• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Halit Kanak
Halit Kanak
TÜM YAZILARI

Hudeybiye antlaşması ve bir devletin doğuşu 31 Mart 628 Rıdvan Beyatı

29 Mart 2025
A


Halit Kanak İletişim:

Hudeybiye antlaşması ve bir devletin doğuşu 31 Mart 628 Rıdvan Beyatı

HALİT KANAK

Hicretin üzerinden (6) yıl geçmişti. Zilkâde Ayı başlarında Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem bir rüya gördüler. Rüyalarında Eshâbıyla birlikte Mekke-i Mükerreme’ye giderek Kâbe’yi tavaf ettiklerine şâhit olmuşlar, tavaftan sonra bir kısmı saçlarını kısaltmışlar, bir kısmı da saçlarını kökünden kazıtmışlardı.

Bu durumu anlatınca herkesi tatlı bir heyecan sardı. Bir kısım muhacir doğup büyüdükleri topraklara kavuşacakları için, bir kısım ensar da günde beş vakit yöneldikleri Kâbe ile buluşup hasret giderecekleri için ziyâdesiyle heyecanlandılar. Biliyorlardı ki; Peygamberlerin rüyâsı normal insanların rüyâsı gibi değildi. Onlar sâdık rüyâ görürler. Yani onların rüyâlarında gördükleri şeyler aynıyla gerçektir ve hüküm ifâde eder. 

Nitekim Peygamber Efendimiz bu rüya üzerine hazırlıklara başladılar. Yerlerine imamlık yapması için Abdullah bin Ümmü Maktum’u, idâre işleri yönetmesi için ise Nümeyle b. Abdullah’ı vekil bırakarak Zilkâde Ayının ilk pazartesi günü Kusvâ adlı devesine binerek bin dört yüz Sahabi Efendilerimizle yola çıktılar. Hedeflerinde Kâbe’yi tavaf ederek umre yapmak ve Allah için kurban kesmek vardı. Yanlarında sadece yolcu silahı kılıçları, kurban edecekleri 70 develeri vardı. Efendimiz’in hanımlarından Ümmü Seleme annemiz ile refakatinde üç hanım sahabe de kafilede yerlerini almışlardı. 

Bugünde kullanılan mîkat mahalli Zü’l Huleyfe’ye gelince umre için ihrama girerek öğle namazını edâ ettiler. Efendimiz burada görev taksimâtı yaptılar. Önce Büşr bin Süfyan Mekke’ye haberci olarak gönderildi. Sonra Abbad bin Bişr’i 20 kişilik süvâri birliğinin başında keşfe gönderdi. Cündüb Eslemi’yeyi kurbanlık develerden sorumlu tâyin ederek hörgüçlerinin sağ tarafına ve kulaklarını işaretletip, boyunlarına ip bağlattırmasının ardından “Lebbeyk” nidâları ile yola çıkıldı.

Yolda kabilelere uğranılarak tebliğler yapıldı. Gadir’ül Eştât denilen mevkiiye gelindiğinde Mekke’ye gönderilen Büşr bin Süfyan gelerek müşrikler ve düşünceleri hakkında bilgi verdi. Buna göre karşılarında kuvvetli bir blok kurulmuştu ve niyetlerinde Allah Resulü’nü gerekirse güç kullanarak Mekke’ye sokmamak vardı. Bunun için 200 kişilik bir süvari birliği hazırlamışlar kendileri de çevreden gelen kabilelerin güçleriyle savunma tertibi almışlardı.

Ancak Allah Resul’ü de gerekirse savaşmaktan geri durmayacağı konusunda kararlı idi. Bunu; “Kureyş müşrikleri kendilerinde bir kuvvet mi var zannediyor, Allah’ü Teâlâ’nın yaymak için gönderdiği bu dini, hâkim ve üstün kılıncaya kadar onlarla çarpışmaktan asla geri durmayacağım” şeklinde ifâde ettikten sonra yetmemiş Ashâbı ile istişâre etmişti. 

İstişâreden çıkan karar da bu yönde olunca yola devam edildi. Hudeybiye yakınlarında Seniyyetü’l-Mirar denilen yere geldiklerinde Allah Resûlü’nün devesi Kusvâ çöktü. Burası aynı zamanda harem sınırı idi. Allah Resulü de çadırını sınırın dışında kurdurdu beklemeye başladı. Sadece namaz vakitlerinde birkaç metrelik sınır geçilip, namaz harem bölgesinde kılınıyordu. Müslümanların hareketlerini gözlemleyen müşrikler Huzâa Kabilesinin reisi Büdeyl bin Verka’yı gönderdiler. Büdeyl müşriklerin durumunu anlattıktan sonra Efendimiz’in umre yapmak için Kâbe’yi ziyaret edeceği mesajıyla geri döndü. 

