Büyük Selçuklu Devleti’nin sınırlarını zirveye çıkartan Sûltân Alparslan oğlu Sûltân Melikşah’ın şehâdeti (19 Kasım 1092)
6 Ağustos 1055’te İsfahan’da dünyaya geldiklerinde babası Sûltân Alpaslan, dedesi Çağrı Bey ve dedesinin 5 yaş küçük kardeşi Tuğrul Bey’le birlikte Abbasi Halife’si Kaaim’i Şii Büveyhilerin elinden kurtarmak için Abbasi’lerin başkenti Bağdat Seferine çıkmak üzereydiler.
Çünkü, Büveyhi Hânedânı işi o kadar ileri götürmüştüki, İslâm Halifesini yeri gelir azleder, yeri gelir katleder, yeri gelir hapsederdi.
Halife Kaaim ise, Sünnî’liğin ve Ehl’i Sünnetin ölümüne müdafaasını yaptığını bildiği Selçuklu Hükümdârı Tuğrul Bey’den yardım istedi. Tuğrul Bey, İslâm Halifesi Kaaim’in böylesine acıklı ve hüzünlü durumuna vakıf olunca derhal harekete geçti ve takvimler, 25 Aralık 1055 tarihini gösterdiğinde, hac yolunu tamir etmek ve bu yolun güvenliğini sağlamak bahanesiyle Oğuz Ordusunu, halkın bitmek bilmeyen tezahüratları arasında Bağdat’a soktu.
Şii Büveyhî’lerden usanan halk lâyıkıyla onların hakkından gelen Tuğrul Bey ve Kardeşi Çağrı Bey’e karşı günlerce süren çılgın tezahüratlarda bulundu.
Tuğrul Bey, sadece halifeyi Şii’lerin elinden kurtarmakla kalmamış, kendi çocuğu olmadığı için Ağabeyi Çağrı Bey’in kızı Hatice Arslan Hatun’u Halife Kaaim’le evlendirerek kendine damat yapmış ve bütün dünyaya “Halifeye dokunanı yakarım” mesajı vermişti. (Tuğrul Bey ayrıca 1059’un sonunda Halifenin kızı Seyyide Hâtun’la evlenerek Halife’ye damat olacak ve ilişkileri daha da sağlamlaştıracaktır.)
Bu arada üzerinde titizlikle durulan Melikşah, büyümeye, serpilmeye başlamıştı. İlk olarak babası ile birlikte küçük yaşta Gürcistan seferine katıldı. O yıllarda Karahanlılar hükümdarlarından İbrâhim Tamgaç Hân’ın kızı esas ismi Celâliye olan Terken Hâtun ile evlendirildi. Bir kaç yıl öncesinde de Sûltân Alparslan tarafından 1066 tarihinde Melikşah veliaht tayin edilmiş, “ikta” olarak da İsfahan şehri kendisine verilmişti.
1071 yılında babası Sûltân Alparslan ile Suriye seferindelerken, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in çok büyük bir orduyla, elinden alınan Malazgirt Kalesini yeniden kurtarmak ve Türkleri Anadolu’dan uzaklaştırmak için doğuya doğru ilerlediği haberini aldılar. Sûltân Alpaslan bu ilerleyişi durdurmak için hemen Anadolu’ya doğru harekete geçtiğinde Melikşah Halep’te kaldı.
Bir yıl sonra da yine babası ile Karahanlılara karşı sefere çıktıklarında bu seferin babası için son sefer olduğunu bilmiyordu. Sûltân Alparslan bu seferdeyken esir aldığı bir Karahanlı kale komutanı olan Yusuf Harzemi tarafından şehid edildi. Bu olay 20 Kasım 1072’de cereyan etmişti. Sûltân Alparslan’ın kuşattığı kale komutanı Yusuf, Sûltân Alparslan’a hem bağlılıklarını bildirmek, hem de kale anahtarlarını teslim edeceğini söyleyerek otağına kadar girdi.
Önce kale anahtarlarını bizzat teslim ettiyse de, ardından çizmesine sakladığı hançerini çekerek, Sûltân Alparslan’a sapladı. Ağır yaralanan Sûltân Alparslan 4 gün sonra Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Fakat bu süre içerisinde Nizâmülmülk’e, kumandanlarına ve hânedan mensuplarına Melikşah’ı sûltân olarak tanıyıp itaat etmelerini istemişti.
