildir doğrusu. 

Lakin eşi, akrabası, ahbabı çoktur Nazım’ın. Öz dayısının İstiklal Savaşı kahramanlarından General Ali Fuad Cebesoy olduğunu söyleyeyim de, gerisini anlayın. İleri gelenlerden epey tanıdığı vardır. Şöhretse şöhret. Gençlik şiirlerini adeta ezberlemekte, gösterilerde coşkuya kapılıp arkasından yürümektedir. Çok olmaktadır bu haşarı çocuk. Hizaya çekilmesi gerekir. 

Gariptir, bu operasyon için en uygun fırsatı bizzat kendi eliyle sunacaktır.

Deniz Harb Okulu’nda okuyan bir askerî öğrenci Nazım’la görüşmek ister. Buluşup baş başa görüşürler. Ömer adlı bu Bahriyelinin niyeti orduda komünist ilkelere dayalı bir ihtilal çıkarmaktır ve bu noktada şiirlerinden etkilendiği Nazım Hikmet’in görüş ve desteğine başvurmuştur. 

 Nazım Hikmet’in bir yaşındayken İstanbul’da bırakıp Sovyetler Birliği’ne kaçtığı oğlu “Memet” ismini Mehmet’e çevirip babasına tavır koyduktan başka resim de çektirmemişti. Arkadaşları 2018 yılında ölüm ilanında onunki yerine aktör Gary Cooper’ın fotoğrafını kullanmışlardı. (ntv.com)

 

 

Görüşme olumlu gibi geçmiştir ama sonrasındaki gelişmeler, hâlâ etkisini hissettiğimiz Nazım Olayı’nı tetikleyecektir.

Bu sırada bir devrimcinin asla ve kat’a yapmaması gereken bir şeyi yapar Nazım ve başına gelecekler karşısında ürkerek kendisiyle görüşmeye gelen genci İstanbul Emniyeti Komünist Masası’na bizzat ihbar eder. 

Hayatının akışını etkiyecek kıvılcımı çakmıştır bir kere. Kendi kendisini Emniyetin ağına dolamıştır. 

Derken İstanbul Emniyeti durumu İçişleri Bakanlığına bildirir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya gerçi kısa bir süre önce Nazım’la görüşüp ona bu işlerden vazgeçmesini nasihat etmiştir. Ne ki mesele orduyla ilgili olduğu için Mareşal Fevzi Çakmak devreye girmiş, ok yaydan çıkmıştır. 

Sonuçta Nazım Hikmet, Cumhuriyet adliyesinin elinden kurtulamayacak ve 1938’de “orduyu isyana teşvik” suçuyla tutuklanıp 28 yıl, 4 ay hapis cezasına çarptırılacaktır. Bu ne demektir biliyor musunuz: 1950 yılında Demokrat Parti iktidara gelip de af kanunuyla kurtarmasa Nazım Hikmet 1966 yılına kadarki ömrünü hapiste geçirecekti ki, 1963 yılında öldüğüne göre CHP’den müebbed hapis cezası yemiş demekti bir yerde. 

“Ben Memet değil Mehmet’im”

Sorsanız ağlak Nazımcılar CHP’lidir ve ona hayatı zehir eden iktidarın CHP’nin sözde Altın Çağı olduğunu söylemezler. “Öldür Allah” söylemeyecekleri bir başka gerçek de CHP’nin ömür boyu hapse mahkûm ettiği Nazım Hikmet’i hapisten çıkaran iktidarın her gün küfrettikleri Demokrat Parti ve Adnan Menderes olduğudur. Tıpkı başını taşla ezdirdikleri Sabahattin Ali’nin arkasından timsah gözyaşı dökenlerin de CHP’liler olduğu gibi…

Bu arada; Nazım’ın Münevver Andaç’tan bir oğlu vardır ama gelin görün ki pek ortalıkta görünmez, üstelik babasına düşmanlık derecesinde kırgındır. Ne de olsa kendisini bir yaşındayken bırakıp gitmiş ve yıllarca ne aramış, ne de sormuştur.

1970 yılında Milliyet gazetesi muhabirleri, babasının ismini özellikle “Mehmet” değil de “Memet” koyduğu oğlunu Varşova’da bulup konuşturur. O da bir konuşur, pir konuşur. Söylediklerinin hepsini buraya sığdıramayacağım ama birkaç cümlesini tadımlık olarak paylaşmaktan da kendimi alamayacağım.

İsyanları oynayan Nazım’ın oğlu “Benim ismim Memet değil Mehmet’tir” demektedir sık sık ve daha ileri gidip “Ben babamın soyadını kullanmak istemiyorum. Kullanmıyorum ve kullanmayacağım da” şeklinde konuşmakta ve şu suçlamayı yaparken içini dökmekten öte bir şey yapmamaktadır:

“Komünizm mi? Kitaplara göre hoş… Kitaplara göre güzel… Ama kitaplarda yazılı olanları tatbik etmiyorlar. Ben gözlerimle gördüm. Ben yaşadım. Babam memnun muydu sanki hayatından. Babam hapishanedeyken komünistti. Çıkıp gördükten her şeyi fark ettikten sonra yıkıldı. Yıkıldı ama geriye de dönemedi.”

Daha neler, neler söylüyor ama şu sözü bir yazı bitirtir kaleme: “Evet babamın şiirleri güzeldir. Büyüktür ama sadece Türkiye’de yazdıkları. Geri kalanlar.. Geri kalanlar kendisinin de söylediği gibi sadece ruble için.”

Nazım Hikmet masalını bırakıp gerçeğini ortaya koyacak kalemler gelmeli artık…

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Şeref

"Varmı Türkçeyi Nazım gibi kullanan" İ.S.Çağlayangil

Harun

Adamın işi o
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23