• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Halit Kanak
Halit Kanak
TÜM YAZILARI

İngiltere’nin, parasını ödediğimiz “Sûltân Osman” ve “Reşâdiye” zırhlılarımıza el koyması (3 Ağustos 1914)

03 Ağustos 2024
A


Halit Kanak İletişim:

Katırcıoğlu Ahmed Muhtar (Paşa), Fırka-yı Islâhiye ile gittiği Kozan’da isyanın bastırılması üzerine 1866’da İstanbul’a döndükten sonra başarılarından dolayı yarbaylığa terfi ettirilmiş ve Sûltân Abdülaziz Hân’ın 9 yaşındaki oğlu Şehzâde Yûsuf İzzeddin Efendi’nin hocalığına getirilerek de ayrıca ödüllendirilmişti. Ancak kendisine esas ödülü Allah-u Teâlâ 18 Aralık 1866’da bir erkek evlatla verdi. İsmini Mahmud koydukları bebek büyüdü, gelişti iyi bir asker ve iyi bir komutan olarak Mahmud Muhtar Paşa oldu.

Hükümet bunalımı yaşandığı bir dönemde Gâzi Ahmed Muhtar Paşa; Kafkas Cephesinde, Balkanlar’da, Yemen’de, Mısır’da yaptığı üstün hizmetlerden sonra tarihî kişiliği, büyük şöhreti ve tarafsızlığı sebebiyle 21 Temmuz 1912 tarihinde sadrâzâmlığa getirilince bir gün sonra da, içinde üç eski sadrâzâmın bulunmasından dolayı “Büyük Kabine” dedikleri hükümeti kurmuştu. İşte bu Mahmud Muhtar Paşa’da kabinede Bahriye nâzırı olarak görev aldı.

Bahriye Nâzırı Mahmud Muhtar Paşa göreve başlar başlamaz denizcilerimizin ve deniz araçlarımızın bir envanterini çıkartarak eksiklerimizi ve yapılması gerekenleri kabineye sundu. O sıralar İtalya’nın Libya’ya asker çıkartmasıyla Enver Paşa komutasında bir avuç fedâi zabitanla İtalya’ya karşı müthiş bir savaş veriyorduk. Elimizdeki en önemli zırhlımız Hamidiye ile onun kahraman süvarisi Rauf Bey (Orbay) defalarca yaptığı seferle Enver Paşa’ya destek vermeye çalışıyordu. 

Üstelik Balkanlar; başta Rusya olmak üzere Fransa ve İngiltere’nin kışkırtmasıyla patlamak üzereydi. Birinci dünya savaşının ayak sesleri de duyulmaya başlanmıştı. Denizlerimizdeki eksikliğin, şimdiki tâbirle mavi vatanın korunması için bir takım gemilerin yaptırılması, denizlerimizin güçlendirilmesi gündeme geldi. Hükümet, pek çok destek gemisiyle birlikte iki adet zırhlı savaş gemisinin yaptırılmasına karar verdi.

Zırhlı gemiler içerisinde o dönemlerde dünyada aktif ve en güçlü savaş gemileri Dretnot’lardı. İlk örneği 6 yıl evvel 1906 yılında İngiltere’de denize indirilerek görücüye çıkan bu savaş makinası; 305 mm’lik 10 ana bataryası, tek ve çift namlulu 5 taret ve 24 küçük topuyla göz kamaştırıyordu. Öyleyse Türk donanmasına da bu son model Dretnot’lar yakışırdı.

Hemen harekete geçildi. En iyi zrhlı gemiler İngiltere tezgâhlarında yapılıyordu. Kabine tarafından âcilen bir heyet yapıldı, görüşmeler başladı ve iki zırhlı gemi için sipariş verildi. Mâliye Nâzırlığının peşinat dışında yeterli paramız yok demesi üzerine de halktan bağış yoluyla para toplatılması gündeme geldi. Fedâkar milletimiz bu gemiler için gerekli parayı gözünü kırpmadan kurulan ilgili sandıklara yatırdı. Gemilerimiz imâl edilirken isimleri de konulmuştu. “Sûltân Osman” ve “Reşâdiye”. 

Sûltân Osman: Brezilya tarafından 1911 yılında Birleşik Krallık'taki Armstrona Whitworth firmasına Rio de Janerio adıyla sipariş edilen gemi, inşâsı devam ettiği sırada Brezilya’nın vazgeçmesiyle Osmanlı Hükümeti adına üretimi devam etti. 

(Gemimizi inşâ eden İngiltere merkezli eski bir mühendislik şirketi olan Armstrong Whitworth & Co Ltd., William George Armstrong tarafından kurulmuş gemi, lokomotif, silah, uçak üretiyordu. 1927 yılında şirket Vickers ile birleşerek Vickers-Amsttongs adını alır. Şirketin günümüzdeki varisi BAE Systems savunma ve havacılık sanayiinde 85 bin çalışanı ile 15 milyar dolar ciro yapmaktadır. Pentagon’un en önemli tedarikçisi konumundadır, ortağı olduğu F-35 Lightning II den bize tanıdık gelmektedir.)