Zâten Sûltân Alparslan, daha 1066 yılında dedesi Selçuk’un mezarını ziyaret maksadıyla gittiği Cend şehrinden dönerken uğradığı Râdgân’da ulularının türbesinde düzenlediği törende Melikşah’ı veliaht ilân etmişti. Hatta Sûltân Alparslan burada at üzerindeki Melikşah’ın önünde yaya yürüyerek onu müstakbel Sûltân olarak tanıdığını dosta düşmana göstermiş ve ülkenin her tarafında veliaht sıfatıyla adına hutbe okunmasını istemişti. Ayrıca, 1071’deki Malazgirt Muharebesi’nden önce de şehid olduğu takdirde yerine Melikşah’ın geçmesini bir kez daha vasiyet etmişti.
Bunun üzerine toplanan devlet adamları ve kumandanlar 24 Kasım 1072’de Melikşah’ı Sûltân ilân ettiler. Halife Kāim-Biemrillâh’ta veziri Amîdüddevle İbn Cehîr ile gönderdiği hediyelerle Melikşah’ı tebrik etti. Sûltân Melikşah’ın ilk hayırlı icraatı Nizâmülmülk’ü vezirlik görevinde bırakmak oldu. Sonra askerlerin ve devlet adamlarının maaşlarını arttırarak gönüllerine taht kurdu.
Gerçek Sûltânlığını ise üç ayların ilki olan Recep Ayı’nın 8’i çarşamba gününe denk gelen 20 Mart 1073 yılında Bağdat’ta İslâm Halifesi tarafından adına hutbe okunmasıyla kazandı. Ancak; amcası Kavurt Bey, Melikşah’ın Sûltânlığını kabûl etmediğini duyurdu. Bunun üzerine Melikşah, amcasını itaat altına almak için yanına veziri Nizam’ül Mülk’ü alarak amcasının üzerine yürüdü.
İki ordu 17 Nisan 1073’te Karaç yakınlarında (günümüz İran’ında Tahran-Hemedan-İsfahan üçgeninin ortasında Tahran’a 260 km. mesâfede Erak Şehri) karşı karşıya geldiğinde kazanan taraf Sûltân Melikşah olmuştu. Kavurt Bey idam edildi. Böylece Selçuklu ülkesinde bulunan bütün emirler Melikşâh’a tâbi oldular.
İç karışıklık bitmişti ki; bu sırada devletteki iç karışıklığı fırsat bilen Karahanlılar, Gaznelilerle birlikte Selçuklu topraklarına saldırdılar. Ancak ikiside Sûltân Melikşâh’a yenilerek işgâl ettikleri Horasan Bölgesinden geri çekildiler. Üstelik Karahanlı Devleti bu yenilgiden sonra doğu-batı diye ikiye ayrıldı.
Bundan sonra Melikşah Maveraünnehir bölgesine 1073 sonu ve 1074’te yaptığı iki büyük seferde Batı Karahanlıları Ceyhun Nehri’inin karşı kıyısına atmış (ileride ilhâk edecektir-en son Harzemşahlar tarafından tamamen yıkılacaktır) ve Termez Şehrini topraklarına katmıştı.
Sultân Alparslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’le Malazgirt Zaferinden sonra yapılan anlaşmanın Bizanslılarca yerine getirilmek istenmemesi ve tanınmamasının ardından amcasının oğlu Süleyman Şâh’ı tam yetkiyle Anadolu’nun Fethiyle görevlendirmişti.
Melikşah bu fütûhat hareketini kesintisiz devam ettirdi. Merkez Karargâhı Urfa/Birecik’te olan Süleyman Şâh, Melikşah’tan aldığı emir üzerine 1074’te Antakya üzerine yürüdü. Antakya Genel Valisi Prens İsaakios ile Romen Diyojen’in kardeşi Konstantin büyük bir orduyla Süleyman Şâh’ı karşıladı. Küçük Malazgirt’lerden biri daha yaşandı. Süleyman Şâh Bizans ordusunu bozduğu gibi Romen Diyojen’in kardeşini öldürüp, Prens İsaakios’u esir aldı ve büyük bir fidye karşılığı serbest bıraktı. Ancak Antakya kalesini alamadı.
