• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Halit Kanak
Halit Kanak
TÜM YAZILARI

Sırpların zapt-u rapt altına alınması, Selânik’in Fethi (13 Mart 1430) ve Türkiye

15 Mart 2025
A


Halit Kanak İletişim:

Sırpların zapt-u rapt altına alınması, Selânik’in Fethi (13 Mart 1430) ve Türkiye 

HALİT KANAK

21 Nisan 1394’te Yıldırım Bâyezid tarafından fethedilen Selânik, 1402 Ankara Savaşından ardından Timur’un Anadolu’dan çekilmesinden sonra Yıldırım’ın en büyük oğlu sıfatıyla Edirne’de tahta çıkan Süleyman Çelebi (Amasya’da oturan ve Osmanlı Hânedânının soyunu devam ettiren Çelebi Mehmet de Ağabeyi Süleyman Çelebi’ye tâbi olduğunu resmen duyurmuştu) tarafından Bizans’a geri verilmiş dolayısıyla elimizden çıkmıştı. 

Süleyman Çelebi’nin Bizans’a verdiği sadece Selânik değildi. Gördüğü lüzum üzerine Bizans’la sulh anlaşması yapmış, Selânik dışında; Gebze’ye kadar olan sahilleri, orta Yunanistan’da Ege’ye de sahili bulunan Taselya’nın bir kısmını ve Halkidikya (Halkidiki Yarımadasınıda) Bizans’a bırakmıştı. Yetmemiş, çocukları Şehzâde Kâsım ile Fatma Sûltânı da İmparatorun Sarayına emânet vermiş, kendisi de İmparatorun kardeşi Theodoros’un kızıyla evlenmişti. Ayrıca bu boşluktan faydalanan Sırbistan, Eflâk, Mora ve Attika Osmanlı himayesinden çıkmışlardı. 

Her şey Çelebi Mehmed’in 32 yaşında  4 Mayıs 1421’de Edirne’de vefâtından sonra Sûltân II. Murad’ın 41 gün sonra 17 yaşında tahta oturmasıyla yoluna girmeye başladı. Önce şehzâde Mustafa isyanıyla başa çıkıldı. Ardından Bizans kuşatmaya alındı. Şehzâde Küçük Mustafa isyanı da kazâsız atlatıldıktan sonra Anadolu’ya çekidüzen verildi.

Yeni yetme bir padişahın fırtına gibi her yere yetişmesi o hengâmede bir de İstanbul’u kuşatma altına alması Bizans İmparatoru’nda paniğe yol açtı. Güçlü Venedik’in desteğini almak adına elindeki Selânik’i Venediklilerin yönetimine bıraktı. Osmanlı himayesinden çıkmış bulunan Sırbistan Prensliği de 3 sene sonra 1426’da yaptığı bir anlaşma İle Macaristan himayesine girdi. 

Üstelik 19 Temmuz 1427’de ölen Sırp despotu Stefan Lazareviç yerine Brankovic’in geçmesini Almanya ile Macaristan Kralı Sigismund’un onaylaması bardağı taşırmıştı. Sûltân II. Murad Hân fazla bekleyemezdi. Öncelikle başta Sırbistan olmak üzere Eflâk, Mora ve Attika’nın kesin bir şekilde zapt-u rapt altına alınmasının şart olduğuna inanarak harekete geçti. Bir çırpıda Sırbistan’a girdi. Niş’ten Morova Suyunu kuzeybatıya doğru atladı. Hedefinde Sırbistan’ın merkezi durumundaki Semendire vardı. 

Önce Semendire’ye 70 km. mesâfedeki Kraguyevaç’ı aldı. Sonra yolunun üzerindeki Kolubaç Kalesini düşürdü. Yetmedi, canhıraş imdada yetişen büyük miktardaki Macar kuvvetlerini de çok kısa bir süre içerisinde bozguna uğrattı. Dolayısıyla Sırbistan yüzünden Macaristan’la da savaş başlamış oldu. Sûltân II. Murad bunun arkasının geleceğini biliyordu. 

