Gazeteciliği cüzdanına değil vicdanına göre yapan adam
Gazeteciliği cüzdanına değil vicdanına göre yapan adam
HÜSEYİN ÖZTÜRK
Önce rahmet dileyelim ve ruhu şerifine Fatiha okumak isteyenlerden istirhamda bulunarak söze başlayalım.
Yazının başlığını görenler anlamıştır, anlamayanlar yahut hatırlamayanlar için söyleyelim.
Gazeteciliği, yazarlığı, cüzdanına ve dünyalık menfaatlere göre değil; vicdanına, imanına göre yapan adam Hasan Karakaya’dır.
Yıllar içerisinde yakınında bulundum, birlikte seyahatlerimiz ve sohbetlerimiz oldu. Bir sefer bile şahsından veya özel hayatından şikâyet ettiğini duymadım.
Onun davası belliydi. Devleti, milleti, vatanı ve diniydi. Vatanına göz dikmiş yerli ve yabancı düşmanların karşısında fethedilemez kale gibiydi.
•
28 Şubat döneminde devletin imkânlarıyla millete zulmeden siyasi, medya ve vesayet rejimlerinin batıl ve Batıcı elemanlarına karşı kalemiyle aslanlar gibi kükrerdi.
Ali İhsan Bey’le birlikte mesaisinin büyük bölümü adliye koridorlarında geçerdi.
Vesayet rejimine destek veren sözde büyük, özde nokta bile olamayan; kişisel çıkarları uğruna kalemlerini satan ve kiralayan cüzdan avaralarıyla amansız mücadele ederdi.
Hasan ağabey, doğru zamanda doğru insanların karşısına çıkan doğru insandı. Ne taraftan imdat sesi gelse kalemiyle oradaydı.
•
Biraz ilk yıllardan bahsetmek isterim. “Beklenen Vakit” ismiyle yayın hayatına başladığımız 12 Eylül 1993’te ne merhum Mustafa ağabeyde ne de başka kimsede üç günden öte gidecek imkânları yoktu.
Yani düşünün bir gazete yayın hayatına başlıyor ama ortada elle tutulur maddi güç ve destek yok. Sadece Cuma Dergisi var, bir de Mustafa ağabeyin nalbur dükkânı.
Bugün inanılacak gibi gelmeyebilir ama öyleydi. Aksaray Langa bostanında üç katlı kiralık küçük bir bina, bostan bahçesi içerisinde bir buçuk katlı kulübemsi bir yer ile birkaç masa ve sandalyeden ibaretti.
Cuma Dergisinden son yıllara kadar gazetenin dağıtım ve abone işlerini üstlenen Ülkü Kumral’ın kullandığı modeli dâhi belli olmayan direksiyonu kırık minibüsten başka ulaşım aracı yoktu. Duygu sömürüsü yapmak istemiyorum ama hakikat böyleydi.
Yazarların bir kısmı ya gazeteye gelerek yazıyor yahut başka yerlerde yazdıktan sonra belediye otobüsleriyle gelip, Hasan ağabeye teslim ediyorlardı.
•
Diğer yazarlarımızdan örnek vermeye belki razı olunmayabilir, kendimden örnek vereyim:
Yazımı Üsküdar’da bir daktiloda yazıp, vapurla Eminönü’ne geçiyor, oradan Aksaray civarına giden otobüslere binerek, gazeteye varıyor ve Hasan ağabeye teslim ediyordum. Hasan ağabeyin masasını görünce feleğim şaşıyordu.
Masanın üzerinde çay tabağının konulacağı bir boşluk dâhi yoktu. Her taraf el veya daktilo yazılı kâğıt ve birçok belge ve kitapla doluydu.
Hasan ağabeyin ilk gününden Medine’de Rahmet-i Rahman’a kavuştuğu ana kadar gördüğüm tüm hallerine hep şaşırmışımdır.
•
Ezcümle:
Taşıdığı yükün manasının ve ağırlığının farkındaydı. Hakiki muhatabını bilerek ve ona inanarak amentüsünden hiç vazgeçmedi. Mekânı Cennet olsun.