Azerbaycan’ın petrol milyarderi beş parasız ölmüştü
İstanbul Aksaray’daki Laleli eskiden ahşap konaklarla dolup taşan şirin bir semtiydi eski İstanbul’un. Semte Laleli Camii yapılmış ve ismini de oradaki bir meczuptan almıştı. Laleli Baba dedikleri meczubun adı yaptıran Sultan III. Mustafa’nın isminin yerine geçmiş, onu da kederlendirmişti. Çünkü İstanbul’a üç büyük cami yaptırmıştı. Fatih Camii’ni yeniden yaptırmış, Ayazma Camii ile Laleli Camii de onun hayır eserleri arasına girmişti girmesine ama Sultanahmet gibi adlı adınca bir isim koyamamıştı camilerine. Zaman zaman musahiplerine dert yanar ve “Şu şehr-i İstanbul’da üç cami yaptırdım, lakin birine dahi ismimi koymak nasip olmadı” der ve eklermiş: “Birini bir meczup aldı, diğerinde altında çıkan ayazma (kutsal su) ona isim oldu, üçüncüsünü de ceddim (Fatih) elimden aldı.”
Tarihin ironisi bitmez (ne kadar da yayıldı bu gâvurca kelime böyle, eskiden ‘istihza’ mı ne derdik?). Nitekim bu Ramazanda Enderun teravihi kılınmasıyla gündeme gelen Nuruosmaniye Camii’nin ismi de Mahmudiye olacakken Sultan I. Mahmud ölüverince inşaatı bitirmek yerine geçen kardeşi Sultan III. Osman’a nasip oldu, o da camiye kendi ismini koydu (iki anlamı vardı: “Osman’ın nuru” veya “Osmanlı’nın nuru”). Türbesini ise Sultan I. Mahmud kendisi için inşa ettirmişti, ani ölümü üzerine III. Osman orayı kendine ayırdı ama o da oraya gömülemedi; türbede halen I. Mahmud’un annesi Şehsuvar Sultan yatmaktadır.
Bunlar tarihin köpüğü. Kabul ama itiraf edelim ki bazen denizin köpürüşünü seyretmek de hoşumuza gider. Lakin biz yine de denizin içine bakmayı deneyelim.
Ne demişti Mevlana hazretleri:
Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka / Sen köpüğü bırak da denizin gözüyle bakmaya bak.
Bakalım ve inciler çıkarmak için dalalım o tarih denilen kıyısı olmayan denize.
Tagiyef derler bir ademoğlu
1823 yılında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de son derece fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Zeynelabidin Tagiyef ilk gençliğinden itibaren taş kırmaktan hamallığa kadar ne kadar kas gücü gerektiren meslek varsa yapmış ekmek parasını çıkarabilmek uğruna. 5-6 kapik (kuruş) günlükle karın tokluğuna yıllarca çalışmıştı. Sonra taş yontmayı öğrendi. Duvar ustası oldu. 50 yaşına kadar gece gündüz demeden ter döktü helal lokma kazanabilmek için.
Demek 1870’lerdeyiz ve Azerbaycan’da petrol keşfedilmiştir, emperyalist iştahlar bu geleceğin yakıtını değerlendirmek üzere Bakü topraklarına çullanmaktadır. Tagiyef de biriktirebildiği parayla ortaklaşa bir tarla alıp şansını denemek ister.
Haftalarca sabahtan akşama kadar toprağı işçileriyle beraber kazar, durur ama bir gram dahi petrol bulamaz. Ortakları ümitsizliğe düştükleri için ayrılır, arazi Tagıyef’e kalır. Yılmayıp kazmaya devam eder ve ikinci ayın ortalarında tarladan petrol fışkırmaya başlar. Petrolü arıtıp benzin haline çeviriyor ve satıp iyi para kazanıyordu. Zengin olmuştu. Yeni kuyular açtırdı, serveti büyüdükçe büyüdü.
Okuması yazması yoktu ama çok cömertti. Bakü’ye nice hayır eseri yaptırdı. “Fukara babası”na çıkmıştı adı. Kapısına kim gelirse eli boş dönmüyordu. İlk kız okulunu açtı ve bütün öğrencilerin masrafını üzerine aldı. Petrol Akademisi kurdu. Matbaa makinaları satın alıp Azerbaycanlı yazarların kitaplarını bastırdı. Dokuma fabrikasından tutun da şehre su getirmeye, un fabrikasından tiyatro binasına kadar nice eser kazandırdı şehrine. Yurt dışına öğrenci bile gönderdi. Bakü’de Tarih Müzesi’ne giderseniz bilin ki orası Tagiyef’in köşküdür.
Gelin görün ki hikâyenin bundan sonrası epeyce hazindir.