Bu arada; Erzurum ve Çoruh tarafları Saltukoğlu Ebulkâsım Bey tarafından fethedilmiş, Mengücek Bey ise Erzincan ve çevresini açmaya muvaffak olmuştu. Yine Süleyman Şâh’ın kardeşi Mansur Karargâhını Kütahya’da kurmuş adım adım Ege Denizine yaklaşıyordu. Diğer taraftan; Atsız Bey yine 1074’te Suriye sahilleri dahil Akka Limanını fethederken, ertesi yıl 1075’te Süleyman Şâh İznik’i fethederek “Başkent” yaptı.
Bu arada; Sultân Melikşah küçük bir atama yaparak Artuk Bey’i Arabistan’ın fethiyle görevlendirmiş Anadolu’da fethettiği yerleri Danişmend Bey’e vermişti. Bunun üzerine Arabistan’a inen Artuk Bey 1076’da Kuveyt, Bahreyn ve Necd’i fethederek Umman kıyılarına indi Umman zâten Kirman Selçuklularına bağlıydı.
1077 yılında Gümüştekin Bey Urfa ve çevresini, Süleyman Şâh da Konya ve çevresini fethedince, Büyük Türk Hâkânı Sultân Melikşah, Anadolu Hükümdarı sıfatını Süleyman Şâh’a veren fermânı (kararnâmeyi) imzaladı. Böylece ölümsüz “Türkiye Devleti” kurulmuş oldu. Artık hutbelerde önce Halifenin, sonra Sultân Melikşah’ın ve ardından Süleyman Şâh’ın isimleri okunuyordu.
1079’a gelindiğinde tablo şuydu. Türk hâkimiyeti Karadeniz, Akdeniz ve Ege’ye erişmişti. Takip eden 1080’de ise Güney Marmara kıyılarını Kocaeli, Kadıköy ve Üsküdar dâhil bizzat fetheden Süleyman Şâh, Boğazda gümrük idâresi kurdu. Ardından Çanakkale Boğazı ve Kapıdağ yarımadasını temizledi.
Süleyman Şâh Marmara Bölgesi ile uğraşırken, Bizanslılar fırsattan yararlanarak Kars ve Erzurum’u alınca Sultân Melikşah bir kez daha devreye girdi. Ahmed Bey emrinde muazzam bir ordu gönderdi. Bizanslılar kesin bir şekilde kovuldu, büyük göçler hâlinde getirilen Türk nüfus buralara yerleştirildi ve burada Saltukoğulları Beyliği kuruldu. Karadeniz sahili tamamen Türk idâresine girmişti ki Theodor Gabras Trabzon’u yeniden aldı.(1461’de Fatih Sultân Mehmed tarafından ebedi fethedilecektir.)
Melikşâh’ın kardeşi Tutuş Bey de Ağabeyinden aldığı emir üzerine, yanında Atsız Bey, Artuk Bey gibi yiğit komutanlarla birlikte Suriye, Lübnan, Filistin ve Sina’yı almış Şii Fâtımiler Ortadoğu’dan atılarak, Afrika’ya hapsedilmişlerdi.
İç tarafta 1082’de Adıyaman ve Tarsus Limanı (mersin) alındığı gibi, 1083’te Kilikya bütün Çukurova fethedilerek bütün Anadolu ele geçirilmiş, ancak Antakya, Maraş ve Malatya hâlâ direnmekteydi. Tarihler 13 Aralık 1084’ü gösterdiğinde Süleyman Şâh gizlice geldiği Antakya’da General Flaretos’u yenerek şehre girdi. Bir ay sonra iç kale de düştü (12 Ocak 1085) Hz. İsâ’nın havarilerinin toplandığı kiliseyi camiye çevirdi (onun yerine iki ayrı kilise yaptırarak hediye etti.) Cuma günü 120 müezzine ezan okutturdu. Yağmayı, halkı incitmeyi, üzmeyi yasakladı. Bu hoş görü asırlarca Antakya’da devâm etmektedir.
1085’in ilk aylarında Buldacı Bey tarafından Maraş, Elbistan, Göksun fethedilirken, Süleyman Şâh’ın dayısı da Malatya’nın fethini tamamladı. Süleyman Şâh Anadolu Fâtihi ünvanını almıştı. Büyük Türk Hâkânı Sultân Melikşah, her yıl Anadolu’ya büyük miktarda para ve asker gönderdiği gibi yüzbinlerce sivil Türkü oraya sevkediyordu.