Uzun süre müşriklerden ses gelmeyince Allah Resulü Hıraş bin Ümeyye’yi, bir anlaşma dâhilinde umre yapıp dönecekleri teklifini yapmak üzere elçi olarak müşriklere yolladı. Ancak müşrikler Hıraş’a iyi davranmadılar, hatta devesini kesip yediler. Ardından Urve b. Mes’ûd’u Hudeybiye’ye İslâm Peygamberine gönderdiler. Efendimiz önceki sözlerini ona da tekrarladılar.

Kureyş yine iknâ olmayınca Efendimiz bu kez de Mekke’ye müşriklerin ileri gelenleriyle görüşmek ve barış yapma isteğini onlara iletmek üzere bizzat Hz. Osman’ı (r.a.) gönderdi. Müşrikler Hz. Osman’ın da barış teklifini kabûl etmedikleri gibi onu da cebren alıkoydular. Artık durum değişmiş, savaş sebebi olacak bir durum ortaya çıkmıştı. 

Efendimiz bu olay karşısında önce; “Bu kavimle savaşmadan buradan ayrılmayacağız” buyurmuş, sonra da Ashâb-ı Kirâm Efendilerimizi gölgesinde oturduğu ağacın altına (semure adı verilen sakız ağacına benzeyen bir çöl ağacı) tek tek çağırarak ellerini tutmuş savaştan kaçmamak ve ölünceye kadar çarpışmak üzere onlardan beyat almıştı. Bey‘atürrıdvân (Rıdvan Beyatı.) Umre için Peygamberimizle yola çıkan bütün sahâbîler biat ettiği halde münafıklardan Benî Selime kabilesine mensup Ced b. Kays devesinin arkasına saklanarak biat etmemişti. 

Müslümanların canlarını ortaya koyarak Peygamberlerinin etrafında kenetlenmeleri Kureyşlileri korkutmuş, derhal Hz. Osman’ı (r.a.) serbest bıraktıkları gibi Süheyl b. Amr’ı da Müslümanlarla antlaşma yapmak üzere Hudeybiye’ye gönderdiler. İsmi kolay, elverişli anlamına gelen Süheyl’i görünce Efendimiz ashâbına döndü ve “Artık işiniz kolaylaştı” buyurdu. Yapılan görüşmeler neticesinde mutabık kalınınca da sıra anlaşma metninin yazıya dökülmesine gelmişti. 

Bunun için Allah Resûlü Hz. Ali Efendimizi (r.a.) çağırarak kâtiplik yapmasını söyledi. İlk emirleri , “Bismillâhirrahmânirrahim yaz” buyurdular. Süheyl hemen itirazla "Biz Bismillâhirrahmânirrahîm ne demek bilmeyiz. Ama bildiğimiz şekilde Bismike Allâhümme yazabilirsin" dedi. Sahabeler buna itiraz ettilerse de Allah Resûlü, Hz. Ali’ye Süheyl’in dediği gibi yazmasını emretti. 

Sonra Kâinatın Efendisi, Hz. Ali’ye; “İşte bu, Allah’ın Resûlü Muhammed ile Süheyl bin Amr’ın üzerinde ittifaka vardıkları anlaşmadır” buyurduklarında Süheyl buna da itiraz etti. "Eğer biz senin Allah’ın Resûlü olduğunu kabûl etmiş olsaydık sana karşı çıkıp savaşmaz, Kâbe’yi ziyaret etmeni de engellemezdik. Ama Abdullah’ın oğlu Muhammed yazabilirsiniz” dedi. 

Efendimiz; “Vallahi siz yalanlasanız da ben Allah’ın Resûlüyüm” buyurduktan sonra Hz. Ali’ye dönerek bir kez daha “Yâ Ali bunların dediği gibi yaz” buyurdu. Ancak bu duruma çok içerleyen Hz. Ali (r.a.) "Allah’a yemin olsun ki ben Allah’ın Resûlü ifâdesini silemem" diyerek itiraz etti. Bunun üzerine Efendimiz mübârek elleriyle bu ifadeyi sildiler. Sonra da yerine Muhammed bin Abdullah yazdırdılar. Ardından maddelerin yazımına geçildi. 

Peygamber Efendimiz Kâbe’yi ziyaret izninin yazılmasını istediler. Süheyl yine müdâhale ile bu sene değil ancak seneye üç günlüğüne izin verilebileceğini, üstelik Müslümanların yanlarında kınlarındaki kılıçlardan başka bir şey bulundurmamaları gerektiğini söyledi. Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bunu da kabûl ederek maddenin bu şekliyle sulh metnine yazılmasını emretti. 

