• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
İdris Günaydın
İdris Günaydın
TÜM YAZILARI

Türkiye bugününü üç lidere borçlu

10 Aralık 2025
A


İdris Günaydın İletişim: [email protected]

Türkiye bugününü üç lidere borçlu

İDRİS GÜNAYDIN

Bugüne gelmemize sebep olan önce Allah’tır. Ona hamd ve şükürler olsun. 

Sonra da ağzına içki koymayan üç lider: Özal, Erbakan, Erdoğan… 

Eğer onlar Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Türkiye’yi yönetse idiler; bugün Türkiye, Japonya ve Almanya’yı ya yakalamış ya da sollamış olurdu.

Bunun bariz sebepleri şöyle olurdu:

*Türkiye’yi salim akılla yönetecek akıllar, ayyaş halleri yerine ayık kafa ile karar alırlar ve mesela uçak fabrikasını kapatmazlardı.



*Mesela otomobil fabrikasını kapatmazlardı.

*Türkiye bugünkü savunma sanayi başarılarını o gün yakalamış, Asya ve Afrika’nın hamisi durumuna gelmişti.

*Türkiye Erbakan gibi dahi akıl sayesinde yönetilseydi birçok alanda ilmi gelişmelerin öncüsü olmuştu.

*Özal gibi bir lider tarafından yönetildiğinde hem üretecek hem de tüccarları tüm dünyaya tanıtarak ürettiğimizi satmayı becerebilecekti.


*Erdoğan sayesinde hem “kazan-kazan” formülü ile hem de cesaretiyle Türkiye’yi hem ihracatta hem de sınırlarını genişletmede sıçratacaktı.

Bu üç liderin birbirine benzeyen tarafı onlar Osmanlıcı ve Selçuklucu olmalarıdır. Dahası dindar kimlikli liderlerdir. Müslüman korkak olmaz.


Tarihimizden aldığı cesaretle daima atılımcı olurlardı.

Ayyaşların yönettiği onca yıllar memleket adına heba oldu. CHP “yurtta sulh cihanda sulh” anlayışına teslim oldu. Ya iktidar olduklarında icraatları ya da muhalefette iken saldıkları menfi propaganda “afyon” etkisi yaptı.

Türkiye yıllarca yerinde saydı. Savaşa girmemek marifet sayıldı. Ancak, dünya savaşırken o ara bazı fırsatlar kaçırıldı.

Düşünün: Bir cumhurbaşkanı tüm işi bırakmış bir başbakanın karısının başörtüsü ile uğraşıyor. Bir başbakan da TBMM ye halkın oyu ile seçilmiş vekilin başörtüsüyle.


Dahası millete İngiliz şapkası giydirmekle. 


O yıllarda Avrupa’da gübre yok muydu? Tarlalarda kara lahana bile bitmediği bir zamanda, devletin parası ecdadın mezarlarını ve tarihi mirasını düzlemeye ayrılmıştı. Devlet gübre için kredi verseydi vatandaş açlıktan kırılmazdı. Ama sarhoş masalardan yönetilen ülke bir adım gidemedi.

Kürt nüfus tümüyle günahkar sayıldı. Kanuni’nin Fransuva’ya yazdığı mektupta Kürdistan dediği, Kamal Atatürk’ün ilk meclisi oluştururken, “Kürdistan mebusu” dediği bir bölgenin insanına sen Kürt değilsin Türk olacaksın dayatması yapıldı. Kimin aklına geldiyse bu deli saçması, ülkemize bir trilyon dolardan fazla zarar verdi. Nice canlarımız heba oldu. Nice fırsatlar kaçtı. Deprem için toplanan paralar bile beceriksiz Ecevit tarafından memura verildi. Depremden üç gün sonra deprem bölgesine gelmeyi marifet bilmişti.


Milletimizin bir özelliği var: Vakit namazlarında camiye seyrek gider lakin siyaset cami kapılarında yoğrulur. Yoğuran sayıca az fakat özgül ağırlığı çok insanlardır. Menderes de, Demirel de, Özal da, Erbakan ve Erdoğan da hep cami kapılarında mayalanan siyasetin eseridir. Cami kapılarında mayalanmayan siyaset başarılı ve uzun ömürlü değildir.

Aslında cami cemaati arasında Bülent Ecevit taraftarları da gözüktü, lakin onlar cami cemaati tarafından dışlandı. Çünkü Ecevit’de çok açık bulmuşlardı.

Ecevit siyasi hayatının hatasını, finalini Merve Kavakçı’ya o lafı söylediğinde bitirdi ve gideceği yeri hak etti.

Milletimizin bir başka özelliği, kendi içse bile içen siyasetçiyi sevmez. Tercihini ondan uzak tutar. Hatta bir sarhoş, bir gayrimüslimle karşılaşsa ona İslam’ı anlatır bildiğince. Bu mayadır. Yani ilerde varacağı hedeftir.


Bakmayın CHP’nin % 25’ler civarında oy almasına. O oyun nedeni Kemalist eğitimden kaynaklanır.

Daha önce de yazdım; çocukluğumdaki dedem yaşında insanlar CHP’nin ağasını da paşasını da hiç sevmezlerdi. Topal Osman’ın öldürülmesinden midir nedendir; ateş püskürürlerdi. Bilahare askerde ve eğitimde tek tip propaganda ile nesil değişti!

Biliyorum; bu yazım bazılarını rahatsız edecek. Ben söylemiyorum. Her şey ortada.


Safiye Ayla mı yalan söylüyor, Müzeyyen Senar mı? Hasan Rıza Soyak’a ne dersiniz ya Falih Rıfkı Atay’a? Cemal Granda benim evimde aşçı değildi. Prof. Mete Tunçay’a ne dersiniz? Bakın Rıza Nur’dan hiç söz etmiyorum. Ya ilkokuldaki çocuklara bira içirdiği iddiası. Abdurrahman Dilipak’ın yalancısıyım. Ya beş yaşındaki Ülkü Adatepe’ye? Nazmi Kal da mı Kamal Atatürk düşmanıydı?

Neden karşı çıkıyorsunuz ey Kemalistler. Bir çürük ipliğe hülya dizdiğiniz sırıtıyor. Bari deyin ki yüz sene önce beş yaşındaki kızlar on beş yaşında sayılıyordu lakin geç yazdırma geleneğinden ötürü büyükse de küçük yazılıyordu. Yutan olursa bir deneyin.


Yıllar önce Yılmaz Güney’in “Köye gelen yabancı” adlı bir filmi vardı. Kısaca şöyle özet vereyim: Bir köyde kendine “Güneşin oğlu” adını veren zalim bir ağa vardı. Neler yaptığını anlatmama gerek yok. Halk baş kaldırdı. Ağanın adamlarıyla savaşmaya başladı. Yılmaz Güney de köye yeni gelmişti. Kendini savaşın içinde buldu ve ağaya karşı savaşmaya başladı. Sonunda ağa ile karşılaşınca şöyle dedi: “Zulme dayanan bütün saltanatlar yıkılır. Sen güneşin oğluysan biz de Allah’ın kuluyuz.” Bir gün mutlaka yıkılacak. Çünkü elinizde belge yok. Sadece yakıştırma var vesselam.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23