İyiliğin bağlı duran ellerini çözmek
İyiliğin bağlı duran ellerini çözmek
İDRİS GÜNAYDIN
Yaşadığımız dünyada hep karamsar olacak değiliz. İyiliğin bağlı ellerini çözen, serbest bırakanlar da var. Buna misal üç olay anlatacağım.
İkisini geçen hafta 19 Aralık Cuma günü üniversite camiindeki toplu sabah namazımızdan sonra, kahvaltı salonuna indiğimizde, Ankara’dan gelen davetli misafirimiz İsrafil Kışla Bey anlattı.
Bir annemiz, ismi lazım değil, emekli olduktan sonra galiba “Darül Aceze’ye” gider, her gün oradaki hastaları yıkar, tırnaklarını keser, saçlarını tarar onlarla ilgilenirmiş. Bu böyle on beş yıl sürmüş. Ücret mi? İşte paradigmanın yerle bir olduğu yer. Bu hizmetler parayla yapılmaz ki.
İkinci olay daha ilginç: İstanbul veya Ankara’da bir camiye bir cemaat devam etmeye başlar. Vilayeti önemli değil. Sorarlar tanışırlar; Özbekistanlı. Oranın imamından Kuran-ı Kerim okumayı öğrenir. Derse devam eder. İnsanlara hizmet eder. Hatta günler sonra Kur’an Kursunun yapılması gereken bazı inşaatları vardır; onları da parasıyla yaptırır. Artık Türkiye’den gitme vakti gelmiştir. Kendinden bahseder: Benim Özbekistan’da üç tane fabrikam var. İşimin başına dönmeliyim diyerek vedalaşır.
Üçüncü olay bizden bir iyilik örneği. Kahvaltı hayırseverimiz, Giresun’un vergi rekortmeni olmuş kardeşimiz Ali Acar Beyin dokuz aylık oğlu zatürre olur. Yıl 1990’lar. Hani şu özlediğimiz yıllar var ya. Tek hastane var: Gedikkaya Hastanesi… Kapasitesi belli. İmkânları belli.
Bugün o hastaneden başka, şehir merkezinde yeni yapılan, sekiz hastane mevcut. Aile hekimliklerini saymıyorum. Her ilçede yapılanları da saymıyorum. Yine de ah 1990’lar ah.
Ali Beyin durumuna geri dönelim.
Hastanede tedavi olamaz, Trabzon’a sevk ederler. Daha sonra Giresun’dan sabiyi Trabzon Farabi Fakülte Hastanesine götürürler. Acile vardıklarında çocuk ruhunu teslim eder.
Eh… Allah adama evlat acısı ve de oğul acısı göstermesin. Ali Acar Bey ve hanımı perişan olurlar. Tek oğul ve sabi… Ali Bey’in haleti ruhiyesini gören bir Trabzonlu yanına yaklaşır. Cenaze nereye gidecek diye sorar. Giresun’a cevabını alınca. “Kardeşim. Sen bu vaziyette Giresun’a kadar direksiyon sallayamazsın. Atlayın benim arabaya” der. Onları ve çocuğu alıp Giresun’a getirir. Yerleştireceği yere yerleştirir. Haydi, bana eyvallah deyip oradan ayrılır. Ne adını sorar ne adını verir. Ne işini sorar. Ne kart alır veya bırakır. Bir kuruş para istemez.
Ya efendi durum bu! Hızır hep kendi suretinde gelmez.
Üç tane misal iyiliğin bağlı ellerini çözüp salan kişilere ait.
KEDİ OTU
Ne zamandır ben de bir uyku bozukluğu var. Geceleri asla uyuyamam. Gündüz uyurum. Birkaç gündür grip oldum; ne gündüz ne gece uyku yok. Çıldıracağım. İnterneti araştırdım, uyku ilacı var mı diye. Panaks adlı bir ilaç önerdi. Kökleri kazıksı bir bitki ile kedi otunun karışımından ilaç yapılmış. Kapsuller halinde. Yalnız reçete ile satılmadığından aktarlarda aramak gerekirmiş. Bir aktar tanıdığım vardı. Aradım ve bir kutu getirttim. Dünya varmış. Öyle rahat uyudum ki.
Köyde bir kedimiz var. Adı sütlaç. Dış kapının yanına yer yaptık, mamasını da koyuyoruz. Biz köyde olmayınca köyde olanlar koyuyor. Siz unutsanız da o kimseyi unutmuyor. Yanına gidiyor, ayağına sürtünüyor ve mamam bitti der gibi yalvarıyor. Herkes de onu seviyor mamasını dolduruyor.
Kendisi erkek. Bir de yanına bir erkek arkadaş bulmuş öyle devam ediyorlar. Bir huyu var: Bizi görünce hemen yere yatıyor ve anında uyumaya hatta horlamaya başlıyor. Bundan bir süre önce bir komşumuz söyledi: “Ot yerken gördüm.”
İki türlü ot olabilir: Elebor otu ile kedi otu… Kediler ishal olunca elebor otunu yerler. Kedi otunu da uyumak için.
Biz de kedi otu yemiş gibiyiz. Hala uyuyoruz. Bir an önce kedi otunun tesirinden kurtulmamız gerekli. Bu da iyiliği çoğaltmamıza bağlı. Vesselam.