Anadolu fethi tamamlanınca bu kez de öz kardeşi Mansur, Anadolu toprakları üzerinde hak iddia etmeye başladı. Bunun için düşman Bizans Imparator’u ile bizzat görüşmüş yardım sözü alarak fırsat kollamaya başlamıştı. Mansur’un hareketlerini iyi takip eden Sultân Melikşah, Süleyman Şâh’a destek için gözü pek komutanı Porsuk Bey’i Anadolu’ya gönderdi.
Porsuk Bey, emrindeki birliklerle İstanbul’dan İmparatorun yanından gelen Mansur’u İzmit yakınlarında karşıladı. İhanet cezasız kalamazdı. Kardeş kanı akmasın diye askerlerin dövüşmesini istememişler teke tek mücadelede ise Porsuk Bey Mansur’u öldürmüş, tehlike ortadan kalkmıştı.
Anadolu’da rakip kalmayınca Süleyman Şâh Suriye’ye yöneldi. Orada bütün Ortadoğu’yu fethetmiş olan Sultân Melikşâh’ın kardeşi Tutuş vardı. 5 Haziran 1086’da Halep’i kuşatmaya gelen Süleyman Şâh’ı Tutuş karşıladı. Halep önlerinde iki kardeş ordunun vuruşması önlenemedi. Gâlip gelen, yanında Artuk Bey gibi dirayetli komutanlar olan Tutuş oldu. Bu savaşta Süleyman Şâh maalesef öldürüldü.
Yine işi çözmek bu olaya çok üzülen Melikşah’a düştü. Önce bölgedeki üç önemli merkezlerden Antakya’ya Yağısıyan Bey’i, Urfa’ya Bozan Bey’i, (Bozan Bey sülâlesi Bozanoğulları olarak Urfa’da devam etmektedir.) Haleb’e Aksungur Bey’i atayarak direkt kendine bağladı. Sonra öz kardeşi Tutuş’u bizzat cezalandırmak üzere Halep önlerine geldi. Sultân Alparslan’ın iki oğlu vuruşmak üzere iken Tutuş, “Gâlip gelsem de ben küçük düşerim, her dâim gölgesine sığındığım ağabeyime kılıç çekmem” dedi Şam’a çekildi.
Sultân Melikşah bu itaatinden dolayı Tutuş’u takip etmedi. Tutuş’un, ölümüne sebep olduğu Süleyman Şâh’ın çocuklarını özel olarak yetiştirmek üzere beraberinde başkent İsfahân’a götürdü. Ayrıca, Anadolu Selçuklu Devletinin başkenti İznik’te Süleyman Şâh’ın tahtına, büyük oğlu Kılıçarslan İsfahân Sarayında yetiştirilene kadar, Süleyman Şâh’ın kardeşi Melik Davut’u oturttu. (6,5 yıl sonra Sultân Melekşah 37 yaşında aniden ölünce, 1. Kılıçarslan İznik’e gelerek Anadolu Selçuklu Devleti tahtına oturacaktır.)
Melekşah’ın, dâvetine icâbet etmek üzere İslâm Halife’sini ziyaret etmek için Bağdat’a gidiş planı ise 24 Nisan 1087’de gerçekleşti. Muhteşem bir alayla dârülhilâfeye gelen Sûltân burada Halife tarafından kabûl edildi. Halife, Melikşah’a çeşitli hediyelerin yanında hem doğunun, hem de batının hükümdarı olduğunu göstermek üzere iki kılıç kuşattı. Melikşah’ın kızı Mâh-Melek Hatun da Halife Muktedî-Biemrillâh ile bu sırada evlendi akrabalık tesis edilmişti.
Diğer taraftan bir dâvette Semerkand Ulemâsından geldi. Melikşâh bu dâvete gecikmeden icâbet etti ve 1089’da Semerkand’ta girdi. Eşi Terken Hatun’un yeğeni Ahmet Hân’ı görevden alarak hızla Yedisu Bölgesine yöneldi. Melikşah buradayken başkenti Kaşgar olan Doğu Karahanlılar Devleti Hükümdârı Ebû Ali el-Hasan Melikşah’ın emrinde olduğunu bildirdi.
