Nasıl olsa da bu iktidarı eleştirsem?
Nasıl olsa da bu iktidarı eleştirsem?
İDRİS GÜNAYDIN
Her Türkiye’li gibi ben de bu ülkede yaşıyor, ağlanacak zaman ağlıyor, gülünecek zaman gülüyorum. 2002 yılından önceye gidelim: Millet geleceğinden ümitsiz, memurların “bu ay paramızı devlet ödeyemez veya yarım öder; öyle olursa ne yaparız?” korkusuyla yatağa girdiği, bir ay deprem yardımları ile memur maaşlarının ödendiği, öbür ay Ecevit’in ABD ye gidip Clinton’un karşısında tek bacak durduğu yıllar... Ardından esnafın yazar kasayı başbakanın ayağına fırlattığı ve “ Sen başbakan değil boş bakansın” dediği yıllar.
Okuldan eve giderken esnafın yolumu çevirip: “Hocam. Bu devlete vergisini vermesek olur mu? Böylece çekip giderler” dediği yıllar.
Memurun, işçinin devletten, çeşitli yapılanmalar vasıtasıyla (KEY) gibi; alacaklı olduğu fakat alamayacağına dair zannı galibin oluştuğu yıllar.
Yatırım mı? Ne gezer! “Yatırım matırım istemiyoruz; hükumet seçime kadar ülkeyi yönetsin de…” dediğimiz yıllar.
Ak Parti iktidar oluyor ve Türkiye’nin makûs talihi yavaş yavaş değişiyor. O olamaz denilenler oluyor, yapılamaz denilenler yapılıyor. Ve bugün Türkiye, haritada küçük bir devlet olarak gözükürken, ABD ve Çin’in yanında bir lokma kadar yer işgal ederken, dünyada hiçbir ülkenin başaramadığı havadan havaya hedefi vuran bir sistemi başarıyor. Hem de kendi ürettiği Kızıl Elma sayesinde.
Kızıl Elma hikâyesini ilk kez, yıllar önce Cengiz Aytmatov’un bir hikâye kitabında okumuştum. Orada aslında yazar, iki konuya müncer kılmıştı hikâyesini; biri hedef, biri hal… Gerçek anlamıyla kızıl elmayı hikâyeleştirirken, ülkü olarak da kızıl elmayı hedef olarak gösteriyordu.
Biz de millet olarak, yıllarca, nice kızıl elmalar dişledik ama ilk kez dünya çapında bir üne kavuşturdu bizi. Dişlediğimiz değil düşlediğimiz kızıl elma…
Yani, yalakalık yapmayı yapacağım da nasıl bir yalakalık yapsam diye düşünüyorum: Önce CHP’ye yalakalık yapayım. Türk’ün siyasi tarihinde millet düşmanlarını istihdam etmiş, onları muhtelif şehirlere stepne gibi yerleştirmiş, her yapılan icraata “vatan elden gidiyor” gözüyle ateş püskürmüş, yapılınca da hiç utanmadan en çok istifadeyi o yapmış, terör örgütlerini ya okşamış ya da bu örgütleri kurmuş; önce aydınları büyük adam ilan etmiş sonra da asmış, ardından da ulusal kahraman yapmış; para bulabilirse pisleyen adam heykeli, Bülent Arınç’ın dediği gibi “şeyini şey ettiğimin şeyi” heykeli yapmış, bulamayınca da büyük şehirleri çöpe ve farelere teslim etmiş bir partiyi mi desteklesem?
Hiç kafamız ağrımaz. Hiç düşmanımız da olmaz. Nasıl olsa İngiliz’le ele ele dolaşır, Yunan’la dans ederler. Bu kadar ikramdan sonra bize saldıracak halleri yok ya. Ekonomi batmış, yatırımlar bitmiş ne önemi var? Bir Kamal Atatürk nutku çekerler o kadar.
Bir İyi Parti ile ona müsavi diğer partilere mi yalakalık yapsam?
Mesela Ümit Özdağ’ın partisine yalakalık yapsam nasıl olur? O mihvere girince Kürt kardeşlerimize yer mi beğendirsek? Türkiye’yi “Ne mutlu Türküm diyene” boş sloganına yeniden mi döndürsek? Hatta Ümit Özdağ’ın uzaktan akrabası sayılan Munis Tekinalp’i yeniden mi hatırlasam?
Saadet, Yeniden Refah, Gelecek, Deva partilerine mi yalakalansam?
12 oy sen fazla aldın, 22 oy ben fazla aldım, ben başbakanlık yapmış adamım, ben de bakanlık yapan ve her seferinde ayakkabıyı bol giyen biriyim! Ya beni unutmayın; bugüne bugün bir başbakanın oğluyum, ben de partisinin başkanıyım tartışmalarıyla daha gönül huzuruyla liderlerini seçemeyen o kesime mi?
Ne o ne o. Yeni bir parti bulmalıyım. İktidar çok “beni bir daha düşün” diyor, ama nesine kanacağım: havadan havaya bomba attı diye mi? O kadar kartallar da kuşların başına pisliyor. Hem, Özgür Özel’in dediği “Denizde balıklar korkuyordur” şimdi de havada kuşlar. Şehir hastanelerinde tedavi eden bölümler de yok.
En iyisi dışarıdan alma. Hiç değilse tabiatımız bakir kalır da pırasalarımız sanayi artıklarına bulaşmaz vesselam.