Böyle gelmiş, böyle gider…
Böyle gelmiş, böyle gider…
MUHAMMET KUTLU
Ana akım medyadan bir televizyon genel yayın yönetmeninin adının karıştığı, ardından gözaltına alınan bazı ekran yüzlerinin ifadeleriyle medya piyasasını sarsan skandal ilişkiler ağı, kamuoyunda büyük şaşkınlığa yol açtı.
Yaşanan genel şaşkınlık, olayın muhteviyatına uygun olmakla birlikte, benim gibi meslekte uzun bir geçmişi olan basın emektarlarını çok da şaşırtmadı.
Çünkü Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi bir ülke, her alanda olduğu gibi medya alanında da dünyayı domine eden güçler tarafından başıboş bırakılmaz.
Kitabın ortasından konuşmak gerekirse, bu ülkede matbuat, basın, medya denilen şey, geniş halk kitlelerini kontrol altına tutup yönlendirmek için oluşturulmuş bir illüzyon ağından ibarettir.
Kısaca göz atarsak, bakiyesi olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk gazete, 1795 yılında Pera'daki Palais de France denilen Beyoğlu’nda, Fransız elçi Verninac-Saint-Maur tarafından kurulmuş, 1796 yılının Mart ayına kadar Bulletin de Nouvelles başlığı altında iki haftada bir yayınlanmıştır. Gazette française de Constantinople, 1797 yılının Mayıs-Temmuz ayları arasında ise Mercure Oriental yayına başladı. Gazetenin amacı İstanbul'da yaşayan yabancı uyruklu vatandaşlara 1789 Fransız Devrimi sonrasındaki ülkenin siyaseti hakkında bilgi aktarmaktı.
26 Kasım 1800 tarihinde Mısır'da çıkarılan ilk Arapça gazete olan al-Tanbih (The Alert) General Jacques-François Menou tarafından kuruldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk resmi gazetesi Takvîm-i Vekâyi çıkarıldıktan dört gün sonra, 5 Kasım 1831 tarihinde II. Mahmud'un isteğiyle Fransızca olarak Le Moniteur Ottoman kuruldu. Gazetenin editörlüğünü Alexandre Blaque yaptı. Gazetenin amacı, devlet içerisinde gerçekleşen olayları ve II. Mahmud'un reformlarını Avrupa kamuoyuna tanıtmaya çalışmaktı.
1 Ağustos 1840 tarihinde İstanbul'da yaşayan İngiliz tüccar William Churchill tarafından Cerîde-i Havâdis kuruldu. Cerîde-i Havâdis özel sermaye ile kurulan ilk gazeteydi. Bu sebeple diğer gazetelere kıyasla daha özerkliğe sahip oldu. Gazetenin ana konuları, dış politika ile uluslararası haberlerdi. Cerîde-i Havâdis, Türk basınında ticarî ilan yayınlarını başlatan gazete olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk yerel gazetesi İbrahim Şinasi (1826-1871) ve arkadaşı Agâh Efendi'nin (1832-1885) desteğiyle 1860 yılında Tercümân-ı Ahvâl adıyla kuruldu. Tercümân-ı Ahvâl gazetesi, ilk kez kendi başına kurulan gazete olma özelliğini taşır. Gazetenin amacı Osmanlı İmparatorluğu'nun iç ve dış haberlerini halka sunmaktı. Gazete döneminde Cerîde-i Havâdis ile rekabet etmiştir.
İbrahim Şinasi altı ay sonra Tasvîr-i Efkâr adında bir gazete kurdu ve yazar kadrosunda Namık Kemal de bulunuyordu. Tercümân-ı Ahvâl 11 Mart 1866 tarihinde yayın hayatına son verdi. Namık Kemal kısa bir süre sonra Paris'e gitti.
1876'da İstanbul'da kırk yedi dergi vardı. Dergilerin çoğu yabancı dillerde olmak üzere azınlıklara hitap ediyordu, dergiler arasından on üçü Osmanlı Türkçesi ile yazılmıştı. Galata'da gayrimüslim ve azınlıklar tarafından yabancı dillerde pek çok gazete üretildi.
Osmanlı döneminde yayımlanan gazete ve dergiler genellikle gayrimüslimler tarafından yönetildi.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra milli yayın kuruluşlarının sahneye çıktığına ilişkin oluşmuş bir yanılgı vardır. Bunun altında da basını kullanarak Müslüman halkı yönlendirmek üzere çalışan bir toplum mühendisliği yatar.
Özetle, basın, medya, sosyal medya denilen ve toplumu yönlendirmek gibi büyük bir gücü olan araçlar, hâlâ ağırlıklı olarak gayrı millî yapıların etkisi altındadır.
Bu nedenle ne kadar yetenekli olursa olsun, Müslüman bir aileden gelen, vatanına milletine bağlı gazeteciler hiçbir zaman ön plana çıkamazlar.
Çalıştıkları kurumlarda hep en yoğun emeği onlar sarf eder. Fakat ön plandaki makamları genellikle ballı maaşlarla gayrı millî isimler işgal ederler.
Bu dün de böyleydi, bugün de böyle. Aksini iddia edenlere bu konuda küçük çaplı bir konferans verebilirim. Malum, burada yerimiz dar…
Demem o ki, güzide Türk halkına illüzyon yaşatan medyada dönen dolaplar gerçekten baş döndürücüdür.
Karşı mahalledeki gayrı milli çevreleri kalemiyle, yorumlarıyla yerden yere vuran sağ muhafazakâr birini akşam şu barda, bu meyhanede, kendi mahallesine, iktidara ağır hakaretleri savururken görebilirsiniz.
Ya da, en agresif sol kalemşörler aileden aristokrat, toprak ağası, milyarder aile çocuğu olabilir.
Bu piyasada ekranlardan inmeyen anlı şanlı kanaat önderlerini özel yaşantılarında görseniz küçük dilinizi yutarsınız.
Kimse olduğu gibi görünmediği gibi, pek çoğu sahte karakterlerini oscarlık oynayan kişilerdir.
Basın ya da medya sektörü, ilk ortaya çıktığı Osmanlı döneminden beri hiçbir zaman bu ülkenin gerçek evlatlarına bırakılmamıştır.
Medyadaki vitrin konumlara en yüksek maaşlarla hep gayrı milliler gelir. Dış görevlere, bizim gibi sıradan gazetecilerin beş-on katı maaşlarla birileri gönderilir. Maddi birikim ve görgüleri artırılır. Ardından bir iki yere daha atanırlar. Sonra da etkileyici CV’lerle sektörün değişik alanlarında yönetici olurlar. Arada yol kazaları, skandallar yaşanır ama çabucak unutulur.
Uzun lafın kısası; şaşırmamak lazım. Bu iş böyle gelmiş, böyle gider.