Gerçekten de Avrupa için Sırbistan onur meselesi olmuştu. Türklere kaptırmaya niyetleri yoktu. Çok geçmeden toplayabildileri ordularıyla daha kalabalık geldiler. Alman İmparatoru ile Macar Kralı ordularını birleştirmişti. İşte bu ordu ile kendilerinden emin bir şekilde Osmanlı-Türk Ordusunun üzerine çullandılar. Büyük bir azimle elinde yalın kılıç bekleyen Sûltân Murad yarım günde birleşik orduyu dağıttı. Perişan bir şekilde geri çekilirlerken az kalsın Hükümdarlarını esir vereceklerdi. Kıl payı kurtardılar…

Üst üste yedikleri bu darbelerden sonra başta Macarlar olmak üzere bütün Avrupa Tuna Nehrini artık Türklere karşı tutamayacaklarını anladılar.  Bunu en iyi anlayanlardan birisi de Sırbistan despotu idi. Can havliyle geldi yeniden Türk tabiyetine girmek için anlaşma masasına oturdu. Ancak şartlar bu sefer çok daha ağır oldu. Vergisi kat-kat arttığı gibi, Macaristan’la her türlü ilişkisi yasaklanmış, istenildiği zaman asker gönderme mecburiyeti getirilmişti. Bununla da kalınmadı. Sûltân II. Murad Hân, Macaristan’ın elini Bosna’dan çekmesi için Bosna Kralı’nı da vergiye bağladı ve askerî birlikler sevketti. 

Edirne’ye döndüğünde Macaristan’ın Tuna’nın güneyi ile ilişkisini kesmek için Tuna’nın çok ötelerine gidilmesi planları yapmaya başladı. Ancak Selânik’teki Venedik varlığı kendisini rahatsız ediyordu. 

Çünkü Selânik’in Venediklilerin elinde durması demek arkadan çevirme harekâtı anlamına geldiği için Osmanlı-Türk Devleti adına çok tehlikeli bir durum teşkil ediyordu. Sûltân II. Murad Hân, bir taraftan Avrupa, diğer taraftan Bizans’la uğraşırken, can düşmanı Venediklilerin köprübaşı gibi tuttukları Selânik’te hüküm sürmeleri kabûl edilemez bir durumdu ve kökten halledilmesi gerekiyordu.

Bunun için derhal hazırlıklara başladı. Bu hazırlıkların Selânik için olduğunu anlayan Bizans İmparatoru bir heyet göndererek bu işten vazgeçmesini Türk Hâkânından ricâ etti. Sûltân II. Murad, Bizans İmparatoruna bunu Selânik’i Venediklilere verirken düşünmesi gerektiğini, hem böyle bir şeye de hakkı olmadığını söyleyerek soğuk bir şubat sabahı Edirne’den hareket etti. Yaklaşık 450 km.lik yol kış şartlarında zor geçse de geldi Selânik önlerinde muhasarayı başlattı. 

Selânik, milattan önce dördüncü yüzyıldan itibaren, yâni şehir kurulduğu günden beri deniz kıyısı da dâhil olmak üzere kalın ve sağlam surlara sahipti. Muhasara düzenindeki orduya taarruz emri verilmeden önce Sûltân II. Murad’ın işaretiyle Türk topçusu surları şiddetle dövmeye başladı.

Diğer taraftan Venedik Devleti de Selânik’teki tedbirleri artırmayı yeterli bulmamış, büyük donanmasını harekete geçirerek Gelibolu’yu vurma emri vermişti. Böylece Venedikliler Gelibolu vurulunca Selânik kurtulacak zannediyordu. Ancak durum istedikleri gibi olmadı. Venedik Donanması Çanakkale Boğazında Türk Donanması karşısında yenilerek geri çekilmek zorunda kaldı.

Çanakkale geçilememişti. Selânik’te de durumlar iyi gitmiyordu. Nihayet II. Murad’ın baskısına dayanamayan Selânik üç haftalık kuşatma ve taarruzların ardından 13 Mart 1430’da düştü. (1912 Kasım’ına kadar asırlar boyu bizde kalacaktır.) Gâziler tarafından şükür namazları kılınır kılınmaz ayak divânında Sûltân Murad yeni hedeflerinin Epir olduğunu duyurarak yeni hazırlıklar için Bursa’ya çekildi. Epir’in fethedilmesi demek Türklerin Adriyatik Denizine çıkması anlamına geliyordu. 