1920 yılında Azerbaycan, Mustafa Kemal Paşa’nın Lenin’le, yani Sovyetler Birliği ile anlaşması üzerine 11. Kızıl Ordu’nun işgaline uğrayacak ve Bolşevik yani komünist yönetim işbaşına geçecekti. Kızıl Ordu bütün zenginleri kapitalist ve halk düşmanı gördüğü için kendilerini öldürüyor, mallarına da el koyuyordu. Neyse ki yeni Cumhurbaşkanı Neriman Nerimanov, Tagiyef’in vaktiyle okuttuğu gençlerdendi. Onu kolladı ve ismini zenginler listesinden çizerek hayatını kurtardı.
Hikâyenin bundan sonrası daha hazindir.
Dram üstü dram
İki kızı ve bir oğlu ile hanımını alarak Merdekân’a çekildi Tagiyef. Büyük kızı yurt dışına kaçtı. Küçük kızı felsefe tahsili yapan Sara Hanım’ın kocası ve erkek kardeşini Bolşevikler gözlerini kırpmadan öldürdü. Onların ölümü Tagiyef’in de ölümünü hazırladı ve 1924 yılında 101 yaşındayken hayatını kaybetti.
Karısı Suna Hanım Dağıstanlı bir paşanın kızıydı. Daha birkaç yıl öncesine kadar Azerbaycan’ın en zengin adamının karısıydı. Saraylarda oturuyor ve yaptığı harcamanın hesabını kendisini de bilmiyordu.
İşte bu Sara Hanımın da bütün malına el konulmuştu. Dilenmekten başka çaresi kalmamıştı. Bakülüler yüzü yere inik, sağ eli başının hizasında yalvaran bu kadının eline birkaç kuruş sıkıştırırken karşılarındaki avcun sahibinin çok değil, üç beş yıl öncesinin pırlantalı küpelerle salonları ışıldatan hanımefendi olduğunu bilemezlerdi.
Sara Hanım’ın arada sırada artık Tarih Müzesi yapılan eski muhteşem konaklarının taş duvarına dayanarak ağladığını görenler oluyordu. Günün birinde sokakta ölüsü bulundu. Cebinden 3-5 kapik zor çıkmıştı.
Kızı Sara ise ismi şimdi yeniden Saint Petersburg’a çevrilen Leningrad’a kaçmıştı. Orada demiryolu idaresinde işçi olarak çalıştı. Bir Rusla evlendi, İki çocuğu oldu. Ancak mutluluğu uzun sürmedi. Kocası İkinci Dünya Savaşı’nda öldü. İşine de son verildi. O da çaresiz kaldı, çocuklarını bir yetimhaneye yerleştirip Bakü’ye döndü.
Kalacak yeri yoktu. O da annesi gibi Tagiyef’in Tarih Müzesi yapılan konağına gitti ve müdürden bodrumdaki odalardan birinde kalmasına müsaade edilmesi için yalvardı. Cevap tokat gibi patlayacaktı yüzünde:
“Hayır. Çık dışarı!”
Sokaklarda kaldı ve annesi gibi dilenmeye başladı. Günün birinde onun da ölüsü tıpkı annesininki gibi bir sokak ortasında donmuş halde bulundu.
Bakü’den Laleli’ye uzanan hayatlar
Değerli ağabeyim Yavuz Bülent Bakiler’in Kılıçlar ve Kalemler adlı kitabında anlattığı ve size en yalın haliyle aktardığım bu tüyler ürperten drama bir kaşık zehir de Abide Şahsiyetler adlı kitabında rahmetli Samiha Ayverdi katar.
Serveti katlanarak artarken Zeynelabidin Tagiyef 1918 yılında İstanbul’da Laleli’de büyük bir yangın çıktığını ve yüzlerce evin yandığını, insanların sokakta kaldığını öğrenir ve mahallede büyük bir toplu konut yapılması için ciddi bir bağışta bulunur. Turgut Özal zamanında otel yapılan bu toplu konutun ismi ‘Yangınzedeler’ anlamında Harikzedegân Apartmanları’dır. Mimar Kemaleddin’in inşa ettiği site 1922’de yerleşime açıldığında Tagiyef’in aç ve sefil vaziyette Türkiye’ye kaçmış bulunan akrabaları “Ne hazin ki babalarının parasıyla yaptırılan o sıra sıra binalarda bir odaya dahi sığınamadan, temelleri çatırdayan bir imparatorluğun sokaklarında yoksul ve garip kalakaldılar.” (s. 236-237)
“Dünya malı dünyada kalır” demiş eskiler. Zengin olduğunda muhteşem konağının en mutena köşesine taş kırdığı çekiç ile yük taşıdığı semeri koyan Tagiyef’in durumundaki gibi dünyada da kalmıyor dostlar. Onun için ahiret azığını iyi hazırlayın.
Geçenlerde Üsküdar’daki Yeni Valide Camii’nin mahyasına takıldı gözlerim. “Cennet dünyada kazanılır” diye parlıyordu karanlıkta. Bir hadis olmalı bu. Fakat tersi de doğru değil mi? Cehennem de dünyada kazanılmaz mı? Hatta “Sırat Köprüsü dünyada geçilir” de diyebilirdi. Ama malum, mahyalar ketumdur.