Eğitim ve bilim
Eğitim ve bilim
İDRİS GÜNAYDIN
Küçük hafız, Kur’an Kursunun küçücük odasında Kur’an okuyordu. Aslında Kur’an-ı Kerim’i ezberleyeli iki yıl olmasına rağmen tekrar etmek için arada Kur’an Kursuna gider ve tekrar ederdi. Maksadı unutmamak.
Kendisi aslında İmam Hatip Ortaokulu talebesiydi. Okulları Hafızlık İkmal İmam Hatip Okuluydu. Talebe ne Kur’an’dan kopacak ne de okuldan. Bir program dahilinde ikisini de götürecekti.
O yıl İsrail Gazze’ye saldırmış ve yirmi bin çocuğu, çoğu kendisi gibi hafızı öldürmüştü. Bir hafız olarak hem üzülüyor hem de bir şeyler yapmak lazım diyordu. Neden bu kadar cani olabiliyorlar? Neden bu kadar vahşi olabiliyorlar? Bunlar insan değil mi? Bunlar bu cesareti nereden buluyorlar?
Hayır hayır. Buna mutlaka bir çare olmalıydı. İki milyara yakın olduğu söylenen Müslümanlar bu kadarcık İsrail ile baş edemiyorsa kabahat kimindi? Deniyordu ki; İsrail küçük ama arkasında Hristiyan Dünyası var. O Hristiyan Dünyası Müslümanların niçin arkasında değil? Müslümanlara ürettikleri mallardan satmıyorlar mı?
Zaten bir şeye kafası takılıyordu. Kur’an’ı ezberlemiş fakat LGS’de çıkacak soruların derslerinden geri kalmıştı. Ayrıca Kur’an’dan bir kelime bile mana bilmiyordu! Sadece Arapçasını yüklenmişlerdi?
Kurs Müdürüne çıktı. Bazı sorulara kafasının takıldığını söyledi. Yusuf Hoca, Kur’an Kursunun Müdürü, onu misafir etti. Güzel ağırladı.
-Buyur dedi.
-Neden kursumuzda bir fizik veya kimya laboratuvarı yok?
- Niçin diye sordu Yusuf Hoca.
-Çünkü bir avuç İsrail, okuduğuma göre, binlerce yıl sürgün hayatı yaşamışlarken, yine de bugün tüm bilimin öncüsü olmuşlar. (O esnada yan taraftaki çamaşırhanede çamaşır makinası kurutma işlemi yapıyor; kasnak hızla dönüyordu) Bakın çamaşır makinasını yapmasalarmış sanki kirli kalacakmışız. Bunlar göçebe, bunlar sürgün… Ama kendilerini bilimle, araştırmayla ayağa kaldırmışlar. Tüm dünya saygı duyuyor onlara. İki milyar Müslüman dünyayı arkasına takamıyor, bir avuç Yahudi arkasına takıyor.
Bak hocam. İran’da da göçerler var. Hiç hayatlarını incelediniz mi? Belli ki yıllardır böyle. Birkaç keçinin hatırına topraktan evler kazıp o evlerde oturuyorlar. Demek yıllar geçmiş ama onlar hep yerinde saymışlar.
Afrika’daki yerli kabileleri gördün mü? Ottan yaptıkları çatıların altında, toprağın üzerinde yaşıyorlar. Hiç ilerleme olmamış.
Bizdeki Romanlar da öyle. En iyi bildikleri iş; kalaycılık…
Müslüman göçebeler dünya kuruldu kurulalı yokluk, yoksulluk içinde yaşıyorlar. Bir avuç Yahudi, göçebe, sürgün hayatı yaşıyor ama bilimin öncüsü, teknolojinin öncüsü!
Bu işte bir terslik yok mu?
-Hafız! Seni Gazze’deki olaylar çok etkilemiş galiba!
-Evet. Etkiledi. Kur’an’ı ezberledim ama bir kelimesini bilemiyorum. Keşke hafız olmasaydım da bir bölümün anlamını bilseydim. Ben diyorum ki; Kur’an Kurslarında laboratuvar da olmalı. Sıkı bir bilimsel eğitimden geçmeliyiz. Ancak varlığımız bu yolla bilinir.
Yusuf Hoca, çaresizlik içinde, içinden tastik ederek hafızı teskin etti. Ama bir yandan da düşünüyordu. Daha dün İstanbul’da yüz binlerin katıldığı miting olmuş ve sadece duaya amin denilmişti. Halbuki o esnada bile İsrail Gazze’yi bombalıyor, masumlar ölüyordu. Dünyada insanlar ayağa kalkıyor ama ne çare ki; mal alırken Yahudi malı alıyordu.
Bir yıldır İsrail masumları öldürüyor, evleri tahrip ediyor lakin bu bir yıl içinde Yahudi malı olmayan bir tane mal meşhur olmuyordu. Meydanlarda “kahrolsun” diye bağıranlar, evlerine Yahudilerin ürettiği maldan götürüyordu!
Bu bir acizlik değil miydi? Bu bir çaresizlik değil miydi? Bu bir akıl tutulması değil miydi?
Fırsat bu fırsattı. Bütün insanlığı kendinden ayrı gören ve kendisinin kölesi kabul edip, kendisinin efendi olduğunu ilan eden bu devlete karşı, işini bitirmenin tam vaktiydi. Fakat insanlık bir korku ve kuşatılmışlık içindeydi. Sanki dünyayı yok edecek bombanın pimi İsrail’in elindeydi.
Hafızı gönderirken çamaşır makinası hâlâ hızla dönüyordu.
Hayır, hayır. Eğitim, bilim, din; başka çare yok. Şu binayı yapan da önümüzdeki Kur’an’ı basan da o. Eğitim, bilim, din...
Bu konu yeniden değerlendirilmeli, Vesselam.