Daha sonra Süheyl Müslümanlara ağır gelebilecek şu hususun metne dâhil edilmesini istedi: "Müşriklerden her kim Muhammed’e imân edip ona gelirse velisinin isteği üzerine Muhammed onu müşriklere geri verecek, fakat Müslümanlardan kim müşrikler tarafına giderse Mekkeliler onu geri vermeyecektir."

Son olarak antlaşmanın hırsızlık veya hıyânet olmamak şartıyla on yıl geçerli olduğu hususu yazıya geçirildi. Ayrıca çevre kabilelerden isteyenler Kureyşlilerle, isteyenler de Müslümanlarla antlaşmaya taraf olarak kalabileceklerdi. İmzalar atıldığında ise yeni bir devletin doğduğu da resmen ilân edilmiş oldu. 

Tam bu sırada oldukça dramatik bir olay meydana geldi. Kureyşlilerin elçiliğini yapan Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebû Cendel, Mekke’de İslâm’ı seçtiği için kapatıldığı evden kaçıp zincirlerini sürükleyerek kurtulma ümidiyle çıkageldi. Süheyl oğlunu görünce üzerine gitti, yüzünü tokatladı, yakasından tuttu ve "Yâ Muhammed, bu sana gelmeden aramızdaki antlaşma kesinleşmiş oldu değil mi?" dedi. 

O güne kadar verdiği sözden caydığı asla görülmeyen Efendimiz, Muhammad’ül Eminliğini bir kez daha tescil ettirerek, “Evet doğru” buyurdular. Fakat yine de anlaştığı Süheyl’in rızâsına başvurmadan yapamadı. Süheyl’e, “Onu bana bağışla" buyurdular. Süheyl bunu kabul etmedi ve yeniden antlaşmayı hatırlattı. Sonra da oğlunu ayağındaki zincirden çekmeye başladı.

Ebû Cendel’in sürüklenirken söylediği şu sözler yürekleri dağladı. "Ey Müslümanlar, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben, müşriklere mi teslim ediliyorum? Karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?" Onu teselli etmek yine Efendimiz’e düştü. Buyurdular; “Ebû Cendel sabret ve sevâbını Allah’tan dile. Muhakkak ki Allah, sana ve senin durumundakilere en yakın zamanda bir çıkış yolu verecektir. Biz bir antlaşma yaptık hıyânet edemeyiz.” Gerçekten de bir müddet sonra kurtuluşa erecekler ve yeni İslâm Devletine büyük hizmetleri dokunacaktır…

Ayrılık vakti gelmişti. Fakat müşrikler dönüp gittikten hemen sonra, Kâbe’yi ziyâret etmeden geri dönülecek olunması zoruna giden Hz. Ömer, Resûlullah’ın yanına gelerek, Müslümanlar adına bâzı sorular sordu. "Ey Allah’ın Resûlü” diyordu Ömer bin Hattab; “Biz hak üzereyiz, onlar da bâtıl üzere değil mi?"

Allah Resûlü sakince cevap verdiler; “Evet.”

"Öyleyse neden dinimiz hususunda bu âcizliği gösteriyoruz da Allah henüz onlarla bizim aramızda bir hüküm vermemişken geri dönüyoruz?" 

Efendimiz bu soruya da sakinliğini bozmadan cevap verdiler; “Ey Hattabın oğlu. Ben gerçekten Allah’ın Resûlü’yüm Allah ebediyen benim emeğimi boşa çıkarmaz. Ve ben Allah’a isyan etmem. O bana yardım edecektir. Vaktiyle sen Beytullah’a gelip tavaf edeceğiz demiyor muydun? Ben sana bu sene mi gideceğiz dedim? Hayır… Muhakkak sen yakın zamanda Beyt’e gelip onu tavaf edeceksin.”

Sonra da Ashâbına dönerek; “Haydi kalkın. Kurbanlarınızı kesip tıraş olun” buyurdular. Fakat herkes donup kalmış bir vaziyetteydiler. Kimse yerinden kımıldamadı. Bunun üzerine Efendimiz üç kere tekrar ettiler. Ortalıkta bir sessizlik hâkimdi. Bu alışılmış bir durum da değildi. Anlaşılan öne sürülen şartlar onlara çok ağır gelmiş ve ihrama girip umreye niyetlenmişken gerisin geriye dönmeyi hazmedemiyorlardı.

Sevgili Peygamberimiz bu duruma çok üzüldüler. Sessizce kalkıp, zevcesi Ümmü Seleme’nin çadırına giderek, olanları ona anlattılar. Annemiz Allah Resûlü’ne şu fikri verdi: "Yâ Resûlallah, Sen bunu çok arzuluyorsan çık ve hiçbirine bir şey söylemeden kurbanını kes, tıraş ol. Onlar da aynısını yapacaklardır."

