Körfez ülkelerinin İsrail ile “normalleşme” yarışı
İsrail’in Filistin meselesine yönelik uzun vadeli planlarının Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman üzerinden yürütülmesinin risk taşıması ihtimali üzerine yeni ortaklar arayışında hiç zorlanmayacağını Umman ziyareti ile ortaya koydu. Netanyahu’nun sürpriz Umman ziyareti, 20 yıldan uzun bir aradan sonra başbakan düzeyinde gerçekleşen ilk ziyaret oldu.
Körfez’deki birçok Arap ülkeleri ile İsrail arasında uzun zamandır masa altında yürütülen normalleşme süreci geçen hafta birçok ülkeden aynı anda İsrail ile resmi düzeyde pozlar verilmesi, “İsrail ile normalleşme” sürecinin artık gizli yürütülme ihtiyacının duyulmadığı mesajı içeriyor.
Neden Umman’ın seçildiği konusunu daha iyi anlayabilmek için Umman’ın takip ettiği dış politikayı anlamakta yarar olacaktır.
Suudi Arabistan, BAE ve Yemen’e komşu olan Umman Sultanlığı, Sultan Kâbus yönetiminin takip ettiği siyaset ile ülkenin bütün bakanlıklarını ve askeri güçlerini kendi elinde tutuyor. Bu sayede ülke hakkındaki kararlarda “tek adam” olmayı başarmış, aynı zamanda bölgede yaşanan tüm savaş ve krizlere rağmen tüm kriz ve kaos gündeminden uzakta kalabilmiş denge siyaseti izleyen bir haliç ülkesi.
Örneğin Suudi Arabistan ve haliç ülkelerinin Katar’a yönelik abluka ortaklığına dahil olmadığı gibi, Yemen’i bombalayan koalisyona da katılmadı. Bütün Haliç ülkelerinin aksine Beşar Esed rejimi ile de ilişkilerini kesmeyen Sultan Kâbus yönetimi bütün çatışan güçler arasında aracılık rolünü korumayı başarabilen ilginç bir siyaset takip ediyor.
ABD’nin İran’a yönelik ambargosuna uymayıp ilişkilerini üst düzeyde yürütürken, İran’ın ABD’ye yönelik tehditlerine kulak tıkayarak ABD ile üst düzey ilişkilerini sürdürmekten çekinmiyor. Bölgede ABD ve İngiltere’nin stratejik müttefik olmasının yanı sıra Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) kurucu üyesi. Çin, Hindistan ve Pakistan’ın önderliğindeki Asya’nın geri kalanıyla derin ekonomik ve ticari bağları olan Umman aynı zamanda İran ile sıkı ticari ve stratejik ortaklığını devam ettirebiliyor.
ABD merkezli Stratford web sitesi Umman’ı “Amerika Birleşik Devletleri ile güçlü diplomatik ilişkilere sahip olarak tanımlarken, aynı zamanda Suudi Arabistan ve İran gibi iki farklı kutuptaki ülkelere ne tam dostluk ne de tam düşmanlığı olan pragmatist bir ülke” olarak tanımlıyor.
Uzun yıllardır böyle bir dış politika ile temayüz eden bir ülkenin İsrail tarafından arabulucu olarak seçilmesi, tecrübesiz bir siyaset izleyen Suudi prensi Muhammed bin Selman’a alternatif olarak ABD’nin İsrail’e önerdiği düşünülüyor.
Netanyahu Umman’a üst düzey bir ziyaret gerçekleştirirken, aynı anda İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev, judo müsabakaları için Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’ye, İsrail Milli Takımı’nın da Katar’da organize edilen Dünya Jimnastik Şampiyonası’na katılmak üzere başkent Doha’ya gitmesi gibi gelişmeler zinciri, İsrail’in planlarını Suudi Arabistan gibi sadece bir ülke üzerinden yürütmek yerine bölge ülkelerinin tamamıyla normalleşme yoluna giderek Filistin direnişini bitirmeyi ve “Yüzyılın Anlaşması” planını bütün ülkelerin garantörlüğünde devreye sokma hazırlık çalışmalarını açıktan yürütme aşamasına vardığını gösteriyor.
Aslında bu yaşananların hiçbiri sürpriz değil. Arap baharı denilen süreç ile İsrail’in işgalini kabullenme anlamına gelen “normalleşme” anlayışının yan yana olması mümkün değil. Çünkü bu ülkelerde ayaklanan halk despot yönetimlerin devrilmesi için harekete geçmişti. Arap baharı halkına zulüm ile beslenen yönetimler için oluşturduğu tehlike kadar İsrail için de bir tehditti. Bu noktada bu rejimler karşılıklı bir “fayda” üzerine anlaşarak ikisi de “tehdit” karşısında iş birliği yapıyorlar.