• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
İdris Günaydın
İdris Günaydın
TÜM YAZILARI

Bir sempozyumun ardından (1)

26 Mayıs 2025
A


İdris Günaydın İletişim: [email protected]

Bir sempozyumun ardından (1)

İDRİS GÜNAYDIN

15-16 Mayıs tarihlerinde Giresun Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öncülüğünde fakat asıl organizasyonda hakim ruh kıymetli arkadaşımız tarihçi Mehmet Fatsa olan bir sempozyum yapıldı. Üniversitenin konferans salonunda iki gün, Yağlıdere’de de bir oturum süren sempozyum bizim tarih olarak aslında ne büyük zenginliğe sahip olduğumuzu lakin araya giren Fetret Devri nedeniyle kendi şaheser uygulamalarımızdan ne kadar uzaklaştığımızı gözler önüne serdi.

Bu vesile ile bu sempozyumu organize eden Giresun Üniversitesine, İlahiyat Fakültesine ve bu sempozyuma esintisini katan Mehmet Fatsa’ya teşekkür ederim.

Sempozyumun konusu “Ahilik kavramı ve Hacı Abdullah Halife” idi. Bu sempozyum ile ilgili bende oluşan takdir ve tenkit hislerimi aşağıda belirteceğim. Lakin önce açılışta yapılan konuşmalara değinmek istiyorum.

Sayın Rektör Yılmaz Can Bey, yapılan etkinliğin ruhuna uygun bir konuşma yaptı ki hakkıdır. Giresun Valisi Sayın Fatih Yüksel Serdengeçti’nin yaptığı konuşmada değindiği bir nokta vardır ki; çok dikkat çekicidir. Rahmetli Cemil Meriç’in bir sözüne atıfla “İzm”ler idrakimize giydirilen deli gömlekleridir” diyerek aslında izm’ler gemisiyle insanlarımızın hakikat limanından ne kadar uzaklara açıldığını ve böyle güzellikleri unuttuğunu söylemek istedi. 

Rahmetli Necip Fazıl’ın söylediği “Biz hakikati ceketimizin astarında kaybettik” sözünde manasını bulan o gerçek ki; biz aslında bu hakikati bulmuştuk. Lakin o hakikat limanından “izm”ler kayıklarıyla güya hakikati aramaya çıktık. Bugün aslında; vaktiyle o hakikati, bir zamanlar bulduğumuzu hatırlıyoruz. Bu sempozyumlar bize bunu anlatıyor.

Sempozyumda Giresun İlahiyat Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Muharrem Akoğlu’nun hacimli bir konuşması var ki; ona müstakil makaleler ayırdım.

BÖYLE SEMPOZYUMLAR NASIL DAHA VERİMLİ KILINABİLİR?

1- Bu sempozyumların bir nihai bildirisi olmalı ve ilgili bakana gönderilmelidir. Burada anlatılanlar eğer gerçekten anlatıldığı gibi ise o, tarihimizde bir yere gömülmüş bugün ortaya çıkarılan bir hazine gibidir. Hiçbir hazineyi devlet denize atmaz aksine bir yerde sergiler veya hazineye devreder.

Sadece bizim tarihimizde değil; Roma, Yunan, Lidya, Frigya, Urartu vs. gibi tarihlerden kalma iskeletleri bile devlet korumaya alıyor. Devletin tasarrufu olmadan bu tür tarihi uygulamalar hayata geçmez ve sadece sempozyumlarda kalır.

2- Salonun dolu olması elbette herkesin isteğidir. Üniversite bir şarkıcı getirdiğinde, icabında tüm fakülteleri tatil edebiliyor da böyle bir etkinlikte neden her fakülteden yirmi öğrenci o salona izin verilerek gönderilmiyor? Bu sempozyumdaki ana fikir, ticaret yapanların uyması gereken ahlak ve İslami duyarlılıklar idi. Gelecekte sadece İlahiyat Öğrencileri mi ticaret yapacak? Diğer fakülte öğrencilerinden ticaret yapacak yok mu?

3- Nihai Bildiriyi önemsiyorum. Öyle bir bildiri olmalı ve mutlaka medyada yayınlanmalı, hocaların adreslerine gönderilmeli, sokakta yayınlanmalıdır.

4- Bir video çekimi mutlaka olmalı idi ve isteyen ona ulaşabilmeli idi.

SEMPOZYUM İLE BENDENELER CANLANDI?

Anlatılan uygulama, Bayramoğulları Beyliğinin Karadeniz’i fethi üzerine Karadeniz’deki hayatı ilgilendiriyor. Ahi Evran’ın talebe ve bağlılarının bir uygulamasını. Şu hale bakar mısınız? Ortada devlet yok ama dipdiri bir millet var. Kasabalarda Fakih (hukukçu) var. İmam var ve birçok muvazaalı işleri karara bağlıyor. Medrese var ve tıkır tıkır işliyor. Seyfiye var ve savaşa hazır bir orduyu hazır kıta tutuyor. 

Devlet yok ki o birimlerdekine para ödesin. Zaten devlet olsa da para ödemiyor ki. Sadece Vakıf arazilerinden elde edilen gelirler ile sarfiyat oluyor… 

Düşünün; vaktiyle lise yıllarımda öğrendiğim bir hakikat nasıl tefsir olmuş oldu? O hakikat şudur: Komünizmde para devletindir. Kapitalizmde para sermaye sahiplerinindir. İslam’da ise paranın bir kısmı devletin kalanı da toplumundur. Nasıl oluyor bu? İşte en güzel örneği hem bu sempozyumda anlatıldığı gibi hem de Osmanlıda uygulandığı gibi: Devlet sağlık, ilmiye ve seyfiye yani savaş harcamalarına para ayırırken kalan işler vakıflara harcanan gelirlerle yürüyor. Onlarca vakıf ve o vakıfların gelirleri…

Daha iyi anlıyorum neden bizim tarihimizde aristokrat zenginler sınıfı oluşmadı? Neden para birkaç elde birikip imtiyazlı bir zümre oluşmadı?

Sonra şu hale bakar mısınız? Köyde bile fakih yani hakim var. Meseleyi kaynağında çözüyor. Toplum rahat ve ahde vefalı…

Seyfiye sınıfının komutanları da var muhakkak. Ve bu seyfiye sınıfı savaşlara katıldığında bir kısmı şehit oluyor. Ya geride kalanlara ne oluyor? Onların bankaları yok, bankamatikleri yok. Peki, sokağa düşmeleri gerekip ahlaksızlığa kapı aralamaları gerekmez mi?

O nasıl sistem ki; bir tane açlıktan ölen yok, el açan yok, kötü yola düşen yok. Vakıf gelirleri herkesi kucaklıyor. Allah’ın rahmeti herkesi sarıyor.

Bizim tarihimizden öğreneceğimiz çok şey var fakat inkârcı ve yalancı bir zümre yetiştirdi cumhuriyet eğitim sistemi ki tarihimize kökten düşman, vesselam.

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Okur

Sen hangi rejimde yetiştin diye sorarlarsa ne dersin

[email protected]

Timar sisteminden vaz geçip vergide intikam sistemine geçilmesi çöküşü ve isyanları getirdi.
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23