Reşâdiye: 1999 yılına kadar özellikle havacılık, denizcilik ve silah üretimi alanlarında faaliyet gösteren İngiliz Vickers şirketine sipariş verilen diğer bir gemimiz. Churchill’in el koymasıyla Erin adını almıştır. 

Mahmud Muhtar Paşa’nın Bahriye Nâzırlığı yaptığı hükümet, peşinatları ödeyip süreci başlattıktan kısa bir süre sonra 29 Ekim 1912’de dağıldı. 22 Temmuz’da göreve başlayan Ahmed Muhtar Paşa hükümeti yaklaşık üç ay görev yapmıştı. Yerine Kâmil Paşa hükümeti kuruldu.

Günler günleri, aylar ayları kovaladı. Buhrânlı günler ve üzerimizde oynanan oyun bitmiyordu. Haçlı ittifakının Osmanlı Devletini parçalama ve yutma projesi bütün hızıyla devam ediyordu. İtalya’nın Libya’ya asker çıkarmasından sonra, 12 Ada’ya da asker çıkartarak işgâl etmesi, Beyrut’u bombalaması, Çanakkale Boğazına saldırması, (bilinen Çanakkale savaşları daha sonra) ardından Balkan savaşlarının başlaması.

Bütün bunlar yaşanırken sipariş verdiğimiz gemilerde 1914’ün Temmuz ayında tamamlanmıştı. Dönemin Harbiye Nâzırı Enver Paşa yapımı tamamlanan zırhlılarımız için Sadrâzâm Said Halim Paşa ve Bahriye Nâzırı Cemal Paşa ile görüştükten sonra Rauf Bey’i gemilerin teslim alınması için görevlendirdi. 

Rauf Bey (Orbay), inşası tamamlanan gemileri teslim almak için 1.100 denizci ile birlikte Londra’ya gitti. Ancak bu arada ortalık pek tekin değildi. 5 Ekim 1908’de bizden gaspedilen Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’yı ziyaret eden Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşüdük Ferdinand üstü açık arabasıyla 28 Haziran 1914’te Fransuva Joseph caddesinde Schiller's Store mağazasının önünden geçerken suikastçı Gavrilo Princip tarafından saldırıya uğrayarak karısı Kontes Sophie Chatek'le birlikte öldürülmüş yankıları devam etmekteydi.

Konu nereden patlayacak diye beklenirken, nihayet Rauf Orbay İngiltere’de iken 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun Sırbistan’a saldırdığı haberi bomba gibi düştü. Ancak Avusturya-Macaristan'ın beklemediği bir şey oldu ve Sırbistan'ı koruyan Rusya da Avusturya-Macaristan'a savaş açtı. Akabinde Almanya da beklenildiği gibi 1 Ağustos’ta Rusya'ya savaş açtı.

Ortalık bir anda karışmıştı ve hızlı bir şekilde karışmaya devam ediyordu. Rusya'nın müttefiki Fransa, Almanya'nın Rusya'yı kolayca yutacağını biliyordu. Şüphesiz dünyanın birinci kara kuvvetine sahipti. Rusya yutulursa sıranın kendisine geleceğini de biliyordu. Fazla gecikmedi ve Almanya'ya savaş açtı.

Alman genelkurmayı, arkadan saldırıya uğramama adına Belçika'yı çiğneyerek Fransa'ya girme planı yapınca, Belçika ve Lüksemburg da Almanya'nın karşısında yer almış oldu. Diğer taraftan Karadağ da soydaşı Sırbistan'ı yalnız bırakmadı savaşın içine daldı. Bütün bunlara rağmen üstünlük Alman cephesindeydi. Savaş otoritelerinin ortak görüşü eğer Amerika savaşa dahil olmasaydı Almanlar yenilmezdi hatta İngiltere ve Almanya'ya ihânet eden İtalya karşı tarafta yer almasalardı Almanların zaferi kesin olurdu şeklindedir.

Biz ise, yapımı tamamlanan ve son taksidini kuruşuna kadar ödediğimiz, hatta gemilerimizi yüzdürecek tonlarca kömürün parasını dâhi ödediğimiz gemilerimizi teslim alma derdindeydik. 1 Ağustos 1914 yılında Londra büyükelçisi Tevfik Paşa'ya, halktan binbir güçlükle toplanan gemilerin son taksiti de gönderilmiş, ancak Sûltân Osman zırhlısına Türk bayrağı çekildikten sonra İngiliz şirketine paranın ödenmesi emredilmişti. 

Fakat Armstrong şirketiyle yapılan antlaşma da gemi son taksit yatırıldığı gün teslim edilecek ve o gün Türk bayrağı da çekilecek şeklindeydi. İngilizlerin dediği oldu. Tevfik Paşa, son taksiti de İngiltere bankasına şirketin hesabına yatırdı ve durumu Rauf Orbay’a bildirerek Sûltân Osman’ın teslim alınmasını istedi. Rauf Bey teslim için gittiği tersaneden verdiği cevap şok ediciydi. Rauf Bey, İngiliz amiralliğinin gemiye el koyduğunu bildiriyordu. Sadece Sûltân Osman değil, Reşâdiye de aynı akıbete uğramıştı.