Bu gelişmeleri dehşetle izleyen Eflâk Voyvoda’sı Vlad acele Bursa’ya gelerek el etek öptü. Büyük bir tâ’zimle bağlılıklarını bildirdi. Murad Hân bir daha atlatılmak istemiyordu. Voyvoda’ya itimâdı kalmamıştı. Bunun için iki oğlu rehin olarak Bursa’da alıkonuldu. Bu duruma, bağlılık yeminine ve Macarlarla her türlü ilişkisi yasaklanmış olmasına rağmen Sırbistan’ın el altından Macarlarla görüşmeye devam etmesi neden olmuştu.

Gerçi Türk istihbaratı bu durumu tesbit etmiş, Üsküp Sancakbeyi İshak Bey Sırbistan’a girerek Djuradj Brankovic’i şiddetle cezalandırmış, ardından Vezir Sarıca Paşa bizzat başkent Semendire’ye gelerek Brankovic’i sorguya çekmiş ve hesap sormuştu. Bunun üzerine sadakat yemini yapan Sırbistan Despot’u bununla da kalmayarak kızı Mara’yı Türk Hâkânına nişanladı.(Bu hanım ilerleyen zamanlarda Sırpların ve Ortodoks mezhebinin yaşaması için Türk tâbiyetinin şart olduğuna inandığı için Sırbistan daki Türk taraftarlarını teşvik ederek önemli katkılar sağlayacaktı.)

Bu arada Macaristan’da boş geçilmedi. Sırplar yeniden dizginlenirken Evrenosoğlu Ali Bey de 40 bine yakın akıncısıyla Semendire yakınlarındaki Demirkapı’dan Tuna’yı atlayarak Erdel’e girmiş baştanbaşa çiğniyordu… Verdiği mesaj ise tıpkı günümüzde olduğu gibi, “Bekle Avrupa Türkler geliyor” niteliğindeydi. 

Sûltân Murad’ın torunları bugün, AB kapıları ardına kadar açılmış Avrupa’ya yüklenmeye devam ediyor. “Bekle Avrupa Türkler geliyor” mesajı ise bizzat Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ifâdesiyle, “Sığınılacak son ve güvenilir liman Türkiye’den istifâde etmek için köprüden önce son çıkış unutmayın” ikâzıyla veriliyordu…

Kafkaslar, Kuzey Afrika, Karadeniz’in kuzeyi ve Ortadoğu’dan sonra başta Balkanlar ve Avrupa’nın güvenliği Türkiye’nin elindedir dersek yanlış olmaz. (Atalarımızın yaptığı gibi; Sırplar’ı zapt-u rapt altına alarak Müslüman Bosnalılar üzerinde Sırp baskısını azaltmak, aynı zamanda Kosova ve Karadağ’ı rahatlatmak şartıyla.) 

Önümüzdeki günler, Türkiye’nin geleceğini müjdeleyen gelişmelere gebe. Daha şimdiden Almanya Başbakanı Scholz 20 Mart’ta yapılacak AB zirvesine Türkiye’yi de davet etti ve bunu da; “AB zirvesine Türkiye'yi dahil ediyor olmamız çok harika” diyerek kutladı. Ardından Papa, Türkiye’nin AB sürecine destek vermek için 26 Mayıs’ta ülkemize geleceğini açıkladı. 

Daha geçen ay; Valensiya’nın Sax Kasabasında yapılan Türk Günü etkinliğinden dönerken uğradığımız Roma’da yürüyerek Vatikan’a girmiş, uzun uzun baktığımız din devleti merkezine ve onun en büyük dinî otoritesi sıfatıyla hükümet başkanlığını yaptığı Papa için yanımdaki Ahmet Çelik Kardeşime; yakında elinde bir demet gül ile “aman biz yaptık, siz yapmayın” özürü ile Türkiye’yi AB’ye dâvet için arabulucu sıfatıyla gelirse sakın şaşırma demiştim. Bu konu ile ilgili Vatikan Büyükelçimiz’den bilgi alacaktık aslında ama Özbekistan’a tayini çıktığı için vedâ turlarında olduğundan görüşemeden dönmüştük.

Türkiye eksenli bu baş döndürücü trafiği izlerken, artık bütün dünyanın içine sindirerek kabûl ettiği hedef sloganımızı tekrarlayalım… “21. YÜZYIL TÜRK ASRI OLACAKTIR…”

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

Abdulhamid Aydin

Mutefekkirimizin makalesini okuduk, mustefid olduk, Allah cc zihin açıkligi versin, yureginize sihhat olsun.

okur

askida ekmek var yermisin Turkiye yuzyilinda
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23