Sumud ve ötesi
Sumud ve ötesi
LATİF ERDOĞAN
Sumud Filosu, beklenildiği gibi İsrail zulmüne çarptı ve Gazze’ye giremedi. Aktivistler tutuklandı; üç gün aç ve susuz çeşitli işkencelere maruz bırakıldı. Türkiye’nin diplomatik girişimleriyle bir kısmı kurtarılarak Türkiye’ye getirildi.
100 gemilik filo çeşitli baskı ve entrikalarla sayısı 47’ye gerilemiş olarak yoluna devam edebildi. Onlar da baştan aldıkları karar gereği hiçbir fiili direniş göstermeden İsrail’in asker kılıklı teröristleri tarafından ağır silahlarla kuşatıldı, ablukaya alında, taciz edildi, teslime zorlandı.
Bu vesile ile pasif direnişin fevkalade bereketli neticesi bir kez daha tecelli etti; aktivistlere yapılan zalim muamele bütün dünyayı ayağa kaldırdı. Halk kitleleri dünyanın pek çok yerinde ayrıca organizeye ihtiyaç duymadan kolektif bir spontane refleksle sokağa döküldü; İsrail her dilden, her dinden, her ırktan, her renkten insanın protestosuna, telin ve lanetine muhatap oldu.
Türkiye, geçtiğimiz Pazar günü 81 ilde yapılan protestolarla adeta tek bir sesle ve tekbirlerle gerçekleşen dev mitinglere ev sahipliği yaptı. Türk halkı ayrıştırıcı hiçbir ön yargıya pirim vermeden Filistin davasında bütünleşti, dağlar azametinde bir coşkuyla Filistinli kardeşlerinin yanında yer aldığını başta İsrail olmak üzere bütün dünyaya gösterdi.
Bu kıyam çok önemlidir, dünyanın geldiği bu kıvam çok önemlidir; bir an evvel ileri bir adım daha atılmalı ve İsrail’e ebediyen unutamayacakları bir ders verilmelidir. Bunun da ancak güç kullanımı olacağı her türlü izahtan varestedir.
Elbette barış her zaman hayırlıdır. Her barış bağrında bir Hudeybiye potansiyeli taşır. Hudeybiye fethi aşılar. Ardından görkemli bir fetih gelir.
HAMAS’a yapılan barış teklifini bu kategoride değerlendirmek gerekir. Zahirde aleyhte gibi görünen hükümlerinin zamanla ve tabii seyrinde lehe evrilmesi her zaman mümkündür.
Sabır, en güçlü kilitleri dahi açan bir anahtardır. Yeter ki, yerinde ve zamanında kullanılabilsin, aktif kalabilsin, öğrenilmiş miskinliğe dönüşmesin. Zaten Filistin demek cesaret kadar sabır da demektir. HAMAS’ın bu barıştan çok yönlü kârlı çıkacağında kuşku yoktur.
Siyasi söylemlerimizi de yeniden revize etmemiz gerekiyor. İki devletli çözüm önerimiz İsrail tarafından sürekli askıya alındığına ve kabul edilmediğine göre yok hükmündedir.
Dolayısıyla bundan sonraki önerimiz tek devletli çözüm olmalıdır. Yani İsrail’in oradaki haksız, hukuksuz varlığı kökten ret edilerek o toprakların tamamen Filistin devletine aidiyeti konuşulmalıdır. Sonunda tarihin bu noktada karar kılacağında benim şüphem yoktur. Filistin orada tek devlet kalmanın bedelini ödedi; iki devletli çözüm ona haksızlık olur.
Zillet, Yahudilerin müktesep hakkıdır. Onlar bu haklarını cimri hasisliği içinde her zaman ve zeminde kullanırlar. Tarihte yaşadıkları pek çok zilleti hak ettikleri için yaşadıkları gibi bundan sonra yaşayacakları zilleti de hak etmiş olarak yaşayacaklardır. Yine vatansız kalacaklar, yine sürgünlerde sürünecekler.
Nankörlük Yahudi’nin karakteridir. İyilik nankörü daha da nankör yapar. Nankörlük son noktada ihanete dönüşür. Yahudi’ye iyilik edenlerin onlardan ihanet görmesinin sebebi bu gerçektir.
Osmanlı, İspanya’dan sürülen Yahudileri himayesine alma iyiliğini, dört yüz sene sonra maruz kaldığı Yahudi ihanetiyle yıkılarak ödedi. Türkiye, 28 Mart 1949 tarihinde ecdadına bunca ihaneti yapan İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu.
İsrail, bütün sabır cidarlarımızı zorlama pahasına yaptığımız bu tanıma iyiliğini, ihanetiyle neticelendirmenin kahpe oyunlarını oynuyor. Kendimize iyilik yapalım ve bu tanıma kararını yeniden gözden geçirelim. 1949’da Rusya tehdidi, NATO’ya girme zarureti gibi konjonktürel şartların zorlamasıyla da olsa bir yanlışa öncülük ettik, şimdi de bu yanlıştan dönmeye öncülük edelim. Kuruluşunda hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu korsan devleti tanımayı askıya alalım.
Bu vesile ile bu yolda şehit olmuş aktivistleri rahmetle anıyor, Sumud aktivistlerini candan kutluyorum. Gazze’ye girmenin ötesinde neticesi çok hayırlı işler başardılar.