Yaşadığı dönemi çok hareketli geçen Sûltân Melikşâh, 1090’dan itibâren de Nizâri-İsmâilî devleti kurarak yaptığı suikastlerle etrafa korku salan Hasan Sabbah ile uğraşmaya başladı ve bunu devlet politikası haline getirdi. Melikşâh haklı olarak Hasan Sabbâh’ı yeni bir din icat etmek ve zavallı câhillleri kandırmakla suçluyor, eğer bunda ısrar ederse kalelerini başına geçireceğini söylüyordu. Ancak Hasan Sabbah bunu dikkate almıyor, hatta koca Selçuklu Devleti’ni tehdit ediyordu.
Melikşah ilk olarak Emîr Yoruntaş’ı Hasan Sabbâh’ın üzerine gönderdi. Uzun kuşatma sonrası 1091 yılında Alamut Kalesi tam ele geçirilmek üzere iken Yoruntaş bir bâtınî fedâisi tarafından âniden öldürülünce operasyon yarım kaldı. 1092’de Melikşâh bu görevi Arslantaş’a verdi. Arslantaş’ın Alamut’u kuşatması da, Kazvin dâîsi Ebû Ali Erdistânî’nin yardıma gelmesiyle 1092 Eylül’ünde akâmete uğradı.
Üstelik bir ay geçmeden Hasan Sabbah’ın tehditlerine mârûz kalan Melikşah’ın Veziri Nizâmülmülk Sûltân Melikşah’la birlikte İsfahan’dan Bağdat’a giderken Hasan Sabbah’ın bir bâtınî fedâîsi tarafından aynı metodla hemde Ramazan Ayında öldürüldü (14 Ekim 1092).
Melikşah, kendisinin en yakın mâiyetinden olan Nizâmülmülk’ün kendi yanında iken suikaste uğramasına çok içerledi. Kılıçlar çekilmiş üstelik iyice bileylenmişti. Sûltân Melekşah, Hasan Sabbah’ın ve bütün Bâtınîler’in imhâ edilmesi emrini Kızılsarığ’a vermişti ki; 19 Kasım 1092’de Sûltân Melikşâh Hasan Sabbah’ın fedâilerince av etine zehir katılmak sûretiyle suikaste uğrayarak şehid edildi. İş yine yarım kalmıştı. (1256’da Hülâgü Han Alamut ve çevresindeki kaleleri alarak bu İsmâilî’leri ortadan kaldıracaktır.)
Büyük Selçuklu Hükümdârı Sultân Alparslan’ın oğlu Sultân Melikşah, 1092 yılında güçlü veziri Nizamülmülk’ten 36 gün sonra Bağdat’ta şehid edildiğinde henüz 37 yaşında idi. Başkent İsfahan’da yaptırdığı türbeye defnedildi.
20 yıl süren saltanatının ardından bıraktığı ülke sınırları; Bangladeş’e kadar bütün kuzey Hindistan, Hazar Denizi-Aral-iç göller dâhil doğu ve batı Türkistan, Dağıstan dâhil Güney Kafkasya, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan, Umman ile Yemen ve Sinâ Çölü dâhil bütün Arabistan Yarımadası, Anadolu ve Ege’deki Batı Anadolu Adaları şeklindeydi.
Diğer bir ifâdeyle, Karadeniz, Marmara, Ege Denizi, Akdeniz, Kızıldeniz, Umman Denizi, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu Büyük Türk Hâkânlığı Selçuklu Devletinin sınırlarını çeviriyordu.
Sûltân Melikşah maharetle ata biner ve her çeşit silâhı büyük bir ustalıkla kullanırdı; İngilizlerin bizden çalarak “Polo” adını verdikleri meşhûr “Çevgân Oyunu” oynamada da mahir olup ava çok düşkündü. Sonraları zevk için avlanmış olmaktan dolayı büyük bir üzüntüye kapılarak büyük miktarda sadaka dağıtarak tövbe etmiştir.
Sultan hac yollarını emniyete aldığı gibi hacıların yollarda su sıkıntısıyla karşılaşmamaları için kuyular açtırıp sarnıçlar yaptırmıştır. Ticaret mallarından alınan meks gibi bazı vergileri kaldırdığı için ticaret erbabının ve halkın sevgisini kazanmıştır.
Âlimlere ve Allah Dostlarına çok büyük hürmet göstermiş, hayır-hasenat işleriyle ilgilenmiş pek çok eser yaptırmıştır. Mekânı cennet olsun…