Neye uğradığını şaşıran Tevfik Paşa hiç değilse son taksidi kurtarmalıydı. O saatlerde bankalar kapanmış olduğu için, parayı geri istemek maksadıyla bir taraftan Armstrong şirketine telgraf çekmiş, diğer taraftan da gemilerimize el konulmasının hesabını sormak için de İngiltere hariciye müsteşarıyla görüşmüş, ancak bu da sonucu değiştirmemişti.

Hatta gözü kara subayımız Rauf Orbay İngilizlere gemilere zorla binip sancağı çekeceğini söylemiş, bu sert nota’ya aynı sertlikte cevap denizcilik bakanı ve dönemin Amirallik Birinci Lordu Winston Churchill’den gelmişti. Churchill, böyle bir şey yapılırsa silahlı güç ile karşılık verileceğini söyledi. Bu durum karşısında Rauf Orbay, Londra Büyükelçimiz Tevfik Bey’in ısrarlı talebine ve İstanbul’dan üst üste verilen notalara rağmen eli boş döndü. 

1 Ağustos’ta yaşanan bu olayların ardından Sadrâzâm ve Dışişleri Bakanı Said Halim Paşa 2 Ağustos’ta Yeniköy’deki yalısında Almanlarla 8 maddelik gizli bir İşbirliği Anlaşması imzaladı. En azından sağlam bir müttefikimiz olmuştu. 3 Ağustos 1914’te ise İngiltere’nin İstanbul büyükelçisi, hükûmete ülkesinin gemileri ele geçirdiğini kesin olarak bildirdi. 

Böylece İngilizlerin ne zırhlılarımızı, ne de paralarını iâde etmeyeceği anlaşılmıştı. İşin seyri değişmişti. Enver Paşa derhal gaspedilen gemilerimize misilleme yaparak onların yerine Akdeniz’de bulunan Goeben ve Breslau adlı iki Alman zırhlısını envanterimize aldığını duyurdu (Yavuz ve Midilli). İngilizler bu kez de Goeben ve Breslau zırhlılarının peşine düştü. Fakat gemiler 9 ağustosu 10 ağustosa bağlayan gece Çanakkale Boğazı’ndan geçmeyi başardı. Boğaz bütün geçişlere kapatıldı. Enver Paşa ayrıca düşmanlara, yaklaşmayın biz hazırız mesajı vermek için zâten seferberlik ilân etmişti. 

Birinci Dünya Savaşı bütün hızıyla devam ederken, 1914 Ekim’inde Karadeniz’de bize gözdağı vermek için tatbikat yapan Rus donanması akıl almaz bir kararla aniden İstanbul Boğazından içeri girerek, oldubittiyle İstanbul’u ele geçirmek istedi. Enver Paşa’nın “Vurun” emriyle bir torpido gemisi batırıldı, bir tanesi ağır yaralandı, bir lojistik gemisi bütün görevli askerlerle birlikte esir alındı. Akabinde Rusların bu saldırısını cezalandırmak ve sürekli savunma durumundan çıkmak için 27 Ekim 1914’te Rus limanları bombalandı. 

Bunun üzerine 37 yıldır Kars, Ardahan, Oltu, Olur’u işgâl altında tutan Rusya kasım ayı başında Köprüköy ve Azapköy üzerinden saldırıya geçince bizde vatanımızı korumak için bir daha yaşanmamasını arzu ettiğimiz Birinci Dünya Savaşına girmiş olduk. Rabbim; vatanımızı, milletimizi, devletimizi bütün düşmanların şerrinden korusun inşaallah…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

H.Y.E

Türk milletinin fertlerine teker teker sorsalar ve deseler ki :" Türkiye'nin, Osmanlı dahil en büyük düşmanı hangi millettir? Öyle tahmin ediyorum ki, başa Yunanistan, ikinci sıraya Araplar, üçüncü sırays Ermeniler, Ruslar vb. İngilizler büyük bir ihtimalle en son sırada yer alır. Bu durum, bence en olumsuz, en akılsızca içinde bulunulan bir durumdur. Milli bayramlarda düşman nitelendirilirken hiç İngilizlerden bahsedimez. Zaten en son İstanbul'u terk ederken İngilizlerle neredeyse iki kardeş ülkeymisiz gibi çay partileri verilerek törenlerle vedalaşildi. Halbuki İngiltere bize her zaman bir düşman gibi davrandı. Türkiye, İngiltere ilişkileri tarihsel gelişimi ile birlikte okutulup ogretilmelidir.

İstanbul saldırısı....Enver paşayı kötülemek için gizlendi

Osmanlıyı kötülemek için Rusların İstanbula saldırısı bizim tarih kitaplarında yok..ayyaş heykelcilerin bir oyunu daha...Osmanlı namaz kılan bi nesildi , eskiyi kötüle ki yenisi kabul görsün...rakıcılar ayyaş takımlarının istediği oldu....
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23