Gerçekten de Efendimiz hiçbir şey demeden gitti kurbanını kesti, tıraşını oldu. Onu gören ashâb da çok geçmeden kurbanlarını kesip tıraşlarını oldular ve ihramdan çıktılar. Bütün bunlar olurken takvimler 31 Mart 628’i (19 Zilkâde) gösteriyordu.

Bu durumdan hoşnut olan Efendimiz ellerini kaldırıp ashâbı ve kıyâmete kadar yaşayacak ümmeti için, “Allah’ım, saçını tıraş edenleri bağışla” diye duâ buyurdular. Dönüşe geçildiğinde Kâbe’yi ziyâret edememenin burukluğu hâlen kalplerdeyken Efendimiz’in müjdesi geldi. Yolun yarısında konakladıklarında iken “Biz sana doğrusu apaçık bir Fetih ihsan ettik” âyet-i celilesini de içinde barındıran “Fetih” sûresi gönülleri ferahlattı. 

Hudeybiye Antlaşması, fetihlerin yolunu açmıştı. Antlaşma zamanından bir ay geçmemişti ki Hayber fethedildi ve Yahudilere ağır bir darbe indirildi. İki yıl sonra ise Müslümanlar, Kureyş müşriklerinin antlaşmayı bozmaları üzerine Mekke’yi fethettiler. Bu süreçte, başta antlaşmada Kureyş’in safında yer alan Süheyl olmak üzere birçok insan, İslâm ile şereflendi.

Zâten; Hudeybiye’de müşriklere teslim edilen Ebû Cendel dâhil, Müslüman olduktan sonra Medine’ye gelenlerden iâde edilenler Kızıldeniz kenarındaki Îs bölgesinde toplanarak Kureyş kervanlarını tehdit etmeye başlayınca, Hudeybiye Antlaşmasının ilgili maddesini değiştirmek için Kureyş Ebû Süfyan’ı göndermiş madde iptal edilmişti. Bunun üzerine Efendimiz kaçkınlara bir mektup göndererek Medine’ye dâvet etti. Sıkıntılı günler bitmişti.

Hudeybiye, bir nevî İslâm dininin dışa açılımının simgesi olmuştu ve ilk defa İslâmîyet Arabistan sınırlarını aşarak Şam’a, Bizans’a, Mısır’a, Irak’a ve İran’a doğru ilerliyordu. Bu anlamda Allah Resûlü (sas), Bizans ve Sâsânî imparatorlarına, Mısır mukavkısına, Habeş necâşîsine mektuplar göndererek, onları İslâm’a davet etmişti… 

Türkiye’nin Türkiye’den büyük olduğunu hazmedemeyenlerin, Türkiye’yi yabancı devletlere şikâyet ettiği ve yüzlerce milyar liralık vurgun yapanlara destek için meydanlara indiği şu günlerde, devletinin yanında milletiyle bütünleşenlerin her şart ortamında Ulü’l Emr’in yanında olduğunu göstermek için milyonların meydanlarda topluca beyat vermeleri dosta-düşmana mesaj açısından önem arzedecektir. 

NOT: Yarın idrak edeceğimiz Ramazân-ı Şerif Bayramı birliğimize vesile olsun inşaallah.. Hayırlı bayramlar. 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

MUZAFFER..

ELİNE SAĞLIK, ALLAH C.C RAZI OLSUN ÖMRÜNÜZ BEREKET VERSİN İNŞALLAH, MÜSLÜMAN İÇİN DİR, 1446 YIL OLDU HALA MÜSLÜMAN MIRI KIRIN YAPIYORLAR, MEZARDA MI BİRLİKTE OLACAKSINIZ MÜSLÜMAN, KAFİRLER MÜNAFIKLAR BELİ VATAN HAİNİ LERİ BELİ DİR DİNİ İSLAM DÜŞMANLARI BELİ DİR ........ALLAH C.C TUZAKLARI BOZAR İNŞALLAH AMİN.......ALLAH C.C RAZI OLACAĞI İŞLER LER YAPMAYI NASİP ETSİN İNŞALLAH HAZRETİ MUHAMMED MUSTAFA SAV HÜRMETİNE ÜMMETİ BİRLİĞİNE VESİLE OLMASINI DİLERİM AMİN.......MÜSLÜMAN LARIN RAMAZANI ŞERİF BAYRAMIMIZ MÜBAREK OLSUN.....

Ömür Demirci

Hayırlı Bayramlar
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23